Y Çeviri Türkçe
4,021,771 parallel translation
Pero te lo advierto, quizá me vuelva a mudar pronto, porque estoy comprometido con una chica que nunca cierra el pico.
Ama baştan söyleyeyim, yakında taşınmam gerekebilir, evlenmeden çenesi kapanmayacak bir kızla nişanlıyım.
Y yo te advierto que le tengo miedo a los mapaches.
Pekâlâ, baştan söyleyeyim, rakunlardan korkarım.
Son loquísimos, tienen hombros pequeños y una panza grande como si fuera un frasco peludo.
Çok tuhaf hayvanlar, ufacık omuzları var ve kürklü kavanoz gibi kocaman göbekleri var.
Cuidado, los mapaches te robarán la comida, y, cuando te quieras dar cuenta, te robarán el corazón.
Dikkat et, rakunlar yiyeceklerini çalar ama bir bakmışsın, kalbini de çalmışlar.
Y, de repente, se paran en dos patas, derechitos, eso es muy raro.
Sonra birden ayağa kalkıp dik dururlar, bu çok tuhaf.
Con manitos humanas con las que te arrancarán un ojo y lo comerán como a una uva.
Elleriyle senin gözlerini çıkarabilir, üzüm yer gibi yiyebilirler.
Y apuesto que en Australia les llaman "ladrones de basura".
Eminim Avustralya'da onlara çöp hırsızları diyorlardır.
Y son muy sexis.
Ve son derece seksidirler.
Y, desde ese momento, hemos vivido juntos.
İşte o günden beri birlikte yaşıyoruz.
Y luego, un cartero trajo una carta.
Sonra bir postacı bir mektup getirir.
Es por eso que lo canté a la tirolesa.
Doğru, bu yüzden şarkıyı yayarak söyledim.
¿ Qué tal si vamos al viejo estudio WOLO y escribimos un episodio de You Know What?
Şu eski WOLO Stüdyoları'na gitsek Bak Ne Diyeceğim yarışmasına küçük bir bölüm daha çeksek.
Era un juego televisivo muy vago y difícil.
Son derece anlaşılmaz ve zor bir yarışmaydı.
Y la única vez que un tipo pudo adivinar, yo mentí.
Bir keresinde adam doğru bilmişti ama ben yalan söyledim.
Y te tienta pedir una sólo para saber qué pasará después.
Ve sadece neler olacağını görmek için sipariş edesiniz geliyor.
Querida, ¿ me sirves un café de 1970 aguado y gris, acompañado de un arma sobre la mesa?
Hey, tatlım,'70'li yıllardaki gibi bir kahve alabilir miyim, çok sulu, gri renkli ve yanında bir tabanca olsun.
Simplemente entrevistamos a las mejores figuras de Nueva York y no les damos para nada un enorme sándwich de atún.
New York'un en önemli şahsiyetleriyle söyleşi yapıyoruz sadece ve önlerine eşek kadar, kocaman bir ton balığı koymuyoruz tabii.
Empezó como escritor en la comedia The Smothers Brothers. Desde entonces, ha sido una de las estrellas crecientes en el mundo del entretenimiento.
'60'larda Smothers Brothers'komedi şovunda yazar olarak başladı ve o günden beri de eğlence dünyasının yükselen bir yıldızı.
Y lleva dos minutos en la entrevista.
Söyleşinin ikinci dakikası daha.
En sus películas, cuando sonaba el teléfono y eran malas noticias, se debía atender alegremente.
Filmlerinde telefon çaldığında eğer kötü haberse telefonu mutlu şekilde açarmışsın.
Y si las noticias eran felices, se atendía tristemente.
Eğer iyi bir haberse telefonu üzgün şekilde açarmışsın.
Me desplazaré.
Sanırım ayakta olmalıyım.
Estaremos conversando.
O esnada konuşmalıyız.
- Creo que seré justo, debería...
- Sanırım şöyle yapmalıyım... - Evet, tamam.
Y tú nunca fuiste a las fiestas de Maxim Hottest 100.
Sen de Maxim En Seksi 100 Kadın partilerine hiç gitmedin.
¿ Nadie te paró por la calle y te lo preguntó?
Sokakta "Yahudi misin?" diye hiç durdurulmadın mı?
Leíste de nuevo los milagros de Jesús y dijiste : "Yo sé cómo se hace".
İsa'nın mucizelerini okumaya başladın ve "Bu nasıl yapılır, biliyorum." dedin.
- Sí, lo escamoteas y...
- Evet, elinden bir balık çıkar ve...
¿ Y no un juego con las manos?
El çabukluğu numarası değil miydi?
Y esta noche, me invitaron al escenario con ustedes.
Ve bu gece sen, sahneye çıkarsam bedava gelebileceğimi söyledin.
¿ Cómo te enteraste de este caso histórico de Einstein y Picasso encontrándose en un bar?
Einstein ve Picasso'nun bir barda karşılaşması gibi tarihi bir olayı ilk kez ne zaman duydun?
Steve, hemos comido patatas fritas y una hamburguesa falsa, y tú no has probado bocado...
Steve, gördüğün gibi, patates kızartması ve sahte hamburgerimizi yiyorduk ve sen bir ısırık bile almadın...
Le ponemos mayonesa y atún, lo preparamos y, luego, lo ponemos bajo las luces a las 5 p.m.
Bunu mayonez ve ton balığıyla yapıyoruz, hazırladıktan sonra akşam beşte spot ışıklarının altına koyuyoruz.
Y se ve como...
Şeye benziyor...
La obra y la pintura.
Oyun ve tablo.
Lamentablemente, tienes una montaña de atún delate de ti.
Ama maalesef önünde dağ gibi bir ton balığı yığını duruyor.
Consérvalo, y, cuando pienses que algo no es gracioso, háznoslo saber.
Mikrofonun kalsın, herhangi bir şeyi komik bulmazsan bize söyle.
- Damas y caballeros...
- Hanımlar ve beyler...
Y también, qué tipo genial.
Ne mükemmel bir adam.
Hace unos años atrás, solíamos beber tunatinis.
Yıllar önce tunatini içerdik.
Un día, el camarero cometió un error y Gil bien señaló :
Bir gün barmen bir hata yaptı ve Gil o meşhur lafı söyledi :
"Hay mucho atún en mi tunatini, pero a su Martuna le falta atún", y nos reímos mucho de esto.
"Tunatini'mde çok fazla ton balığı var ama onun Martuna'sına biraz daha ton balığı eklemek lazım." ve hepimiz güldük buna.
Lo presentamos a las revistas Talk of the Town y New Yorker, y cancelaron nuestra suscripción.
Bunu New Yorker dergisinin Şehirde Konuşulanlar bölümüne gönderdik, onlar da aboneliğimizi iptal ettiler.
Y ahora, volvamos a la obra.
Şimdi oyuna geri dönelim.
A George y a Gil los desalojaron de su apartamento, a pesar de hospedar jóvenes en los cuartos de huéspedes.
George ve Gil evlerinden çıkarıldılar. Evinde misafir odası olan yetişkin çocukları olmasına rağmen, şimdi Riverside Park'ta yaşıyorlar.
Mordíamos el mismo trozo de pizza de diferentes lados, como en La dama y el vagabundo.
İkimiz de aynı pizza parçasını farklı kenarlardan yiyorduk, Lady and the Tramp filmindeki gibi.
Esta solía ser una ciudad de artistas, y de gente que afirmaba ser artista, pero esos días desaparecieron.
New York'ta sanatçılar ve sanatçı olduğunu iddia edenler yaşardı eskiden ama o günler geride kaldı.
Y, dentro de ellos, bebés con cuchillos.
Ve o lastiklerin içinde, eli bıçaklı güzel kızlar.
Disney era sólo un hombre que vivía en California y que trataba de congelarse para sobrevivir a los judíos.
Disney denilen adam sadece Kaliforniya'da Yahudilerden daha uzun yaşayabilmek için kendini dondurmaya çalışan birisi.
Gil y yo vamos a shows travestis. Se hicieron famosos con París en llamas.
Gil ve ben, Paris Is Burning filmiyle meşhur olan zenne şovlarına gidiyoruz.
Cae el muro de Berlín.
Berlin Duvarı yıkılır.