Translate.vc / Fransızca → Türkçe / Savas
Savas Çeviri Türkçe
46,000 parallel translation
Sir Stuart veut que vous sachiez... que c'est la guerre.
Sör Stuart bunun bir savaş olduğunu bilmenizi istiyor.
En tant que sujets loyaux de la Couronne, il est de notre devoir d'exposer la déloyauté et la trahison en temps de guerre.
Kraliyetin sadık vatandaşları olarak savaş zamanı vatan hainliği ve sadakatsizliği ifşa etmenin görevimiz olduğunu düşündük.
Cette terre étant sur la frontière, elle devient un enjeu pour la Couronne. Une raison d'entrer en guerre.
Arazi sınırda uzanıyorsa, bu Kraliyet için bir mesele savaş konusudur.
Que fais-tu quand la guerre ne peut mener à une victoire qui ait un sens?
Savaş, gerçek anlamıyla kazanılamadığında ne yaparsın?
Tu dégages le gars qui s'y est cassé les dents et tu fais venir un autre gars.
Anlaşılan, savaşı kazanamayan adamı kovar, yerine başka birini getirirsin.
En 2009, c'était la guerre en Afghanistan.
AFGANİSTAN 2009'da o savaşın adı Afganistan'dı.
Sa main était figée, telle une serre, comme s'il tenait un cigare de la Deuxième Guerre mondiale que son ego obsédé par le fitness l'empêchait de fumer.
Eli, bir 2. Dünya Savaşı purosu kavrarmış gibi kıvrılmış bir pençeyi andırırdı. Fakat sağlık düşkünü olduğu için puro falan içmezdi.
Une guerre que, d'après lui, on ne pouvait pas gagner, car elle manquait d'un leader.
Ona kalırsa bu savaş, yönetilmediği için kazanılmıyordu.
La guerre peut attendre.
Savaş bekler.
Un lobbyiste intermittent qui pensait que la guerre en Afghanistan était vaine.
... ve bir zamanlar Afganistan'daki savaşın tamamen manasız olduğunu düşünen bir lobiciydi.
Cette guerre dure depuis huit ans.
Bu savaş başlayalı sekiz yıl oldu.
Pour pénétrer l'esprit de Glen McMahon, il faut d'abord comprendre la folie de la guerre américaine moderne.
Glen McMahon'ın zihniyetini anlamak için modern Amerikan savaşının çılgınlığı hakkında bir fikriniz olması gerekir.
Autrefois, on faisait la guerre contre l'armée d'un État-nation.
Eskiden ulus devletlerinin geleneksel orduları savaşırdı.
Mais quand on envahit un pays de façon inconsidérée, on combat des gens normaux sans uniforme.
Ancak hiç lüzumu yokken bir yeri istila ettiğinizde kendinizi sıradan giyimli, sıradan insanlarla savaşır hâlde bulursunuz.
Je suis pas venu gérer cette foutue guerre ni l'enterrer.
Ben bu savaşı idare etmeye gelmedim, burayı elden çıkarmaya da gelmedim.
Voilà la guerre que nous menons.
Bizim savaşımız bu.
C'est une guerre complexe, mais ça reste une guerre.
Karmaşık bir savaş ama yine de bir savaş.
Ça reste une guerre.
Bu bir savaş.
Une guerre qui ne peut être remportée grâce à notre seule et irréfutable puissance militaire.
Ama sadece tartışma götürmeyen askerî gücümüzle kazanabileceğimiz bir savaş değil.
Cette guerre sera remportée par la puissance irréfutable de nos idéaux.
Bu savaş öncelikle ideallerimizin tartışma götürmez gücüyle kazanılacak.
Il a éliminé son rival avec une vile rumeur d'homosexualité, et on soupçonne son frère d'être un chef de guerre criminel.
Eş cinsel olduğu söylentisini yayarak en büyük rakibini saf dışı bıraktı ve erkek kardeşinin suç işleyen bir savaş beyi olduğundan oldukça eminiz.
Mais elle est dure, cette guerre.
Ama bu savaş çetin. Savaş çetin.
Il a dit à de jeunes soldats américains que la guerre qu'ils mènent depuis huit ans n'est rien d'autre qu'une monumentale perte de temps.
Bir salon dolusu genç Amerikan askerine sekiz yıldır verdikleri savaşın büyük bir vakit kaybından başka bir şey olmadığını söylemiş oldu.
Genre, tu reviens du front.
Doğrudan savaş alanından gelen general.
La guerre n'est jamais facile, Pat.
Savaşın kolay yanı yoktur Pat.
La guerre, c'est le chaos, l'armée doit donc être à l'opposé.
Savaş kaostur, ordunun da kaosun tersi olması gerekir.
On pourrait dire que certains généraux aiment la guerre parce que... c'est le seul endroit où ils aient une quelconque raison d'être.
Bazı generallerin savaşı bu kadar sevmesi sadece savaşta onlara gerçekten iş düştüğü içindir belki.
On est ici ce soir, car on est en guerre en Afghanistan.
Bu gece buradayız çünkü Afganistan'da savaşıyoruz.
Votre vice-président préconise une approche plus modérée et plus simple du contre-terrorisme pour mettre hors d'état de nuire les 100 combattants d'Al-Qaïda qui sont encore en Afghanistan et pour se recentrer sur ce qui a provoqué cette guerre.
Kendi başkan yardımcınız, çok daha küçük ve basit bir terörle mücadele yaklaşımıyla Afganistan'da kalmış olan 100 küsur el-Kaide savaşçısının etkisiz hâle getirilmesini ve yeniden bu savaşın başlama sebebine odaklanılmasını savundu.
Vous menez 1 000 combats avec des autochtones dont la position idéologique principale semble être qu'ils ne veulent pas de soldats étrangers chez eux.
Yerli halkla bin farklı savaş veriyorsunuz ve bu insanların başlıca ideolojik yaklaşımı, köylerinde yabancı asker istemiyor olmaları.
Cette guerre-là, Général, vous ne la gagnerez jamais.
Ve bilmeniz gerekir ki generalim, bu asla kazanamayacağınız bir savaş.
Mushtarak est la plus grosse opération de cette guerre à ce jour.
Moshtarak, bu savaşın başından beri yapılan en büyük operasyon olacak.
C'est votre guerre.
Bu sizin savaşınız.
À la fin de la guerre, j'avais un buck 75, et aucun ami.
Savaşın sonunda, 75 kağıtım olmuştu ama arkadaşım kalmamıştı.
La guerre était déclarée.
Savaş hattı tam da orada çizilmişti bile.
La guerre est déclarée.
Savaş başladı.
Il faut savoir choisir ses batailles.
Anladım ama gireceğimiz savaşı seçmemiz gerek ve bu seferki...
Et parfois, ce sont les batailles qui nous choisissent.
Bazen savaş bizi seçer.
Pourquoi est-ce que ce combat a gagné les écoles publiques et que les gens sont affectés lorsqu'on dit :
Niye devlet okullarını savaş alanına çeviriyor ve başkalarının şu sözlerine içerliyorlar,
J'aime bien me battre.
Dişime göre bir savaş isterim.
Tant qu'il y a un combat, je serai une casse-pieds.
Çarpışılacak bir savaş olduğu sürece benim sesimi duyacaksınız.
Tandis qu'elle se battait contre le monde, je me battais pour ma vie.
Annem dünyayla savaşırken ben kendi hayatım için savaşıyordum.
Pendant que tu te bas contre le monde, tu te fais de vrais ennemis.
Dünyayla savaş halindeyken burnunun dibinde düşmanlar yaratıyorsun.
Elle a demandé à Dieu de l'aider, et quand il ne l'a pas fait, alors... elle lui a déclaré la guerre.
Tanrı'dan istediği şeyler reddedilince O'na alenen savaş ilan etti.
Les vivants se battent jusqu'à leur mort.
Canlılar pes edinceye kadar savaşır.
Donc il peut m'entendre lui dire qu'il doit se la fermer pour que l'on trouve comment battre les Ghost Riders.
O zaman kapasın çenesini bizde hayalet atlılarla nasıl savaşırız onu bulalım.
Le projet d'Himmler d'utiliser l'occulte pour gagner la guerre.
Himmler'in savaşı kazanmak için kullandığı doğaüstü kişisel projesi.
Les Nazis ont perdu la guerre.
Naziler savaşı kaybetti.
La seconde guerre mondiale.
II. Dünya Savaşı
Tandis que les citoyens de l'Europe ignare sont mobilisés en masse dans la machine de guerre allemande, l'Oncle Sam ne sait plus où donner de la tête.
İyi Avrupa vatandaşları topluca Alman Savaş makinelerine dönüştürüldüğünde, Sam Amca hangi tarafa yanaşacağını düşünüyor.
Donc, les SS sont divisés et en guerre contre l'armée allemande?
Yani SS kendi içinde bölünmüş durumda ve Alman Ordusu'yla savaş haline, öyle mi?