Translate.vc / Fransızca → Türkçe / Séul
Séul Çeviri Türkçe
90,168 parallel translation
D'accord, Wally. Tu n'es pas tout seul.
Yalnız değilsin Wally.
Tu n'es pas seul.
Yalnız değilsin.
Tu n'es jamais seul, Wally.
Hiçbir zaman yalnız değilsin Wally.
Tu n'es pas assez rapide pour la jeter dans la Force Véloce tout seul.
Hız Gücü'ne kendi başına atacak kadar hızlı değilsin.
Je vais faire tout mon possible pour changer le futur, et je suis le seul assez rapide pour la garder en vie.
Geleceği değiştirmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Onu hayatta tutabilecek kadar hızlı tek kişi benim.
Et c'est quelque chose que je dois faire seul, d'accord?
Bu tek başıma yapmam gereken bir şey, tamam mı?
Une fois que je lâche, tu es seul.
Seni bıraktığım andan itibaren kendi başınasın.
Un seul bolide... n'est pas de taille contre Savitar.
Bir hızcı tek başına Savitar'a kafa tutamaz.
Moi seul dois te sauver dans le futur, et je le ferai, mais pas en le changeant. Mais en l'adoptant pleinement.
Gelecekte seni kurtarması gereken kişi benim ve bunu, geleceği değiştirerek yapmayacağım onu kabullenerek yapacağım.
♪ Votre seul et véritable amour ♪
Kendi gerçek aşkını
Techniquement, je suis pas le seul à pouvoir chanter.
Teknik olarak buradaki şarkı söyleyebilen tek kişi ben değilim.
Je ferai tout mon possible pour changer le futur, et je suis le seul assez rapide pour la garder en vie.
Geleceği değiştirmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Onu hayatta tutabilecek kadar hızlı tek kişi benim.
Un seul moyen on l'attrape ensemble.
Onu sadece beraber yakalayabiliriz.
Mais tu n'étais pas le seul qui ait subi des pertes.
Ama bir şeyler kaybeden tek kişi sen olmadın.
Et une nuit, il a voulu combattre Savitar seul.
Bir gece tek başına Savitar'ın peşine düştü.
Et bien, il n'est pas là, il ne peut donc être qu'à un seul autre endroit.
Burada olmadığına göre geriye tek bir yer kalıyor.
Seul l'amour vaut la peine qu'on se batte pour lui, et c'est la seule chose qui peut nous atteindre.
Dövüşmeye değer tek şey sevgidir bunu atlatmamızı sağlayacak tek şey de yine o. Beyler.
J'étais brisé... et seul.
Bitmiş ve yalnız haldeydim.
Tu n'es pas seul.
O yalnız ama sen değilsin.
J'ai eu du mal à arriver seul.
Kendim zar zor gelebildim.
J'ai regardé par-dessus la rambarde... et je t'ai vu seul en train de pleurer.
Trabzandan baktım ve seni tek başına ağlarken buldum.
Je ne pense pas pouvoir l'éteindre seul.
Bu yangını tek başıma söndürebileceğimi sanmıyorum.
J'étais brisé et seul.
Yapayalnız ve tükenmiş haldeydim.
Snart, il n'y a qu'un seul moyen Cette technologie sort de là.
Snart, o aletin oradan çıkmasının tek bir yolu var.
Seul.
Yalnız.
Si on donne le remède à Cade, le rendant mortel, ça pourrait être le seul moyen de se débarrasser de lui.
İşte bu yüzden eğer Cade'e tedaviyi verirsek böylece onu ölümlü yapacak... belki ondan sadece bu şekilde kurtulabiliriz.
On dirait que c'est pas le seul.
Anlaşılan tek onun yokmuş.
C'est mieux qu'il ne soit pas seul avec tout ça maintenant.
Bunca şeyle yalnız olmaması daha iyi olur.
C'était le seul moyen de détruire la connexion...
Bağı kırmanın tek yolu buydu...
Il est seul dans les ténèbres.
O karanlıkta yalnız başına.
J'ai été hypnotisé, presque mort d'une crise cardiaque, et perdu le seul moyen de tuer le diable, et ensuite je suis venu ici pour te dire à quel point je suis désolé pour Enzo.
Hipnotize edilmiştim ve az kalsın kalp krizinden ölüyordum, ve iblisi öldürebilmenin tek yolunu kaybettim, ve sonra buraya geldim sana Enzo için ne kadar üzüldüğümü söylemek için.
Damon, si tu penses qu'un seul meurtre va sceller ton sort, alors j'ai une nouvelle pour toi, tu es en plein dans le cercle du karma.
Damon, Eğer bir cinayetin kaderini belirleyeceğini düşünüyorsan sana iyi haberlerim var, talih çukurunun dibine düşmüşsün.
Et il n'est pas le seul sur la liste.
Ve listedeki tek kişi o değil.
Parce que je pense que cela signifie quitter Mystic Falls... seul.
Çünkü bu bu yalnız Mystic Falls'tan ayrılmamı gerektiriyor.
Mais je ne suis pas le seul à garder des secrets ici.
Ama burada tek sır saklayan ben değilim.
Seul un Maxwell peut le faire.
Sadece Maxwell ailesinden biri bunu yapabilir.
Je peux le faire seul.
Tek başıma yapabilirim.
Parce que ce que tu n'as pas su détruire, je l'ai fait tout seul.
- Niye? Çünkü senin halledemediğini ben tek başıma yaptım.
Le choix vous appartient, à vous seul.
Seçim tamamen size ait.
Ils sont tous uniques, et le seul endroit où se trouvent les formules est juste là, dans ma tête.
Hepsi birbirinden farklı ve formülü sadece kafamın içinde.
C'était le seul choix que vous pouviez faire.
Verebileceğin tek karar buydu.
Le professeur était le seul à connaitre la formule.
- Profesör formülü kendinde saklardı.
Tu serais tout seul.
Orada tek başına kalırsın.
Deux mères, un seul papa.
Farklı anneler, aynı baba.
Vous êtes le seul fabricant de cordes et ficelles de la région?
İp ve sicim işinde olan bölgedeki tek imalatçı siz misiniz?
Mon seul impératif est de vous aider.
Sana yardımcı olabilmek dışında hiçbir beklentim yok tamam mı?
Vous étiez seul, à la fête?
- Partiye yalnız mı gittiniz?
- Je vis seul.
- Yalnız yaşıyorum.
C'est comme si... toi seul comptais, et ce que tu veux, qu'importe l'avis des autres.
Sanki sadece sen ve isteklerin varmış dünyanın kalanı önemsizmiş gibi.
Alors tu te débrouilles seul.
O halde bu konuda tek başınasın.
Je vais pas à la plage la nuit pour causer, mais pour être seul.
Gece sahile insanlarla sohbet etmeye gitmiyorum. Yalnız kalmak için gidiyorum.