Translate.vc / Fransızca → Türkçe / Vie
Vie Çeviri Türkçe
185,597 parallel translation
La vie a continué après ta disparition.
Sen gittikten sonra da, hayat devam etti.
Il est contremaître dans le bâtiment et il gagne très bien sa vie.
O bir işçi değil. O bir yapı işleri formeni. Ayrıca işini çok da iyi yapıyor.
Mais je veux passer le reste de ma vie avec toi.
Ama hayatımın geri kalan kısmını seninle geçirmek istiyorum, Toby.
Finalement, la vie est plus forte que nous.
Bunlar sadece... kaderin cilvesi.
La vie est bizarre.
Hayat tuhaf.
Parce que le meilleur moment de ma vie a été le matin où je l'ai rencontrée.
Çünkü hayatımın en güzel sabahı, onunla tanıştığım gündü.
Alors maintenant je suis la femme folle qui rend ta vie malheureuse?
Tamam, şimdi de çatlak bir kadın oldum değil mi?
Laisse la vivre sa vie.
Ona biraz boşluk bırak.
La vie en a déjà suffisamment.
Hayatta da yeteri kadar şaşırtmaca var zaten.
C'était ma vie.
Hayatımdı.
J'aime à penser que peut-être un jour, vous serez vieux comme moi, et vous parlerez à un jeune pour lui expliquer comment vous avez pris le citron le plus acide que la vie ait à offrir...
Ben aslında, senin de bir gün, benim yaşıma geldiğin zaman, genç bir adama, nasıl ekşi bir limondan, limonata gibi tatlı bir şey yaptığını anlatacağın...
Il semble qu'il ait pris la pire chose qui lui soit arrivée dans sa vie, pour essayer de persévérer.
Başına gelen en kötü şeyi, kabullenip, yoluna devam etmeye çalışıyor.
J'aime à penser que peut-être un jour, vous serez vieux comme moi, et vous parlerez à un jeune pour lui expliquer comment vous avez pris le citron le plus acide que la vie ait à offrir pour en faire quelque chose qui ressemble à de la limonade.
Ben aslında, senin de bir gün, benim yaşıma geldiğin zaman, genç bir adama, nasıl ekşi bir limondan, limonata gibi tatlı bir şey yaptığını anlatacağın anı hayal etmek istiyorum.
Et puis, il s'est mis à parler d'âme sœur, de "pour la vie".
"ruh eşim" ve "daima" kelimlerini kullanmaya başladı.
Ça t'est pas venu à l'idée que j'avais une vie?
Bunun nasıl bir densizlık olduğu hakkında fikrin var mı?
Je pense que tous les couples connaissent dans leur vie des moments charnières.
Şimdi düşünüyorum da, yol ayrımına gelen her çift.. .. bu anları yaşıyor.
Tu peux arrêter de parler de mort, de décès et de fin de vie?
Lütfen "ölüm" "öldü" "hayatın sonu" gibi şeyleri söylemeyi bırakır mısın?
Ton apparition est ce qui m'est arrivé de mieux dans la vie.
( sighs ) Senin o sınıfa yürüyüşün, Sophie tüm hayatım boyunca başıma gelen en güzel şeydi.
Magnifique. C'était une erreur de faire entrer un mourant dans leur vie? Ça va les dévaster?
Wow. RANDALL :
Je jure de t'aimer jusqu'à la fin de ma vie.
"Seni bugün ve bugünden sonraki hayatımın her gününde seveceğim."
On va passer toute notre vie ensemble.
Kate, birlikte harcayacağımız koskoca bir hayat var önümüzde.
Jack! Tu es l'amour de ma vie.
Jack... hayatımın aşkısın sen.
- Que devient ma vie?
Aman Tanrım, hayatıma neler oluyor?
Qu'on veuille changer sa vie, ça n'a rien de bidon.
İnsanların yaşam şekillerini değiştirmeye çalışmaları bir şakadan ibaret değildir.
Un tel geste romantique ne sera efficace que s'il s'adresse à la femme de ta vie.
Romantik bir jestin şiddeti, ancak, hayatının aşkına ithaf edilirse etkisini gösterir.
Pense à la femme de ta vie.
Şimdi, gözlerinin önüne hayatının aşkını getir.
C'était dans une autre vie. C'est sûrement pour ça qu'elle n'a rien dit.
Gençtik o zaman bu yüzden söylememiştir.
J'ai complètement chamboulé ma vie pour cette pièce.
Aslına bakarsanız tüm hayatımı bu oyuna adadım.
Grand-père a dit qu'on devait célébrer sa vie et ne pas être tristes, donc aujourd'hui on va jouer la journée parfaite de William.
Büyükbabamız onun hayatını kutlamamızı ve üzgün olmamamızı istedi. İşte bu yüzden, William'ın en güzel günü olarak bugünü kutlayacağız.
Puis j'ai compris, je l'honore en prenant ce que j'ai appris de la vie qu'il a mené pour façonner la mienne. Alors, voilà, Tyler.
Sonra farkettim ki, kendi hayatını şekillendirirken yaptıklarını ben de şu andan itibaren kendi hayatıma uygulayarsam bunu başarabilirim.
Si on doit commencer une vie ensemble à Los Angeles, il y a quelque chose que je dois te dire.
Yani, eğer Los Angeles'te bir hayata başlayacaksak, sana söylemem gereken bir şey var.
Pour que j'aille... passer le reste de ma vie à croquer les pilules d'une petite tasse?
Ne yapacaktım? Hayatımın geri kalanını küçük bir bardaktan aldığım hapları kullanarak mı geçirecektim?
Vous passez votre vie à croire, à prêcher, à suivre ce but unique.
O ışığı yaymak sana bir amaç veriyordu.
J'ai examiné à la loupe la vie de ces gens et aucun squelette dans leurs placards.
Kurbanların hayatlarını iyice taradım ama kirli çamaşır bulamadım.
Ils pourraient aussi fuir une vie familiale négative, avec le leader agissant comme le père qu'ils désirent.
Onlar da olumsuz ev koşullarından kaçmış olabilirler, çete lideri de aradıkları baba figürü rolüne sahip.
Enfin, je lui dois la vie.
Yani ona hayatımı borçluyum.
Ça peut vous sauver la vie, à vous, votre coéquipier et la victime.
Hayatınızı kurtarabilir, tabii ortağınız ve kurbanı da kurtarabilir.
Vous ne pensiez pas sincèrement pouvoir mener une vie normale avec Jody, si?
Jody'le normal bir hayat sürmeyi gerçekten düşünmedin değil mi?
Vous ne pensez pas vraiment mener une vie normale?
Sen de normal bir hayat sürmeyi düşünmüyorsun sanırım değil mi?
À votre avis, elle est toujours en vie?
Ne düşünüyorsunuz? Sizce hala hayatta mı?
Mais la plupart du temps, vous vous demandiez comment elle a pu mourir tout en vous donnant la vie.
Ama en çok merak ettiğin sana hayat verirken nasıl ölebildiğiydi.
Mais l'ironie dans tout ça est que je suis peut-être la seule personne dans votre vie qui vous permet vraiment de vous sentir spécial.
Ama işin ironik kısmı hayatında seni gerçekten özel hissettiren tek kişi ben olabilirim.
Je ne peux laisser ça devenir ma vie.
Hayatımın böyle olmasını istemiyorum.
"La vie des morts est placée dans la mémoire des vivants."
"Ölenlerin hayatları yaşayanların hatıralarında yerlerini alır."
Et beaucoup de gens sont en vie grâce à toi.
Bir sürü insan senin sayende hala hayatta.
Je sais à quel point la vie peut t'en faire baver.
Hayatın bazen ne kadar acımasız olduğunu bilirim.
C'était la belle vie.
Çok iyi bir düzenimiz vardı.
C'est plus long que sa propre vie.
Şimdiye kadar yaşadığından daha uzun bir süre.
Nous sommes venus pour faire ce qui devait être fait... pour nous débarrasser du brouillard de notre vie d'avant.
Sonra da yapılması gereken işe geldi sıra. Hayatın donukluğundan kendimizi ayırmaya.
David, toute ta vie, les gens t'ont dit que tu étais malade.
David, hayatın boyunca insanlar sana hasta olduğunu söyledi.
Et chaque vie sauvée est une victoire.
Kurtardığımız her hayat bir kazanç.