English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Türkçe → İngilizce / [ G ] / Gravel

Gravel Çeviri İngilizce

510 parallel translation
Tamam. Burada elimizde bir çakıl katmanı var. Ve seçilmiş bir maden damarını tepeden tırnağa çıkarıyoruz.
Okay, what we have here now is a collection of gravel layers, and what we are mining from top to bottom is the selected reef cut, and associated with the pebbles and the pyrite that you see here,
Aslında şöyle de açıklayabiliriz ; bu tabakalar, çökelti halinde birbiriyle arakatkılılaşmış bir dizi çakıl sırası.
What one could actually describe these horizons as is a series of gravel bars in their depositional mode which have inter-fingered with each other.
Çakıl çukuruna git Jill ve ben de göle gideyim.
You go to the gravel pit, jill, and i'll go to the pond.
Eve kapanıp kalmaktan yüzünüz taş gibi olmuş.
With these indoor habits of yours, you've got the complexion of gravel.
Heyecanla tüfeğin gerisini çakılın içinden çıkardım.
Excitedly, I dug the rest of it out of the gravel.
Sahil otoyolunun solundan ayrılan tek yönlü, taşlı bir yol.
It's a one-lane gravel road that curves west from the coast highway.
O tekerleğin altına biraz daha toprak.
Now, a little more gravel under that wheel. That's it.
Hedefimiz, Tokyo Koyu'ndaki Honji Adası'ndaki... Kojaku Çakıl ve Çimento Fabrikası.
Our objective is the Kojaku Gravel and Cement Works... on Honji Island in Tokyo Bay.
Nöbetçi onbaşının üç kamyonu var. Accra Trafik Şubesi'nin tekelini önemli ölçüde elinde tutuyor.
The Corporal of the Guard owns three trucks and holds a Gravel monopoly of the Accra Traffic Department.
Çakıllar ayaklarımızın altında çatırdıyorlardı.
The gravel crunched under our feet.
Rock Gravel şirketiydi sanırım.
Rock and gravel, I believe.
... oymalı girişler, sıra sıra kapılar, galeriler... başka bir çağdan kalma süslemelerle bezenmiş... metruk salonlara götüren birbirine dik koridorlar... sessiz odalar ; çok ağır, çok kalın halıların... ayak seslerini yuttuğu... adımların duyulmadığı... sanki dalıp gitmiş sırdaşlar... bu cansız, yavan dekordan çok uzaklara... kornişin altında, ölü yapraklar gibi dal ve çelenkleriyle... özenle hazırlanmış... bu frizden uzaklara... üzerinde bir kez daha yürüdüğüm zemin sanki hâlâ... kum ve çakıl veya taş döşeme... sana kavuşmak için adeta... zengin ahşap kaplamalı duvarlar arasında... ustuka, silme, tablolar... aralarından geçtiğim çerçeveli gravürler... seni beklerken içlerinde çoktan... kendimi bulduğum... şu an senin huzurunda bulunduğum mekândan... çok çok uzaklarda ; ve yine beklerken... bir daha gelmeyecek birini... artık bizi ayıramayacak birini... seni benden koparan.
... sculptured portals, ranks of doors, galleries... transverse corridors leading to deserted salons... encrusted with the ornamentation of another age... silent rooms, where footsteps are absorbed... by carpets so heavy, so thick... that one hears no step... as if the very ear were far away... far away from this numb, barren decor... far from this elaborate frieze beneath the cornice... with its branches and garlands... like dead leaves... as if the floor were still sand and gravel, or stone slabs... over which I advanced once again... as though to meet you... between richly panelled walls... stucco, moldings, paintings... framed prints amidst which I advanced... among which I found myself already... waiting for you... very far from the setting I stand in now... before you, waiting again... for one who will not come again... who will no longer keep us apart... tear you from me.
Sonra çakıl yol üzerindeki ayak seslerimi farkettin... ve başını çevirdin.
Then you became aware of my footsteps on the gravel... and you turned your head.
Ayakkabıların çakıllı yol için uygun değildi.
Your town shoes were not suitable for the gravel.
Çakıl yoldaki adımlarına kulak verdin... ama pencerenin gerisinden hiçbir şey duyamadın... ve muhtemelen yol çakıl da değildi zaten.
You listened for his steps on the gravel... but you couldn't hear through the window... and there's probably no gravel, anyway.
Çakıl, taş, mermer... keskin hatlı, nizamî... gizemden mahrum.
Gravel, stone, marble... rectilinear, formal... devoid of mystery.
Araba birkaç metre gevşek kumda kaydı ve ön tekerlekleriyle yamaçta asılı kaldı.
The car slid on the gravel and came to a halt, front wheels over the edge.
Buradaki toprağın ve çakılın türüne ilişkin bilgin var mı?
You know the kind of clay and gravel we got here in the compound?
Duvarlara döşemek için yani.
Use them for gravel for the wall.
- Yolda çakıl olduğunu söylüyordum.
- I said there was gravel.
Sana yolda çakıl olduğunu söylemiştim.
I told you there was gravel on the road.
Öğle yemeği olarak Ken yol kenarında çömelip başına çakıl sürer.
For lunch, Ken crouches down beside the road and rubs gravel into his hair.
- Evet. Ve ilk iş olarak Mc Iver ve arkadaşlarını çakılların...
Okay, and to start with, we're gonna take that bastard Mclver and his friends right over there and we're gonna grind them in the gravel.
Çiftliğe gidip Ace'e baktım. Biri orayı taş ocağına çevirmiş.
I went up to the ranch looking for Ace... and somebody's turned that place into a gravel pit.
Kum ve çamur süzülüp dibinde altın pırıl pırıl parlayıncaya dek tası çalkalayıp duruyorlar.
You rock it back and forth till all the sand and gravel is sifted out'and the it lies there flashing on the bottom.
- Nereye? Su basan çakıl alana mı?
The flooded gravel pit?
Yolların tozunu attır bakalım.
Aggravate the gravel.
Raylar, çakıl taşları, tren tarifesi, gökyüzü, bulutlar.
Tracks, gravel, timetable Sky, clouds
Bir kaya, kaya olmadan önce çakıldır.
A rock ain't a rock once it's gravel.
"Kaya ve çakıl" la ne demek istedi? Gücünü kaybettiğini söyledi.
What'd he mean by "rock and gravel?" That he's lost his power.
Oh, üzgünüm, bayan Gravel.
Oh, I'm sorry, Mrs. Gravel.
Miss Gravel, sorun nedir?
Miss Gravel, what's the matter?
- Bayan Gravel.
- Miss Gravel.
Sizden bir şey aşırmak kimin haddine Bay Gravel.
Ain't nobody stealing nothing from you, Mr. Gravel.
Siz iyi misiniz, Bayan Gravel?
Are you all right, Mrs. Gravel?
Şimdi başımız büyük belada Bayan Gravel!
We're in big trouble now, Mrs. Gravel!
Şimdi beni iyi dinle, Bayan Peggy Gravel.
Now you listen to me, Miss Peggy Gravel.
Sen Peggy Gravel'sın, ve kocanı öldürdün.
You're Peggy Gravel, and you killed your husband.
Bayan Gravel...
Mrs. Gravel...
Ben Peggy Gravel.
I'm Peggy Gravel.
Peggy Gravel.
Peggy Gravel.
Malum şahıs, bay Bosley Gravel cinayetinden.
The murder of a certain Mr. Bosley Gravel.
Ya siz, Bayan Gravel, kadın katil.
And you, Mrs. Gravel, murderess?
Belki siz ikiniz bu gecekondu kasabasında insanlık dışı... bir hayata çekilmiş olabilirsiniz... ama ben, Peggy Gravel, çekilmedim.
Maybe you two have resigned yourselves... to a subhuman life in this slum of a town... but I, Peggy Gravel, have not.
Ayağa kalkabilirsiniz Bayan Gravel.
You may stand, Mrs. Gravel.
Benim fikirlerim hor görmenin de ötesinde Bayan Gravel.
My subjects are beneath contempt, Mrs. Gravel.
Sizin bu siyasetinizi beğeniyorum bayan Gravel.
I like your politics, Mrs. Gravel.
Şu seninle takılan Gravel denen karı da var ya.
You know that Gravel woman you were hanging out with?
Ağzımda kum var dersin!
It feels like gravel in my mouth.
... üzerinde bir kez daha yürüdüğüm zemin sanki hâlâ... kum ve çakıl veya taş döşeme... koridorlar, salonlar, galeriler boyunca... başka bir çağdan kalma bu hüzünlü malikânenin mimarisi... bu kocaman ve şatafatlı malikâne sessiz odalar ;
... as if the floor were still sand and gravel, or stone slabs... over which I advanced once again... through the corridors, salons, galleries... the structure of this mournful mansion from another age... this huge and luxurious mansion...
Dikkat edin, yolda çakıl...
Gravel.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]