Kalmıs Çeviri İngilizce
20,076 parallel translation
- Dudağında biraz kan kalmış.
You got a little blood on your lip. - I do?
Burada sıkışıp kalmış gibi hissediyor.
- Happens. And she's stuck here. She feels trapped.
Bilinci yerinde fakat konuşamaz halde bedenine sıkışmış durumda ne kadar kalmış?
So he was trapped in there, fully conscious but unable to speak for how long?
Dürüst olayım, sıkışıp kalmıştık işte, yani, evet.
Honestly, like boxed in like that, so, yeah.
Yığılıp kalmış.
He's flat out.
Sadece geç kalmıştır.
He's probably just late.
Geç kalmış (! )
He's late.
Geç mi kalmış?
Late?
Baksana, Earl sızıp kalmış.
Wow, Earl's been napping pretty much this whole time.
Jessica, bu sana kalmış bir şey değil...
Jessica, this isn't up for you...
- Çünkü ona kalmış bir şey değil.
- Why not? - Because it's not up to him.
O kapılar ardına kapanınca özel hapishane diye bir şey kalmıyor.
There's no such thing as a white-collar prison once they close those doors.
45'de Müttefik bombardımanın da hayatta kalmış.
Survived the Allied bombing in'45.
Ayrıca sadece onunla da kalmıyor.
And he's not the first.
Tom'un bunu yapmasının sebebi çaresiz kalmış olması.
The only reason Tom did what he did is because he had to do something desperate to get away from this.
Dürüst olmak gerekirse yaptığın işi biliyorum ve her gün bodrum da tek başına bir şeyle yalnız kalmıyorum...
Honestly, I'm familiar with your work, and it's not every day that I find myself alone in a basement with a man who, um...
Bu sana kalmış bir şey değil.
It's not up to you.
Carter ve Jane hiç yalnız kalmış mıydı?
Were Carter and Jane ever alone together?
Yine bu bölgede eşcinseller hakkında geri kalmış görüşlere sahip birçok insan var.
And there are a lot of people in this state that have some backward views on gays.
Eğer tuvalete gitmeleri gerekiyorsa, size kalmış. Götürme yükümlülüğünüz yok.
If you wanna take'em to the bathroom, that's up to you, but you are under no obligation to do so.
Sendika arada kalmış durumda.
The union's between a rock and a rock here.
90 dakikalık antrenmanımı yeni bitirmiştim ve Savasana pozisyonum sırasında uyuya kalmıştım, yani henüz kendime gelememiştim.
I had just finished 90 minutes of my practice, and I had fallen asleep during my Shavasana, so... I wasn't quite right with the world.
Takla atan SUV'yol kenarında kalmış, sürücünün adı Linda Edwards. ( Bir çeşit Jeep tarzı araba. )
A woman named Linda Edwards rolled her SUV off the side of PCH.
Bir ya da iki hücre kalmış.
There's one or two cells left.
Hemen şuracıktadır. Tek bir köşeyi dönmek kalmıştır.
It's just over there, around one more corner.
Columbia Üniversitesi'ni beş yıl önce bırakmak zorunda kalmış ve görünüşe göre 21. yüzyılın kötü şöhretli sanatçılarından biri olmuş.
He was a fine arts student who flunked out of Columbia five years ago, apparently to become one of the most notorious artists of the 21st century.
Ailesine olan tehditler ve Alex'i korumak adına... "ses" ne dediyse yapmak zorunda kalmış.
Between the threats to his family and trying to protect Alex, he had to do whatever the voice told him.
Sana ve Miranda'ya iyilik olsun diye geldim ama burada sıkışıp kalmışım gibi hissediyorum.
I came here as a favor to you and to Miranda, and now it just feels like this is where I'm gonna end up being stuck.
Ve bu senin insafına kalmış çünkü öyle ya da böyle senin hayatına musallat olacağım.
And it will be on your conscience... because one way or another... I will haunt the living shit out of you.
Bu yüzden Vadi'nin aşağısında saklı kalmış küçük bir mezar çok daha mantıklı değil mi?
So a small tomb hidden away at the edge of the Valley, makes better sense, doesn't it?
Sabaha karşı beşte eve giderken direksiyon başında uyuya kalmış
She fell asleep at the wheel, driving home from set at 5 : 00 in the morning.
Bunlar biraz orta çağdan kalmış gibi görünüyor.
Those look a little... medieval. Uh, uh, uh--never let me down.
Zaman kalmış olabilir, ama hiçim yok.
There might be time left, but I do not have any.
Geriye iki kardeşlik evi kalmıştı ve kimse sonucu tahmin edemiyordu.
So with only two sorority houses left and the outcome anybody's guess,
Dışarıda kalmış bir kadın var.
A woman is stuck out there.
Dışarıyı bir görsen kızının hayatta kalmış olmasının imkansız olduğunu anlarsın.
One trip out there, you're gonna realize there's no way your daughter survived.
Ayrıca hiç sana "yapışıp kalmış" gibi hissetmedim. Ne olursa olsun.
And I never felt "stuck" with you, for what it's worth.
Ama şunu biliyorum ki güvenmezsek onlar gibi olmamıza bir adım kalmış demektir.
But I do know that if we don't we're one step away from being like them.
- Daha önce de gebe kalmış.
She's been with child before.
Aç ve susuz kalmış, birkaç kesik ve yara var.
Malnourished, dehydrated, a couple nasty cuts and bruises.
Neden Araf? - Yarım kalmış bir iş yüzünden.
Unfinished business.
Biraz da susuz ve aç kalmış. İyileşecektir.
A little... dehydrated and malnourished, but I think she'll be fine.
Sahip olduğum her şey sular altında kalmış ve kurtarılamayacak durumda.
Everything I own is submerged and beyond salvage.
- Değil. Zaten evde de kalmıyor.
No, he's not, and he's not staying in the house.
Uyuya mı kalmış?
He fell asleep?
Sınır kapanmıştı, sıkışmış kalmıştık.
Border was closed. We were trapped.
Kod derleyiciden geçince hiçbir farkı kalmıyor zaten.
I mean, once the code goes through the compiler, there's effectively no difference.
Sana kalmış.
Up to you.
Onlara kalmış. İster satarlar, ister kiralarlar.
So it's up to them, they can do anything.
Bu sana kalmış.
That's up to you.
Bu arada kalmış yere bazıları araf diyorlar. Arınmak için gittiğimiz bir yer. Cennete girecek kadar değerli olmanı sağlayacak yer.
This in-between place... some people call it purgatory, where you go to be cleansed, make you worthy of entering heaven.