Rın Çeviri İngilizce
372,677 parallel translation
Size yarın onaylatırım.
Uh... I'll run this by you tomorrow.
Sadece senin, karşımda oturan insanın hatırını soruyorum.
I'm just asking about you, this person I'm sitting with.
Lütfen kollarınızı ve bacaklarınızı ayırın.
Please spread your arms and legs.
Karaya asker çıkarır ve ICO kaynaklarını yalnız bırakırsak Nasser iş birliği yapmalarını sağlar.
We put troops on the ground, leave ICO resources alone... and Nasser will make sure they cooperate.
Onun FISA kararını nasıl kullanıp suistimal ettiğini araştır.
Look into how he used and abused the FISA ruling.
Bu güçler, kendi halklarına karşı kimyasal silahlar kullanmakta, muhaliflere işkence etmekte ve nüfusun büyük bir kısmını aç bırakmaktadır.
These forces are using chemical weapons on their own people, torturing the opposition, and starving huge segments of the population.
Gücü elinde tutmak için hastaneleri, mülteci kamplarını, okulları ve ekmek sırasındakileri hedef alan bir rejime karşı durulmalıdır.
A regime that would target hospitals, refugee camps, schools or bread lines in order to retain power must be confronted.
Hayır, yoksa çoktan kararını verdin mi?
Or have you already made your decision?
Silahsızlanma yolunda on yıllardır katedilen yolu silip atacaksın.
In which case, you'd be throwing out decades of disarmament progress.
Yola gelmezsem DNC'nin en güçlü rakibime yatırım yapacağını söyleyerek beni tehdit edebileceğini mi?
That you could threaten me, tell me the DNC'll throw money at my primary opponent next cycle if I don't play ball?
Eminim vardır ama Terry'nin sizi yüzüstü bıraktığını görmek istemem.
Oh, I'm sure they do. But I would hate to see Terry let you down.
Yaptırımlar, Rusya'nın oligarşi sınıfını hedef alıyor.
The sanctions are meant to target the oligarch class in Russia.
Fiyatları düşük tutmak için stratejik rezervimizin bir kısmını piyasaya sürmeye hazırız.
We are. We are prepared to release some of our strategic reserves to keep prices down.
Bunu karşı kaldırımdan bile anlardın.
You could tell that from across the street.
- Hayır, olmayacaksın.
- No, you're not.
Grayson, adının tanıdık gelmediğini söyledi ama sonra birdenbire beni arayıp onu araştırıp araştırmadığımızı sordu.
At first, Grayson said her name didn't ring a bell, but then he called me out of the blue and asked me if we were still looking into it.
Usher'la anlaşmamın nedeni, Brockhart'ı göreve getirmek için her şeyi feda edecek olmasıydı, bu da Conway'i güçsüz ve kaybetmeye hazır hâle getirir.
I agreed with Usher because he will sacrifice everything to get Brockhart into office, which makes Conway weak, ready to lose.
- Ekibi onu çıkarsın mı? - Hayır.
- Should we have his team pull him out?
Bunu halkın önünde yapmak ise cehennem azabıdır.
Doing it in public is a living hell.
Onu bulup konuşabilirsen bununla hiçbir ilgim olmadığını anlatır.
If you could find him, talk to him, he would tell you that I had nothing to do with this.
- Yemin töreninde bize katılır mısın?
Would you like to join us at the inaugural ball?
Hazır mısın?
You almost ready?
Saldırıya ne kadar yakınız ve bu kamyon nerede? - Kesin kararımızı vermeden öğrenmeliyim.
I want to know how close we are to a strike and where this goddamn truck is before we make any final decisions.
- Hayır, rahatsız olmayın.
No. No, no. It's fine.
Rusya'nın Suriye'de olması işi zorlaştırıyor.
Russia's presence in Syria is making this more difficult than I once thought.
Romero'nun kâtibi sıkıştırılsın.
I want Romero's clerk stripped.
İşin doğrusu, tabanımızın önemsediği meselelerle ilgili savaştığım için cezalandırılıyorum.
The truth is I'm being punished for fighting for the issues that our base cares most about.
Son birkaç yıldır tanıdık bir simasınız.
For the last several years, you've been a familiar face.
Bir sınır koymalıyız.
We need to draw a line in the sand.
Hayır, sen çıkacaksın, başkan yardımcısı ve ben de ne yapacağımıza karar vereceğiz.
No, you're going to leave, and the vice president and I are going to decide what to do.
Bu itham, başkan yardımcısını nereye taşır?
Tom, where would impeachment leave Vice President Claire Underwood?
30 yıldır bu işin içindeyim Jane, başımın çaresine bakarım.
Well, I've been at this for 30 years, Jane, so I think I can survive.
- Hayır, çıkın.
- No, out. Get out.
Bir insanı yıllardır tanıdığını sanıyorsun.
You know people. You know them for years.
FBI'ın bir seçime karışacağını düşünmek imkânsızdır.
And it's unthinkable to assume the FBI would involve itself in an election.
Ama elbette Bay Macallan'ın çalışmasından, bu kazançtan haberdardır.
But surely he knew the effects of Mr. Macallan's work? These exploits?
Doug Stamper ile hükûmetin geri kalanını da idari imtiyazın ardına saklanmamaya çağırıyorum.
I urge Doug Stamper and the rest of the administration to stop hiding behind executive privilege.
Doug'ın yardımıyla Hammerschmidt'e bilgi sızdırıyorum.
I've been feeding information to Tom Hammerschmidt for months with Doug's help.
Elimdekini teslim etmeye hazırım ama Macallan'ın ölümünün bana bağlanmayacağına dair teminat istiyorum.
I'm ready to hand it over, but I want to be assured that no matter what, Macallan's death is not related to me.
O yüzden ya istediğini alırsın... ya da ben geri alırım.
So, Claire, come and take it... before I take it back.
Affın inandırıcı olması için ayrılmış gibi görünmeliyiz Francis.
For this pardon to succeed, Francis, we need to appear to be estranged.
- Hazır mısınız?
- Ready?
Biraz çay alır mıydınız efem?
A spot of tea, sir?
- Anlamadım, ne sınırı?
Excuse me, what boundaries?
Hayır, kafamın kaput arması olduğu bir Rolls-Royce.
No, it's a Phantom with my head as the hood ornament.
Yarı Zamanlı, acaba geçmiş hayat gibi şeylere inanır mısın?
Part-timer. Do you, by any chance, believe in a past life?
- İnanır mısın?
- You do?
İnsan kısmının hayatta geçirdiği dört vakit vardır derler.
They say humans are given four lives.
İçecek bir şey alır mıydınız?
Would you like something to drink?
Kafasını kurcalayan bir şey olduğundandır.
He must be bothered about something.
Hayal kırıklığına uğramış olmalısınız.
It makes Your Highness sad.