Their Çeviri İngilizce
212,951 parallel translation
Şundan buna tarzı şeyler söyleyince... milletin kafası karışıp etkileniyor.
Say anything-to-anything, people lose their minds.
Sence Wi-Fi'leri "Vag-Town" mudur?
You think their Wi-Fi is "Vag-Town"?
İnsanların hayatlarının tüm ayrıntılarını herkesin görebileceği şekilde göndermediği günleri düşünmek garip oldu artık.
Weird to think there was a time when people didn't post all the details of their lives for everyone to see.
Artık Seattle'ın başında çocukları zombiye çevirip ailelerine şantaj yapan biri var.
And the guy running Seattle right now is a guy who turns kids into zombies and blackmails their parents.
- Bilgileri al, olur mu?
Get their info, will you?
206 Weekly'nin tartışmalı zombi haberinden sonra bazı veliler tüm öğrenciler nabız kontrolünden geçene kadar çocuklarının derse girmesine izin vermeyi reddetti.
In the wake of 206 Weekly's controversial zombie story, parents in some local schools are now refusing to let their children attend classes until they conduct blood pressure screenings on all students.
Hemen diğerlerini almamız gerekiyor fakat iletişim cihazlarına ulaşamıyorum.
We need to get the others back here now, but I can't raise their comlinks.
Son görüldükleri yeri belirleyin ve bizi oraya indirin.
Pinpoint their last known position and take us down.
Kaptanları deneyimsiz olduklarını gösteriyor.
Their captain is showing their inexperience.
O öldükten sonra Jedilar kılıcını tapınakta saklamışlar.
After his passing, the Jedi kept the saber in their temple.
Ailen kendilerinin yarattığı bir hapishanede bulunuyor.
Your family is in a prison, one of their own making.
Çünkü eğer Rittenhouse dinleseydi, kurucularını öldürdüğümüzü öğrenirlerdi.
Because if Rittenhouse heard it, they'd know we killed their founder.
Bu öğlen, Edison ve Ford finansörleri J.P. Morgan'la buluşacaklar.
This afternoon, Edison and Ford are going to meet with their financier, J.P. Morgan.
Rachel gündem konularını arttırıyor ve bunun, onunla bir ilgisi var.
Rachel is ramping up their agenda. And this has something to do with it.
- Kira'yı gözetim altından kurtarabilirsen sizi bugün götürebilirim.
If you can get Kira out from under their surveillance, - then I can move you today.
Dokularının içinde, küçük bitkiler, mikroalgler vardır. Santimetrekare başına 1.000.000 tane.
They have, inside their tissues, small plants, these microalgae... a million per centimeter squared.
İçlerinde yaşayan bitkiler fotosentez yaparlar ve hayvan da bunu besin olarak kullanır.
The plants that live inside them photosynthesize, and the animal uses that for their food.
Polipleri büyür.
They expand their polyps.
Isı, onların normal ısı seviyesinin biraz üzerine bile çıksa, mercanlar beyaza dönmeye başlıyor.
If the temperature spikes just a little bit above their normal range... corals will start to bleach.
Dokularında yaşayan küçük bitkilerin fotosentez yapma ve hayvanı besleme yetenekleri zarar görür.
The small plants that live inside their tissues, their ability to photosynthesize and feed the animal host is impaired.
İlk buluştuğumuzda teslim tarihi absürttü. KAMERA TEKNİSYENİ
When we first met them, their deadline seemed absurd.
Çevre onlara izin verdiği sürece yaşamaya devam eder.
They just kind of continue to go on as long as their environment allows them to.
Mercanlar, insan dışında, dünyadaki başka yaşam formlarının aksine, kendi çevrelerini kurup yaşam ortamlarını yaratma kapasitesine sahip tek tür.
Corals, unlike any other form of life on Earth, except man, have the capacity to build their own environments, to create their own habitats.
Bütün hayatları boyunca orada yaşarlar.
They live there pretty much their entire life.
Yarım milyarla bir milyar arasında insan, ana yemek kaynağı olarak mercan resiflerine bağlıdır. UOAD MERCAN RESİF NÖBETİ
[Eakin] We've got half a billion to a billion people that rely on coral reefs as their main source of food.
Kültürleri, yaşam şekilleri, ekonomileri, sağlıklı mercan resiflerine dayanır.
Their culture, their way of life, their economies are all reliant on healthy coral reefs.
Lizard'da floresanlaşan ya da beyazlayan mercanların yosunla kaplı şekilde ölüme gitmelerini gördük.
Up at Lizard, we essentially have fluorescing or bleached corals going through their transition to death, being covered in algae.
LABORATUVAR ETİK KURALLARI Çünkü herhangi biri laboratuvara numunesini gönderebilirse herkes sistemde hile yapmanın yolunu bulabilir.
Because if somebody could just send their samples into a lab, then anybody could figure out how to game the system.
Rusya 80'lerde atletlerine doping kullandırıyormuş.
Russia was doping their athletes in the'80s.
İnsanlar işlerini merak ediyor ama laboratuvar neredeyse bomboş.
People are looking for their job, but laboratory is almost empty.
Atletizm takımımızla ilgili son gelişmelere ilişkin olarak spor bakanımızı ve tüm spor yetkililerimizi bunu birinci öncelikleri yapmaya çağırıyorum.
Regarding the recent events connected to our track and field team, I urge the sports minister and all my sports colleagues to make this their number one priority.
Çünkü sadece geleceklerini değil, geçmişlerini de mahvediyoruz.
Because we destroy not only their future, we destroy their past.
En sevdikleri dava etme aracı budur.
That's their favorite charging instrument.
En iyi performansı sergilemeleri için yarışma boyunca mı?
Through the competition so they could be at their very top level?
Devlet destekli doping kapsamında Rus atletlerin her birinin temiz idrar numunelerini mi saklıyordunuz?
For every single Russian athlete under the state-sponsored doping, you had clean samples of their urine being held?
Altın madalya Rusya'ya gidiyor ve pilotları, dörtlü kar kızağında kazanan en yaşlı atlet oluyor.
Gold to Russia, making their pilot the oldest man ever to win the four-man bobsleigh.
Her birinin Londra'da ne kullandığı, numune numaraları ve alınış tarihleriyle birlikte yazılı.
What every single athlete was taking in London, including their sample numbers and collection.
Londra Olimpiyatları'ndan önceki tüm protokolleri elimizde.
And we have all their protocols before the London Games.
... Rus atletler, rakiplerinin ve halkın itimadını sarsmaksızın... BAŞKAN IAAF... güvenilir bir şekilde uluslararası yarışmaya geri dönemez.
Russian athletes could not credibly return to international competition without undermining the confidence of their competitors and the public.
Madalya kazanma hırslarını, ahlaki ve etik anlayışlarının, olimpiyat değerlerinin önüne koymuş...
The desire to win medals superseded their collective moral and ethical compass, and Olympic values...
İnsanlığa filizlendikleri yıllardan beri önderlik etmişler zarafetle yol gösterip cesaretlendirerek adeta bebeğinin ilk adımlarına destek olan ebeveyn rolünü üstlenmişlerdir.
They shepherded humanity through its formative years, gently guiding and encouraging, like a parent clapping their hands at a baby's first steps.
Keşişler gibi kudretli ve müşfik bir müttefiğe sahip olan ve karşılığında yalnızca sevgi ve sadakat istenen Dünya halkı pek şanslıdır.
How lucky Earth is to have an ally as powerful and tender as the Monks, that asks for nothing in return for their benevolence but obedience.
En son onlardan yardım istiyordum sonrası belirsizlik.
I asked for their help and then... And then there's nothing.
- 6 haftada bir yakıt, gıda, eşya v.b. ihtiyaçları tedarik teknesiyle temin ediliyor.
- Every six weeks, all their food and fuel and stuff gets taken to them by a supply boat.
Onların bu zarafeti ve tevazuu...
Their grace and humility...
Hayır, zarafet ve yardımseverliği sadece- -
No, their grace and philanthropy is matched only by their...
Keşişler yolda.
The Monks are on their way.
Pes edip yalanlarına inanmak o kadar kolay olurdu ki.
It would have been so easy to just give in and believe their lies.
Herkes mühimmatını kuru sıkı mermilerle değiştirdi.
Everyone exchanged their ammo for blanks.
Yalanlarıyla milyarlarca insanın beynini nasıl işgal ediyorlar?
How do their lies infiltrate the brains of billions?
... bir tartışma hayal etmişti.
He imagined a debate between microscopic cheese mites trying to determine the origin of their chunk of cheese, whether it came down from above or rose from the platter below.