Zorundaydım Çeviri İspanyolca
4,474 parallel translation
Er ya da geç bir gün buraya gelip işlemleri tamamlamak zorundaydım.
Tenía que aclarar las cosas por aquí en algún momento.
Yapmak zorundaydım Jesse. Fiona'yı öldürecekti.
Tenía que hacerlo, Jesse, él iba a matarla.
banyodaydım. Dişmacunu veya duş başlığını almaya gittim. Onun için uzanmak zorundaydım.
Estaba en el baño y fui a tomar... la pasta de dientes a la ducha, tenía que estirar el brazo.
Sormak zorundaydım.
Tengo que preguntar.
Yapmak zorundaydım.
Tuve que hacerlo.
Sormak zorundaydım.
Entiendes que tuviera que preguntar.
- Çünkü seni korumak zorundaydım.
- Porque tuve que protegerla a usted.
Ne isterse yapmak zorundaydım.
Me tenía.
Üzgünüm evlat, kaçmak zorundaydım.
Lo siento, tuve que intervenir.
Kameraya çekmek zorundaydım.
Tenía que grabarlo. ¿ Por qué?
Gitmek zorundaydım.
Tenía que ir.
Yardım etmek zorundaydım.
Tenía que ayudar.
Ne kadar kötü hissedersem hissedeyim yeni günle yüzleşmek zorundaydım. Bugün merkeze gitmeyi düşünüyorum.
No importaba lo mal que me sintiera, tenía que afrontar el día.
Yarayı kapatmak için tişörtünün askasını kesmek zorundaydım.
Tuve que cortar la camisa para llegar a la herida.
Hangisini daha çok sevdiğime karar vermek zorundaydım...
Tuve que decidir qué quería más...
- Ulyanov'a adamlarını vermek zorundaydım.
Tuve que entregar a Ulyanov a tus hombres.
- Yapmak zorundaydım.
- Tuve que hacerlo.
Seni korumak zorundaydım.
Tenía que protegerte.
- Çağırmak zorundaydım.
- Tuve que hacerlo.
- Onu sorgulamak zorundaydım.
- Tengo que interrogarlo.
Onu öldürmek zorundaydım.
Tuve que matarlo.
Karşılık vermek zorundaydım.
Tuve que devolver el fuego.
Onu öldürmek zorundaydım.
Tenía que pasar lo que pasó.
- Ofise aceleyle gitmek zorundaydım.
- Tuve que apurarme en volver a la oficina.
Ama Rod gitmeden önce biliyordum ki eğer doktorluğa devam etmek istiyorsam ona istediği parayı vermek zorundaydım.
Pero antes de irse, la mañana siguiente, se aseguró de que supiera que si quería seguir siendo médico, él iba a necesitar mucho dinero.
Çocuklarımı korumak zorundaydım.
Tenía que proteger a mis hijos.
Hayatımı didikliyorlardı, Sharon. Onları geri püskürtmek zorundaydım.
Estaban fisgoneando en mi vida, Sharon, así que tuve que hacer que desistieran.
Bir adama eşlik etmek zorundaydım.
Y tuve que escoltar a este hombre.
- Ben de kaçmak zorundaydım.
Así que tuve que correr de allí.
Ve her başarısızlığımda, kız arkadaşımın hayal kırıklığına uğramamış gibi davranmasını görmek zorundaydım ama gözlerinden anlıyordum.
Y cada vez que no lo consigo, Tengo que ver a mi novia fingir que no está decepcionada, Pero lo puedo ver en sus ojos.
Ona yalan söylemek şu ana dek yaptığım en zor şeydi ama hiçbir şüphe kalmaması için yapmak zorundaydım.
Mentirle fue la cosa más dura que he tenido que hacer nunca, pero no había ninguna duda... Tenía que hacerlo.
Bu yüzden kendim yapmak zorundaydım.
Así que tuve que construir uno.
Bir torna tezgahı oluşturmak, ve camı eritmek zorundaydım, değişik derecedeki zımparalarla cilalamalıydım, tıpkı 17. yüzyılda lensleri yaptıkları gibi.
Así que tuve que hacer la forma en un torno, tuve que fundir el vidrio, Tuve que pulir con diversos grados de abrasivo, solo de la manera que hicieron lentes en el siglo 17.
Devam etmek zorundaydım.
Y tuve que seguir haciéndolo...
O aramayı açmak zorundaydım.
Tenía que atender la llamada.
Söylemek zorundaydım!
Tuve que hacerlo.
Onu korumak zorundaydım.
Tenía que protegerlo.
İyi geçinmek zorundaydım.
Tuve que jugar tranquilo.
Gerçeği bulmak zorundaydım.
Tenía que encontrar la verdad.
Hakkımızı almak zorundaydım.
Tenía que conseguir lo que nos merecíamos
Annem ömrünü mutfakta geçirirdi onunla konuşmak istediğimde oraya gitmek zorundaydım.
Mi madre se pasaba el tiempo en la cocina así que si quería hablar con ella, ahí es donde tenía que ir
Ama, bilirsin, yıllar sonra... Sadece... Kabul etmek zorundaydım...
Pero, sabes, después de varios años, yo solo, tuve que aceptarlo.
Nefret etmeyi bırakmak için, onu tanımak zorundaydım affetmek için. Nefret... Bir şeyi değiştirmedi.
El odio, no cambia nada.
Yani eleştirmenken gitmek zorundaydım.
O sea, tenía que ir cuando era el crítico.
Ama bir şeyler yapmak zorundaydım. Sahiplenilmiş insanlar kaçırılır Bo! Hey.
Pero tengo que hacer algo. ¡ Los humanos reclamados están siendo tomados, Bo!
Kafayı dağıtmak zorundaydım, Skip.
Debo tomar fuerzas, jefe.
Wolfsonlar'ı asla öldürmezdim ama ölmek zorundaydılar, bu konuda anlaşalım.
Yo nunca mataría a los Wolfson. Pero sí tenían que morir. Eso no se discute.
Seni göndermek zorundaydım.
Tuve que despedirte.
Bırakmak zorundaydım.
No renunciaste.
Zorundaydım, Charlie.
Tuve que hacerlo, Charlie.
Sormak zorundaydım.
Entiendes que tenía que preguntar.