Jeu Çeviri Fransızca
33,106 parallel translation
Bu soruşturma gözdağı vermeye varmadan yapabileceğiniz şeylerin bir sınırı var.
La durée de ce jeu est limitée avant que l'investigation devienne de l'intimidation.
Bir gezici kütüphanede kumarhane işletiyordu?
Il a dirigé un jeu de cartes sur un bibliobus?
Bir keresinde zar oyunun birine hileli olup olmadığı belirsiz bir zar soktum ve bu üç parmak artık eskisi gibi bükülmüyorlar.
Une fois j'ai glissé quelques dès dans un jeu de crap qui a peut être ou peut être pas était chargé, et maintenant ces trois doigts ne se plient plus comme avant.
- Yarışmadan gelmiş gibi yeni.
En provenance directe d'un jeu télé.
- Nedir bu oyunun planı?
C'est quoi le plan de jeu?
Araba çalmadı ya da barbutta zar tutmadı.
Il n'a pas volé une voiture ni organisé un jeu de craps.
Elimde 75 dolarlık kazı kazan kartı 12 dolarlık 180 kâğıt değerinde at yarışı kuponu ve hafta sonu oyunları için yaptığım seçmeler var.
J'ai un, um... jeu de grattage de 75 $, une mise de 12 $ pour 180 $, et mes pronostiques pour les matches de ce weekend.
Senin hastalıklı küçük oyununu oynamayacağız.
On ne va plus jouer à votre petit jeu écœurant.
Bu oyunu artık oynamak istemiyorum.
Je ne veux plus jouer à ce jeu.
Ne çeşit hastalıklı bir test bu?
Qu'est-ce que c'est que ce nouveau jeu de fou?
Bunlar bizi kaçıran için birer oyun.
Tout ceci est un jeu pour notre ravisseur.
Size gelip nereye ve bu var.
Et c'est là que tu entres en jeu.
Malakian kumar masasında.
C'est un jeu de carte Malakien.
Bu oyunu sevmiyorum.
J'aime pas ce jeu là.
Eski kafalı olduğunu düşündüm.
Je pensais qu'il était vieux jeu.
Sen de ipin ucunda ne olduğunu anlamalısın.
Vous devez comprendre ce qui est en jeu.
Bak, hayatı tehlikede olan ben değilim.
Ce n'est pas ma vie en jeu.
Bir adamın hayatı söz konusu, tamam mı?
La vie d'un homme est en jeu, d'accord?
Hep tek bir kuralım vardır iyi bir kaçış planı olmadan asla işe girişme. Ama işin ucunda kızım olduğu için o tek kuralı da çiğnedim.
Je suis toujours une règle... ne te lance pas dans un travail sans un bon plan pour en sortir, mais avec ma fille en jeu, j'ai brisé ma propre règle.
Peng'in icabına baktıktan sonra yardımcısı ajandasında yazanları yapmaya devam edecek ve planlarının ne olduğundan, o gemilerin neden önemli olduğundan ve ne kaçırdığından bihaber şekilde sıcak savaşın içinde bulacağız kendimizi.
Tu mets Peng hors-jeu, son second prendra le relais et quelque soit leur programme, on débutera une guerre explosive sans connaitre leurs plans, pourquoi ces bateaux sont importants, il trafique quoi.
Kağıt oyunlarında hile yapardı.
Il trichait au jeu.
Atlar ve köpekler tehlikedeyken sessiz kalamam.
Les chevaux et les chiens sont en jeu.
İnsanlara hâlâ Eastern maçını anlatıyorum.
Je parle toujours du jeu de l'est.
Koç, bana bir sonraki maça kadar asla kayıplarımızı dikkate almamamı öğretmiştin.
Coach, vous m'avez appris à ne pas emporter ses défaites au jeu suivant. Toujours.
Televizyon programı seçmeleri için imzaladığın sözleşmenin arkasında basma kalıp denilen bir dille yazılmış bir metin var.
Ainsi, le contrat que vous avez signé pour les auditions du spectacle du jeu ayez la langue sur le dos appelé, um, "boilerplate" "
Zihin morfini gibi bir şey bu.
J'ai besoin à sevrez-moi fermé de jeu.
Avukatınım ben, bana yalan söylemen gerekmez.
En tout cas, j'ai rencontré avec les avocats pour les spectacles du jeu.
Buradaki oyunda bir şey daha var.
Il y a autre chose en jeu, ici.
Her zaman bir dolap çevirirler.
Ils sont toujours là à jouer à un jeu.
Bu riski alamayacağım, çok fazla şeyi tehlikeye atarım.
Je ne vais pas prendre ce risque, il y a trop en jeu.
Ne yani, sence bu bir oyun mu?
Vous pensez que c'est un jeu?
Bu bir oyun değil.
Ce n'est pas un jeu.
Demişti ki ; kumarda sırası geldiğinde kazanacak tek kişi kumarhanenin kendisidir.
Il a dit que la seule personne qui tire son avantage au jeu c'est la maison.
Hayır, Alex. Asıl problem.. Richmond'ın oyunlarını oynamamış olmam..
Le vrai problème est que je n'ai pas joué le jeu de Richmond.
Eğer sidik yarışı yapıyorsan Aaron..
Si tu choisis ce moment pour un petit jeu, Aaron...
Ben de onu diyorum Emily.
C'est ce que je dis, Emily. Ce n'est pas un jeu.
Kendini oyuna getiriyorsun ve o da bunun mümkün olduğuna inandırıyor seni!
Tu te prends à ton propre jeu et il te dit que c'est possible.
Eski kocanınki ne kadar demode.
Votre mari est-il vieux jeu?
Bu sadece oyun.
C'est un jeu.
Rol yapma etkili bir tekniktir.
Le jeu de rôle peut être efficace.
Birazcık gönlümü yapsan olmaz mı?
Prêtez-vous au jeu.
Ama benim Little Brown'daki işim yeni kitapla aynı derecede tehlikede.
Et mon travail à Little Brown est également en jeu avec ce nouveau livre.
Mahkeme salonundaki becerikliliğim sizi etkilemedi mi?
Mon jeu de jambes ne vous a pas impressionnée?
Sadece oyundu.
Juste un jeu.
Bazı şımarık oyun yarışmacıları sürekli yanlış kapıyı seçer ya.
Un jeu imprévisible où je choisis toujours la mauvaise porte.
Burada tehlikede olan gerçek evlilikler var, Bill.
De vrais mariages sont en jeu.
Ben rol yapıyoruz sanıyordum ki bu arada, tek gerçeklik sadece lokantaya dava açabileceğin.
Je pensais que c'était un jeu de rôles, il n'y a que dans cette situation qu'on pourrait le poursuivre.
Bu taktiği biliyorum..
Je connais bien ce jeu.
Neredeyse restoranı darmaduman eden aptal, riskli planından dolayı!
À cause de ton jeu ridicule qui a failli détruire le restaurant!
Adam ıskartaya çıkmıştı artık onlara bir şey yapamazdı ama yine de...
Il était hors-jeu. Il ne pouvait plus rien leur faire, mais ils...
Sakallı tuhaf tipler, hikayeler ve disk itelem oyunu vardı.
Il y avait tous ces vieux cinglés avec des barbes et des histoires, et le jeu de palet.