Onı Çeviri Fransızca
1,637,423 parallel translation
Bilmiyoruz.
On ne sait pas.
O zamanlar bile Baltimore'da yılda ortalama 200 cinayet işleniyordu.
On devait s'occuper de 200 meurtres par an, déjà à cette époque, à Baltimore.
Kayıp süresi uzadıkça cinayet şüphesi arttı ama bunu belli etmek de istemedik.
Plus ça durait, plus la piste criminelle devenait sérieuse, mais on n'allait pas le crier sur tous les toits.
Rahibe Cesnik ve Joyce Malecki ortadan kaybolmuştu. İkisi de alışverişe gitmiş genç, çekici, beyaz kadınlardı.
On avait la disparition de sœur Cesnik et de Joyce Malecki, deux belles jeunes femmes blanches qui faisaient leurs courses.
Okula gittiğimde herkesin şaşkın olduğunu hatırlıyorum çünkü kimse onun ortadan kaybolacağına inanmıyordu.
Je me souviens être retournée à l'école et tout le monde était abasourdi. On n'arrivait pas à croire qu'elle avait disparu.
Birisinin başının belada olduğunu bilip elinizden bir şey gelmemesi tarif edilemez bir duygu.
C'est difficile à décrire comme sentiment. On sait que quelqu'un est en danger, mais on ne peut rien faire.
Kasım ayından sonra Noel yaklaştıkça bence hepimiz onun asla bulunamayacağını düşündük.
Quand les cours ont repris jusqu'aux fêtes de Noël, on pensait tous qu'elle ne serait jamais retrouvée.
Soruşturmanın devam ettiğini biliyorduk ama artık bunu alenen yapmıyorlardı.
On savait qu'il y avait une enquête en cours, mais on ne s'en rendait plus compte.
Bir sürü sorumuz vardı ve bunların yanıtlanacağını sanmıyorduk.
On avait énormément de questions et elles allaient rester sans réponses.
Çünkü insan iki farklı şey hayal ediyor.
On imagine deux possibilités.
Yaşadığı bir senaryo hayal ediyorsunuz çünkü yaşamasını istiyorsunuz.
Dans l'une d'elle, elle est en vie parce qu'on veut qu'elle le soit.
O zaman diğer ihtimali, ölmesini düşünüyorsunuz.
Alors, on imagine une autre possibilité. "Imaginons qu'elle soit morte."
Hatırlıyorum, bir duvara yaslanmıştım ve birisi bana cesedin bulunduğunu söylemişti.
Je m'en souviens. J'étais adossé contre un mur quand on m'a dit qu'on avait trouvé son corps.
Alan hakkında pek bir şey bilmiyorduk.
On ne savait pas grand-chose de lui.
Ulaşmakta zorlandıklarımıza.
Mais qu'on ne savait pas comment aborder.
Herhalde çöp yakılan ufak bir araziydi.
C'était un lieu où on brûlait des déchets ou ce genre de choses.
Hiç unutamıyorsunuz.
On n'oublie jamais.
Ama... Bu işinizin bir parçası ve bunu kabulleniyorsunuz.
Mais... ça fait partie du boulot et on l'accepte, je suppose.
Esas soru şuydu, oraya atılmış mıydı?
On se demandait pourquoi elle était là.
Buradaydık.
On était là.
Bence cesedi oraya atılmıştı, bir arabadan atılmış, orada sırtüstü yatıyordu.
Je pense qu'on l'a balancée là. On l'a balancée depuis la voiture et on l'a laissée ainsi.
Evinizdeyken bana bir şey söylemiştiniz. Tekrar sormak istiyorum.
Quand on était chez vous, vous nous avez dit des choses et je voulais en reparler.
Devriye memurunun raporunu almamız mümkün olabilir, demiştiniz.
Vous avez dit qu'on pouvait obtenir le rapport fait par l'agent de service.
Bunun için sizin dışınızda kimi arayabiliriz?
Qui on peut appeler pour ça, à part vous?
"Çöplüğe vardığımızda kar yağıyordu ve hava feci soğuktu, diye anımsadı dedektif."
"'Il neigeait quand on est arrivé et il faisait un froid de canard,'se rappelait l'inspecteur. "
Bütün gün suç mahallini araştırdık.
On a travaillé sur place toute la journée.
Adli tıbbı çağırıp hemen bir otopsi talep ettik.
On a contacté le légiste et on a exigé une autopsie immédiate.
İsteyeceği en son şey, olay yerine geri dönüp "kurbanının arabasını kullanırken fark edilmektir."
Il ne veut surtout pas retourner dans la zone où on pourrait le voir conduire la voiture de la victime. "
Evet, Rahibe Cesnik dosyasında ceset iki ay sonra bulundu. O süre içinde birçok kişinin ifadesini aldık, onunla iletişimde olabilecek herkesin.
Dans l'affaire Cesnik, jusqu'à ce que le corps soit trouvé, pendant l'intervalle, on a enquêté sur plusieurs personnes, tous ceux pouvant être liés à elle.
Ve ne kadar çok beklerseniz delil toplamanız o kadar zorlaşır.
Plus on attend, plus il est difficile d'obtenir des preuves solides.
Farklı şeyleri bulmak için hayal gücünüzü zorlayabilirsiniz.
On peut devenir fou à essayer d'élucider le mystère.
Bunun dışında ne biliyoruz, bilmiyorum.
À part ça, on n'a pas grand-chose.
Çünkü cesedinin bulunduğu bölge şans eseri yanından geçip
Parce que son corps n'a pas été trouvé dans une zone où on passe comme ça en se disant :
" Bilgi toplayarak bu işe giriştik.
On a commencé à collecter des infos.
Dedik ki " Ne olduğunu bilmiyoruz.
On disait : " On ignore ce qui s'est passé.
Her detayı toparlayalım, bize anlatılan her hikayeyi dinleyelim. Kendimizi bir çıkmazda bulursak oturup bilgilere bakalım.
On rassemblera toutes les infos possibles, on écoutera toutes les histoires et quand on aura l'impression d'être dans une impasse, on passera tout en revue et on dira :
Cathy Cesnik ve Joyce Malecki için adalet istiyoruz.
On veut que justice soit faite pour Cathy Cesnik et Joyce Malecki.
İyimser olmaya çalışıyorum ama bir an önce bağlantı kurmak istiyorum.
J'essaye d'être optimiste, mais j'ai hâte qu'on relie enfin tout.
"Bu hâlâ açık bir dosya, bunu sizinle tartışamayız."
"C'est une enquête en cours, on ne peut rien dire."
İki büyük cinayet işleniyor, iki dosya da bir türlü çözülemiyor.
On a deux gros signaux d'alerte, mais aucune affaire n'est résolue.
"Rahibe Cathy'nin katilini bulmak istiyoruz" diyen başka kadınlar da olduğunu gördüğümde...
Mais j'ai découvert que d'autres femmes disaient : "On veut découvrir qui a tué sœur Cathy."
Artık bu işin peşini bırakamayacağımız bir noktaya geldik.
On est arrivé à un stade où on ne va pas laisser ça passer.
Adaletin yerini bulması için ne gerekiyorsa yapacağız.
On fera tout ce qu'il faut pour que justice soit faite.
Onunla konuşmayı çok isterdim çünkü bir hikayesi vardı ve bunu hiç dinleyemedik.
J'aimerais pouvoir lui parler parce qu'elle a des choses à dire, et on ne les a jamais entendues.
Kim olduğumun ve ailemin bilinmesini istemedim.
Je ne voulais pas qu'on connaisse mon identité ou celle de ma famille.
Çünkü insanların dediklerim hakkındaki yorumlarından ve düşüncelerinden korkuyordum.
J'avais peur qu'on me juge pour ce que j'avais dit.
Katolikleri okulda görmekle kalmayıp
Non seulement on était tous catholiques au lycée... KEOUGH
Katoliklerle kiliseye gidiyorduk, Katolik toplumlarda yaşıyorduk.
- PROMOTION 1971... mais on se retrouvait à l'église, les communautés étaient catholiques.
1969'da, Rahibe Cathy öldüğünde, çok daha basit, sade ve ilkel bir toplum içinde yaşıyorduk.
En 1969, quand sœur Cathy est morte, on vivait dans une société beaucoup plus simple et primitive.
On kardeşiz.
Nous étions dix enfants.
Herkes pazar günleri kiliseye giderdi. Babamız polis olduğu için o gün çalışıyorsa ve araba yoksa kiliseye yürüyerek giderdik.
Tout le monde allait à l'église le dimanche et quand on n'y allait pas en voiture, parce que papa était policier et travaillait parfois le dimanche, on s'y rendait à pied.