Sallan Çeviri Fransızca
1,307 parallel translation
Başını oynattığında da küçük cenin sallanıyordu.
Quand elle bouge la tête, le fœtus, il remue.
Sallan, sallan, yukarıya ve aşağıya.
Matin et soir Sur la balançoire
Sallan, sallan, yukarıya ve aşağıya. Memur Barbrady!
Matin et soir Sur la balançoire...
Kafanızdaki sorun nedir? Neden öyle sallanıyorsunuz?
Pourquoi vous tremblez comme ça?
- Jake, sallanıyor biraz.
- Jake, ça bouge un peu.
O... sallanıyor.
Ca... Ca bouge.
Jake, sallanıyor.
Jake, ça bouge.
- Sallanıyor.
- Ca bouge.
Sağa sola sallanırsak tıpkı rüzgârda dalgalanan bayrak gibi oluruz.
Si on se balance de gauche à droite, le drapeau flottera au vent.
Joxer, sallan!
Joxer, balance-toi!
Hayır, kesinlikle sallanıyor.
Elle est bien bancale.
Tatlım yeterince kuvvet uygularsan herşey sallanır.
Chéri, tout est bancal si tu secoues assez fort.
Midge, masa biraz sallanıyor.
Cette table est bancale.
Cletus, daha ne sallanıyorsun orada?
- Pourquoi tu claques des gencives?
- Dehşete kapılmıştım.Ve birden, sarmaşıklarda sallanıyordum - Maymunlarla, değil mi?
J'étais terrifiée, et me voilà sur des lianes, en plein ciel!
- Haklı, orada sallanıyor.
- Je l'ai vu mille fois
Şimdi, çikolatalı süt içsem, popom bir hafta sallanıyor.
Maintenant, un milk-shake, et j'ai les miches qui tremblent.
Bir milyon dolar için gerekirse ağaçta hindistan cevizi gibi sallanırım.
Pour un million, je veux bien sucrer les fraises.
Kolları sallanıyorsa, sana doğru geliyorlardır.
S'ils bougent les bras ou ont le cul en l'air, ils vont foncer.
"Yürürken sallanıyorsun..."
"A la fois indomptable et soumise"
bu salıncak sallanırsın ve oynarsın
C'est une balançoire. C'est pour jouer. On se balance dessus.
İşte atış yapıldı.Sallanıyor...
Il lance... une très longue balle.
Uyusun bebek ağacın tepesinde... Sallanır beşik rüzgar esince...
Berce, berce le bébé sur la cime d'un arbre...
Böyle sallan.
Swing comme ça.
Tekne hala sallanıyor.
Le bateau tangue encore.
Adamım binanız sallanıyor.
Moi, je serais toi, ça me pousserait à sortir.
Sizin için bi kere göstericem bayrağın nasıl sallanıcağını.
Je le baisse une fois pour vous montrer!
Sallanıp durma.
- Ne bouge plus.
Ben de hep salıncakta sallanırım!
Je vais toujours sur la balancoire!
Şu kadının cüzdanına bak. İncecik bir ipten sallanıyor.
Regarde ce sac, la courroie est si fine qu'elle pourrait casser.
Dikkat edin, göbeği nitrogliserin ile doluymuş gibi sallanıyor.
Attention, son ventre bouge comme un bol de TNT.
Elektrik direklerinden falan mı sallanıyordun?
Tu t'es électrocutée sur des lignes électriques?
Bekle... eğer o sunaktan atladıysa... neden onun üzerinde sallanıyor?
Attends. S'il s'est jeté de l'autel, pourquoi pend-il juste au-dessus?
Sen, çaylak! Sen niye sallanıyorsun?
Et toi, pucelle de mes couilles, qu'est-ce que tu branles?
Yer sallanıyor.
Le sol tremble.
Göbek bağı, kadının kanlı göğüslerinin üstünde ölü bir yılan misali sallanıyor sanki, kadın muhtemelen bayılacakmış gibi.
Le cordon ombilical se balance comme un serpent mort au-dessus de la poitrine de la femme. Elle semble sur le point de s'évanouir.
Sallanıyor.
C'est branlant.
Sanki, eski dostumuz George bir kedi gibi. Sanki, tüm kahrolası şakaları kuyruğunda sallanıyor gibi.
Oui, notre ami George est comme un chat de ruelle dont l'humeur dépend des mouvements de queue.
Önünde heybetli bir meşe ağacı ve... küçük, mutlu bir lastik sallanırdı.
Un refuge, si vous voulez. Avec un grand chêne sur la branche duquel on a accroché un...
" Bir zamanlar hus ağaçlarında sallanırdım.
" J'ai jadis grimpé de branche en branche.
O yaşIı popo sağa sola sallanıyor. Yüksek topuklar giyilmiş, halının üzerinde yürüyor... bana kucak dansı yapıyor, evlat.
Avec son gros cul qui rebondit... et ses talons hauts.
- Dik konumdayken sallanıyor.
- Elle est secouée en position debout.
"Oda boşluk içinde sallanıyor sallanmayan bir çan gibi" Valentin Iremonger.
"Le vide de la chambre " comme le mutisme d'une cloche immobile " Valentin Irmonger
- Bir, iki. - Başını aşağıda tut ve sallan.
Baisse la tête et cogne.
Ilık tuzlu suda birileri boğulmuş gibi sallanıyorken.
Bercé par l'eau chaude et salée, comme quelqu'un qui s'est noyé.
Sallanıyorsun.
- Tu le fais pencher.
Niye sallanıyorsun?
- Pourquoi tu le fais pencher.?
Masa sallanıyor?
Cette table est bancale?
- Sallanıyordum, uçuyordum.
Je volais. Dans les airs.
- Ve benim alet sallanıyor -
Elle se trémousse sur la descente de lit. Popaul est à la fête.
Sallanırken seni görmüş, şimdi de senle tanışmak istiyor. Haydi gidiyoruz.
Hé, Duckbae!