Tarde Çeviri Fransızca
797 parallel translation
Gecikme ama, o şampanyanın uzun süre dayanacağını sanmam.
Ne tarde pas trop. Cette bouteille ne durera pas.
Neden gecikti, o zaman?
Pourquoi donc tarde-t-il?
Aklını toplaması için hala bir günü daha var.
Il tarde à donner sa réponse.
Onu görmek için sabırsızlanıyorum.
Il me tarde de la voir. Ernest est là.
- Geç kalma tatlım.
Ne tarde pas.
- Maggie, neden gelmedi?
- Maggie, pourquoi tarde-t-il?
- Size göstermek için çok sabırsızlandık.
- Il nous tarde que vous voyez.
- İleride konuşuruz.
- Il nous tarde d'y être.
- Ya da haftalar. Tek bildiğim, eğer ertelersem bir daha asla bulamayabilirim.
Mais si je tarde, je ne les trouverai jamais.
- Teşekkür ederim. - Arkadaşınız gecikti galiba.
Votre amie tarde!
- Sen de fazla oyalanma, Zan.
- Ne tarde pas trop, Zan.
Tarzan, ben de senin kadar sabırsızım ama yapabileceğimiz bir şey yok.
Il me tarde, aussi, mais il faut attendre.
Şu adam sanki ona hiç ulaşamayacakmış gibi.
Il tarde à arriver le gars.
Yoksa kim katlanabilir zamanın kırbacına? Kanunların yavaşlığına, zorbanın kahrına, ve iyi insanların kötülere kul olmasına ; bir bıçak saplayıp göğsüne, kurtulmak varken?
Qui, en effet, endurerait le fouet du siècle la loi qui tarde la morgue des gens en place et les vexations que le mérite doit souffrir d'êtres vils alors qu'il peut se donner quitus rien que d'un coup de dague?
Sadece öğrenmek için çok hevesliyim Bay Barkley...
Il me tarde tant de tout savoir de ce métier.
Ağabeyin çok geç kalmadı mı?
Que fait ton frère? Il tarde à venir.
Gecikti.
Pourquoi tarde-t-il?
Hayatının işine dönmek için sabırsızlanıyorsun.
Il vous tarde de reprendre le travail de votre vie.
Görmek için sabısızlanıyorum.
Il me tarde.
Niye bu kadar uzun sürdü?
Pourquoi est-ce qu'il tarde tellement?
Biliyor musun Owenlara her gidişimde onu görmek için sabırsızlanırım.
Tu sais... Chaque fois que je vais chez les Owen il me tarde de la voir.
- Dan, bu sandıkları indirmeme yardım et. - Bir dakika, çocuklar. Endişenizi biliyorum, kasabaya gidip alem yapacaksınız.
Il vous tarde d'aller vous en payer en ville.
Ah, Bay Sumner! Bay Azae'nin sizi görmek için ne kadar sabırsızlandığını biliyorum ama...
Je sais qu'il tarde à M. Azae de vous parler, mais...
Ama yakında gelmezse onsuz başlarız.
Mais s'il tarde trop, on le fera sans lui. C'est ma tournée.
Ev ahalisi ne zaman gelir?
Votre famille tarde.
Seni çok sevdiğimi ve daha fazla beklemek istemediğimi... daha sonra da söyleyebilirdim.
J'aurais peut-être tardé à vous dire combien je vous aime et que je ne veux plus attendre.
Savunma makamı sırf savunma olsun diye aceleci davrandı. Suçu işlediğine dair tartışmasız bir neden olması hususunda net olarak yargıya varamadık.
La défense n'a pas tardé à souligner, et n'a défendu que cela, qu'il était impossible d'établir un mobile pour ce meurtre.
Rotanızı biraz geç belirlemişsiniz...
Vous avez un peu tardé.
Bunu giymen uzun sürmüş olmalı.
Vous avez bien tardé à le porter!
O evde niçin bu kadar uzun süre kaldın?
- Pourquoi avez-vous tardé à rentrer?
Neden bu kadar uzun kaldın?
Pourquoi avez-vous tardé à rentrer?
- "Uzun zamandır yoktun." - Öyle konuşmuyor.
Mon chéri, tu as tant tardé!
Bay Aysgarth'a hakkındaki tahkikatta bir gecikme olduğunu söyler misiniz?
Nous avons tardé à répondre à sa demande.
Epey oldu gideli.
Tu as bien tardé.
Daha erken gelemediğim için beni bağışla.
Excusez-moi d'avoir tant tardé.
Birinin içkinin dozunu kaçırmasının ölümcül olacağını çok geç öğrenecekti.
Il avait trop tardé à comprendre qu'abuser de la boisson pouvait être fatale.
Bu kadar beklememeliydin, Alex.
Vous avez trop tardé, Alex.
Buraya gelmeniz neden o kadar çok sürdü?
Pourquoi avez-vous tant tardé?
Şimdi hamsileri muhafaza etmek için tuza ihtiyaçları vardı.
[Les frais n'ont pas tardé à venir. ] [ Il faut du sel pour les anchois]
Beni aldırmaları da epey vakit aldı.
Ils ont tardé à vous envoyer.
Para kazanmam çok uzun sürmedi.
Je n'ai pas tardé à faire fortune.
Bunun yüzünden geciktik.
Voilà pourquoi on a tardé.
- Geciktik. Bağışlayın.
- Nous avons tardé.
Steve, Irene ve Junior'ı bize kokteyl içmeye davet ettim.
Ne tarde pas.
Aslında bundan önce geleceğini sanıyordum.
Je m'étonnais que vous ayez tant tardé à venir.
Bunu iki gün önce yapmalıydınız.
Vous avez déjà trop tardé!
Bir parça daha geç kalsaydın, şimdi daha zengin bir adam olacaktın.
Si t'avais tardé un peu plus, t'aurais été plus riche.
İstasyondan buraya kadar yürüdün mü?
- Tu as tardé à venir depuis la gare. - Tu as fait le chemin à pied?
Bu anı hep bekledik.
Ce moment nous a bien tardé.
- Seni iki kere çağırdım.
- Tu as tardé.
Geç kaldın Montana.
T'as trop tardé, Montana.