Yoksulluk Çeviri Fransızca
358 parallel translation
Yıllar boyunca, bir başına yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veren Beaumont çalışmalarıyla Baronun ilgisini çekmiş ve onun evine davet edilmişti.
Longtemps, il s'était débattu dans la misère. Jusqu'au jour où le Baron, soudainement intéressé par son travail, l'avait invité dans sa demeure.
Siz yoksulluk içinde yaşamadınız. Dişinizden tırnağınızdan arttırmadınız.
Vous n'avez jamais mené une vie de chien... économisé sou par sou.
Milyonlarca Alman işsizlik ve yoksulluk ile boğuşurken... göçmen Yahudiler birkaç yılda devasa servetler elde ettiler.
Pas grâce à un travail honnête, mais au moyen de l'usure, l'escroquerie et la fraude. Les Sklarek ont allégé le trésor de Berlin de 12,5 millions de marks.
Çünkü sürünüzün çobanlığını yapıyorsunuz. Ama sürünüzün pislik ve yoksulluk içinde yaşamasına göz yumuyorsunuz.
Parce que vous vous dites être les bergers du troupeau, et pourtant vous permettez que vos brebis vivent dans la saleté et la misère.
Hayat boyu yoksulluk içinde yaşamana, iyi bir yemek için başkalarından gelecek sadakaya muhtaç kalmana nasıl razı olurum?
Croyez-vous que je vous laisserai ainsi, dépendante du bon cœur des autres pour des bons repas?
Çocuklarımız başkalarının eskilerini giyerken, biz yoksulluk içindeki bir ev için Tanrı'ya şükür mü edeceğiz?
Nos enfants grandissant dans des vieux vêtements, et nous, rendant grâce à Dieu d'être dans un humble logis? Je peux supporter une telle vie au nom de mon travail, mais je crois que je me mettrais à tuer... si vous deviez avoir des cheveux blancs 20 ans avant l'heure. Non.
Ama öyle değil. Yoksulluk bir şeyin eksikliği değildir.
Mais la misère n'est pas un manque.
Günümüzde, yoksulluk insanlara kafalarını kaybettiriyor.
- Malheureusement, de nos jours la pauvreté fait de nous des criminels.
İş bulabilseydim yoksulluk nafakası için başvurur muydum?
Demanderais-je un prêt sinon?
Eski şarkılar, şu akortsuz piyano, saçma kıyafetler. Fareler, küf kokusu, ve yoksulluk...
Les mêmes vieilles chansons, le piano désaccordé, les costumes de scène pourris... l'odeur des rats, de moisissure et de pauvreté.
Tabii sen yoksulluk indirimiyle kalıyorsundur.
Vous, bien sûr, êtes assistée.
Makam, para ya da arazi uğruna değil de aşk için evlendi diye onu, zorluklarıyla baş edemeyeceği bir dünyada yoksulluk ve esaret içinde yaşamaya mahkum ettiler.
Parce qu'elle avait choisi l'amour, plutôt que le rang ou l'argent ils l'ont condamnée à vivre une vie de pauvreté et d'esclavage.
Innocent, yoksulluk ve zenginliğe olan inancı nedeniyle onun insanlara vaaz vermesine izin vermişti.
Le monde le traita d'insensé, mais le Pape Innocent lui accorda de porter aux hommes sa propre Foi, dans la pauvreté.
New York, Paris, Londra gibi hemen hemen bütün büyük şehirler refahının ardında, yoksulluk içinde sürünen evleri ve bu evlerde yaşayan sağlıksız ve eğitimsiz çocukları suç işlemeye mahkûm çocukları barındırır.
Il n'y a guère de capitales comme New York, Paris, Londres, dont le luxe ne cache des foyers misérables où, mal nourris, privés de toute hygiène, d'école, grandissent des enfants voués au crime.
Bu zamanda çok yoksulluk var, beslenecek çok ağız var.
Aujourd'hui, il y a beaucoup de misère, trop de bouches à nourrir.
Yoksulluk öbür insanları olduğu gibi beni endişelendirmiyor.
La pauvreté ne m'inquiète pas contrairement à d'autres personnes.
- Denizde yeterince yoksulluk çekiyoruz.
Nous réussissons mal à bord.
Yoksulluk içimi kemiriyor ve şu kokuşmuş vücudumu çürütüyor.
La pauvreté me ronge et va même jusqu'à empester mon corps entier.
Her yerde haksızlık ve yoksulluk gördüm.
Misère et injustice pavaient notre chemin.
Yoksulluk işte. İnan Tanrı biliyor.!
Tu as peiné plus que les pauvres gens et Dieu le sait.
Yoksulluk garantisine güvence denemez.
La misère garantie n'est pas la sécurité.
Hayatım boyunca... o kadar yoksulluk çektim ki.
J'ai tellement manqué de tout dans ma vie.
Yoksulluk, önyargı, acı çekme ve ümitsizlik.
La pauvreté, le préjugé, l'amertume et le désespoir.
Çalılıkta yoksulluk var, Sör Henry.
La lande est pauvre, Sir Henry.
Yoksulluk, namus ve itaatkarlık oldukça zordur.
La pauvreté, la chasteté et l'obéissance sont très difficiles à respecter,
Okyanusun dibinde ne zenginlik vardır ne de yoksulluk.
Au fond de l'océan, où il n'y a ni pauvres ni riches.
Sonu gelmeyecek bir yoksulluk içinde yaşamaktansa öylece ölmeyi beklemektense hayatını, samuraya yakışır bir şekilde harakiri yaparak sonlandırmak istiyorsun.
Vous voulez mourir. Plutôt que d'attendre la mort dans la misère.
O, insafsız bir... yoksulluk ve cehaletin... kurbanıdır.
Elle est la victime... d'une misère et d'une ignorance cruelles.
Annemin korktuğu bu... Yoksulluk... Kesinlikle bu.
Voilà ce qui fait peur à ma mère :
Yoksulluk hakkında ne biliyorsun ki?
Tu ignores tout de la misère.
Ama daha sonra yoksulluk içindeki yaşamına... sonsuza dek olmak üzere geri dönmüştür...
Après quoi, sa pauvre vie est devenue éternellement la même.
Omuzlarınızda haksızlık, yoksulluk ve haklarınızdan mahrumiyetle doğdunuz. Dinleyin!
Toi qui souffris dans ta chair de l'injustice, de la misère, de la privation de tous tes droits, écoute cet appel vibrant...
Mahkum sonsuza kadar yaşamak... bu sefalet ve yoksulluk.
Tu finiras ta vie dans ce trou misérable, avec la vermine, à travailler la terre ingrate!
Kitapçıda ödeyemediğim fatura ile ilgiliyse çok basit bir açıklaması var, yoksulluk.
Si c'est au sujet de ma note à la librairie, l'explication est simple : La pauvreté.
Minik Kuş hayatımızdan çıkarken yoksulluk girivermişti hayatımıza.
M. Ptáček a quitté nos vies mais la misère l'a remplacé.
Yoksulluk, salgınlar ve savaşlar olmayan bir dünya.
Un monde sans pauvreté, sans peste et sans guerre.
Gerçekler, güzelliğe karşı üstün gelince tropik hastalıkların bahçesinde masumluğumuzu yitirince kansız insanlarla birlikte hayvanların gözeneklerindeki kurtçuklarla aynı havayı soluyunca ya da sokaktan evimize kaçtığımızda yoksulluk da bizi izliyor, hem de en ölümcül şekilde yemek gibi, kitap gibi, plak gibi giysi gibi, tabak gibi, deri gibi.
Quand la beauté est dépassée par la réalité, quand nous perdons notre pureté dans ces jardins tropicaux, quand, entre tant d'anémiques, nous respirons... le même souffle de vermine par tant de pores animaux, quand nous fuyons les rues, et que dans nos maisons même la misère nous accompagne dans les choses les plus fatales, la nourriture, le livre, le disque, le plat, la peau, le foie éclaté, la gorge en panique... et un inexplicable oubli de nous-mêmes.
O büyük ulusunu yoksulluk ve işsizlikten kurtarmıştı.
Avez-vous vu les tracts de notre parti?
Nihayet yoksulluk sınırını aştık. - Pek sayılmaz.
On laisse la misère derrière nous.
Yoksulluk suç değil.
Tu sais, ce n'est pas un crime d'être pauvre.
Sevgili Kralımız, Majesteleri'nin emriyle San Ignacio Manastırı'na gideceksiniz. Orada, iffetlilik ve yoksulluk için yemin edeceksiniz.
vous vous retireirez au couvent de San Ignacio, où vous ferez voeu de chasteté... et de pauvreté.
Oh hayır, yoksulluk olmaz!
Ah non, pas de pauvreté!
Fazla yoksulluk yok.
Plus de pauvreté.
Kurslarımızda gülümsemeyi öğretiyoruz ama yoksulluk yüzünden hep somurtuyorlar.
On peut être pauvre et sourire.. De la démagogie, oui!
Fidye için tutulan bir prenses de olsa kuşatılmış bir ordu da kaldırılacak bir düşkün de acı, yoksulluk...
Que ce soit une princesse captive, une armée assiégée, celui qui doit se relever, le souffrant, le pauvre...
Ben yoksulluk yemini ettim.
J'ai fait voeu de pauvreté.
Karım yoksulluk nafakası almak zorunda kalacak.
C'est l'aide sociale qui se chargera de ma femme.
Yoksulluk yardımına muhtaç olmamızı istemiyorsun, değil mi?
Tu ne veux pas qu'on soit pris en charge par l'assistance sociale, hein?
Yoksulluk hakkında bir epik yaratmak istiyorsun.
- Adresse-toi à lui!
İlki, yoksulluk vakaları.
Tout d'abord, les cas de misère.
Neden bilmiyorum, ama yoksulluk daima üstün yeteneğin kız kardeşidir.
La pauvreté est sœur du génie.