Bakır Çeviri Portekizce
10,332 parallel translation
Pek çok teknoloji şirketinin Çin'deki fabrikalarında bakır, krom ve diğer ağır metaller yerel su yollarının akış alanlarını dolduruyor.
Nas fábricas chinesas de várias empresas tecnológicas, cobre, cromo e outros metais pesados saturam o escoamento das águas locais.
- Bu işten para kazanmak istiyorsan paslanmaz çelik, bakır ve pirinçten şaşma.
Queres ganhar dinheiro com sucata? Foca-te em aço inoxidável, cobre e latão.
Sana söyledim, iyi malzeme, duvarlara gömülüdür. Bakır kablolar, su tesisatı.
Estou a dizer-te, as coisas boas estão enterradas nas paredes, a fiação de cobre, as canalizações.
Geçen hafta Central'daki bakır madenini soyduğundan beri Timsah'ın peşindeyim.
Sigo o Croc desde que assaltou a mina de cobre na semana passada.
Bir bakır madeninden bahsetmiş.
Falou na mina de cobre.
Kablolar çoğunlukla bakır.
A maior parte das ligações são de cobre.
Bu da Timsah'ın bakır madeninde ne aradığını açıklıyor.
Isso explica a ida do Croc à mina de cobre.
Bakır, bu çok ilginç bir seçim.
Cobre, uma escolha muito interessante.
Bir tür bakır alaşım bu.
É algum tipo de liga de cobre.
Bakırı yeşile döndüren şey, oksitlenme.
A oxidação torna o cobre verde.
Eğer bir bakır alaşımına, kendini etrafındaki metallerle kamufle eden bir mesaj gizleseydin oksitlenene kadar onu tespit edemezdin.
Se escondermos uma mensagem na liga que se misturasse com os metais ao redor, não a encontrávamos até que oxidasse.
Happy bakır üstüne titanyum döküm yapıyor, etkisiz bir elektron aktarımıyla sonuçlanır.
A Happy está a fundir titânio com cobre, o que resulta numa transferência de electrões ineficiente.
Bak, bu gerçekten tatlı ama en son istediğim şey bağıştır, tamam mı?
Isso é muito simpático, mas não quero esmolas.
- Cece, bak. Kendimi bu yatırım işiyle çok kaptırdım biliyorum. Ee...
Cece, eu sei que me deixei levar por aquilo de investir...
Yoğun Bakım'da da çok kalmamıştır o zaman.
Então, ela não ficou muito tempo na UCI-Neo?
Bak, teknik olarak size yardım etmemem lazım ama kurallar kırılmak için vardır.
Sei que, tecnicamente, não devo ajudar, mas as regras são para ser quebradas.
Bak, bu modeli buradan kaldırıp yenisini koymam lazım ve bu iki gerizekalı anahtarları kaybetmiş. - Öyleyse iteleyelim.
Tenho de tirar este modelo, pôr o novo na montra, e estes palonços perderam as chaves.
Aslına bakılırsa, gördüğünüz şey kendilerine ait bir parçanın, kendilerine ait ifade ettikleri yaratıcı parçanın anlık bir yansımasıdır.
Na verdade, vê-se um reflexo de uma parte delas mesmas, que é a parte criativa delas a expressar-se.
O da bana bakıp "Hayır" dedi.
Ele olhou para mim e disse : " Não.
Burası hiç kimsenin 200 yıl boyunca geçerli olacak bir prensip yazmayacağı, yüzyıllarca seyredilecek bir tablo yapmayacağı veya yüzyıllar boyunca hayranlık duyulup şaşkınlıkla bakılacak bir kilise inşa etmeyeceği bir alan. Hayır.
Nesta área, ninguém escreve sobre um princípio que permanece durante 200 anos, ninguém pinta quadros que serão vistos durante séculos, ninguém constrói igrejas que serão admiradas durante séculos.
- Sonra da geçmişlerine bir bak. - Tamamdır, hallediyorum.
Encontrar alguém em comum, e investigar antecedentes.
Hayır, bak.
Não, ouve.
Bak, Diana'nın kaçırılmasına sağladığın katkıdan haberim var. Yani hiçbirimiz kusursuz değiliz.
Olha, sei muito bem que ajudaste no rapto da Diana, por isso ninguém é perfeito.
Yağına filan bakıp hazır et.
Meter óleo no engate, certificar-se de que está pronto a usar.
Bakın, üç yıldır sadece ikimiziz.
Somos só nós há 3 anos.
Hayır, çizgilerin durumuna bakılırsa katil bıçağı çevirmiş bu da, olduğundan daha geniş görünmesine yol açmış.
As estrias indicam que o assassino virou a lâmina, parecendo que é maior do que realmente é.
Sorun bana bakışınla bile kırılabilecek hassas bir çiçekmişim gibi davranman.
Estás a tratar-me como se eu fosse indefesa. Como se eu fosse partir, todas as vezes que me olhas.
Servis kısmında calısmadıgını biliyorum ama masraflar listesine erisimin var bu yuzden sadece bak--hayır--alo, lutfen, sadece bir dinle...
Sei que não trabalhas na manutenção mas tens acesso à contas a pagar, por isso, se puderes... Não, espera, ouve...
Bakın, bunu bir milyon kez anlatmışımdır ama hatırlıyorum da çocukken, bir yönetici yanıma gelip "Joe, beklenenin altındasın, finansal anlamda iyi durumda olmalıyız."
Bem... Eu devo ter dito isto um milhão de vezes, mas lembro-me quando era miúdo, chegou um gerente e disse-me, " Joe, não cumpriste a quota.
Bak, ben çok ağırım. Ayakta duracak halin yok.
Olha, sou um peso morto.
Ona bakıp Mississipi'de büyümüş üç çocuk annesi olduğunu ve burada beş yıldır yaşadığını, çello çaldığını görebiliyorıum.
Eu observei-a e posso afirmar com 100 % certeza que é casada e tem 3 filhos, criada junto ao rio Mississipi, trabalhou e vive aqui há 5 anos e toca violoncelo.
Hayır, etrafına bak.
Não. Olhem em volta.
Bak hâlâ çağırıyor.
- Continua a chamar-me.
Bak, her şey hazır.
Olha, está decidido.
Pekâlâ, plân şöyle. Gidip oturuyoruz, birer tane içki söylüyoruz bize servis ettiği bardaklardan parmak izini alıyoruz ve kelepçe için tahmini olarak bilek ölçülerine bakıyoruz. - Hazır mısın?
Eis o plano : sentamos e pedimos umas bebidas, pegamos as digitais do copo, e medimos os pulsos para as algemas.
Dik dik bakılmaya alışık sayılırım.
Então, estou meio acostumada a que olhem para mim.
Tesadüfe bak, yarın Los Angeles'taki güçlü kadınlarla bir hayır etkinliğim var.
Amanhã, tenho um evento beneficente com outras mulheres poderosas de LA.
Neşter! Sonuç olarak, ikiniz de eşit derecede dengesiz aşırı hassas, ilgi meraklısı, histerik, kuş beyinli homunkulüslersiniz. Açıkçası ikinizi çoğu zaman ayırt edemiyorum bile çünkü yaşa ya da boya bakmıyorum, başıma ne kadar belasınız ona bakıyorum.
Portanto, são ambos igualmente instáveis, sensíveis, irritantes, histéricos e burros que nem portas e metade das vezes nem vos consigo distinguir porque não uso altura ou idade, vou por como me chateiam o juízo, e nesse aspeto são idênticos.
Kongredeki tek yalnız anne olarak ağır işlerde çalışan milyonlarca ailenin yaşadıklarıyla ilgili benzersiz bir bakış açım var.
Como a única mãe solteira no Congresso, tenho uma perspectiva única sobre como é a vida real de milhões de famílias trabalhadoras.
Saç kesimine bakılırsa, sevgilisi kadınmış sanırım.
Não, é ainda mais engraçado.
Normalde sen kafanı dönene kadar bekleyip öyle bakıyorum. Bana verdiğin kaşkoldan bahsediyorum, hınzır!
É o lenço que me deste, malandro!
Sen sadece ona iyi bak, ihtiyaçlarını ben alırım. Ne ihtiyacı?
Dá-lhe muito amor, e eu pago as vacinas todas.
Sanırım bakıcımızı bulduk.
Eu diria que já temos uma ama.
Bu bakışı nerede olsa tanırım. Birçok defa gördüm.
Conhecia aquele olhar em qualquer lugar, vi-o muitas vezes.
Hayır. Ders yokken gidip görecektim ama hala yoğun bakımda. - Ailesi dışında kimse giremiyor.
Tentei vê-la na minha hora livre mas ainda está na urgência e ninguém excepto da familia pode entrar.
Hayır, yine yapıyorsun bak.
Não. Não estás a fazer outra vez.
Satır başlarına bak.
Repara nas mensagens enviadas.
Davaya eksi bir meslektaşım Lisa Campbell bakıyordu ve sanırım kendisi şu an Quantico'da akademi eğitmeni.
Uma ex-colega minha, Lisa Campbell tinha o caso, e acho que ela é instrutora da Academia no Quântico agora.
Sözleşme bakımından gri bir bölgede kalıyor ancak sanırım yerli olmayan her şeyin mal olduğunu söyleyebiliriz ve...
Certo, contratualmente, é uma área cinzenta, mas acho que podemos disputar que tudo que não seja nativo seja um activo, por isso...
Bay Vaziri, sol kaval kemiğindeki V şekilli kırığa bakın.
Sr. Vaziri, dê uma vista de olhos na fractura em forma de V da tíbia esquerda.
Hayır, bak, üzgünüm.
Não, não. Desculpa.