Fırlatın Çeviri Portekizce
878 parallel translation
Fırlatın.
Atire.
Hepsini fırlatın!
Larguem tudo.
Tamam, fırlatın ben hazırım.
Vá em frente e jogue, estou pronto.
Bir saat içinde dönmezsem... her beş dakikada bir, dört işaret fişeği fırlatın.
Se não voltar dentro de uma hora, envie um verylight quatro vezes a cada cinco minutos.
- Sondayı fırlatın.
Lançar sonda.
- Sondayı fırlatın.
Lançar a sonda.
- Uzay mekiğini fırlatın.
Lançar nave auxiliar.
Roketi sıfır ivmeyle fırlatın.
Lançar sonda em aceleração zero.
O silahları nehre doğru fırlatın!
Joguem as armas no riacho!
Bayan Nesbitt'i fırlatın!
Disparar Mrs. Nesbitt!
Fırlatın oklarınızı, vahşiler!
Façam voar as vossas flechas, selvagens!
Her seferinde bıçağını fırlatıp tam hedefinden vurabiliyor.
É capaz de fazer um furo em uma moeda e não falha nunca.
Ve bize belge vermemiş olsa da belediye ve sunağımız bezenmemiş olsa da çiçeklerle ve gelinliğinin nereden geldiğini bilmesen de ve yoksa da saçlarında küçük bir Menekşe içinde ekmeğini yediğin tabağını al fazla uzun bakma ona fırlat gitsin uzağa.
E mesmo sem papéis Do Registo Civil E sem flores sobre o altar E mesmo que não saibas De onde veio o teu vestido
Onun için hissettiğin zavallı istekler için aşkı fırlatıp attın.
Que direito tinhas de atirar fora este amor... em troca dessa pobre fantasia que sentias por ele?
Alınıp satılabilir ve fırlatılıp atılabilir.
Pode ser comprada e vendida e traficar-se dissipando-a.
Parkta tek başınıza gezerken yanınıza silah almakla iyi etmişsiniz, ama... madem çantanızda silah olduğunu biliyordunuz... niye çantayı fırlatıp attınız?
Fez bem em levar uma arma, ao andar sozinha pelo parque, mas... se sabia que tinha a arma na mala, por que deitou fora a mala?
çamaşırhaneye yollayacağın yada fırlatıp atacağın bi mendil, bir rozet miydi o?
Será ela um botão? Um lenço que cai no chão?
New York Eyaleti ceza yasasını yüzüme fırlatır.
Ele atirava-me o Código.
Yoksa sen, Alexander, bizim için sen fırlatır mısın?
Ou você, Alexandre, vai atirá-la para nós?
Fırlatılan roket Dünya'nın çevresini uzun süre dönebilmeli.
Depois de lançado, um foguetão devia orbitar a Terra por muito tempo.
Asamı Firavun'un önüne fırlat böylece Tanrı'nın gücünü görsün.
Deita o meu cajado ao chão, devante do Faraó, para que possa ver o poder de Deus.
Tony, onları öyle karın içine fırlatıp atamam.
Tony, não posso simplesmente atirar com eles para o frio.
Ona çiftlik için her sene bir balya para teklif ediyorum ama yüzüme fırlatıyor. Belki o da sizin gibidir. Paranın insanı yozlaştırdığını düşünüyordur.
Talvez ela julgue o dinheiro uma influência que corrompe.
Üniformalarını fırlatıp atıyorlar.
Deitando fora os seus uniformes. É inacreditável.
Aya fırlatılacak rokette hiç bir hata olmasını istemiyorlar.
Com o lançamento do foguetão, querem que corra tudo bem.
Daha bir yaşında oyuncaklarını beşiğinden fırlatırdı... ben iki de bir eğilip onları toplamak zorunda kalayım diye.
Desde um ano de idade! Sabia que ela jogava os brinquedos do berço, para eu ter de os apanhar?
Siz de füzelerinizi fırlatırsanız aynısını yapacağımızı biliyorsunuz.
Também sabe que se lançar mísseis, teremos de fazer o mesmo.
George Kimball'ı yaptıktan sonra kalıbını fırlatıp atmışlar.
Não existe outro igual ao George Kimball.
Silahını uzağa fırlat.
Jogue o revolver.
Çocuk senin tarafındaydı, sen ise onu fırlatıp attın.
O rapaz podia fazer alguma coisa por ti, e mesmo assim expulsaste-o.
Ama artık bana ihtiyacın yok. Beni fırlatıp atıyorsun.
Agora que já não precisas mais de mim, deitas-me fora.
Beni kullandın ve fırlatıp atıyorsun.
Tu usaste-me, agora estás a descartar-me. Cada palavra!
# Yolda öfkeden küplere bindi Çantasını yere fırlatıverdi #
A meio da rua fez uma fita e atirou com a pasta para o chão.
İkimizin de hoşlandığı hikâyelerde kadın anahtarı pencereden dışarı fırlatır.
Nas histórias de que nós os dois gostamos... a mulher jogaria a chave pela janela fora.
Bilim adamları, fırlatılan uydunun yüksek seviyede radyasyon taşıdığını keşfetmeleri üzerine, NASA, bu uzay aracını dünyaya dönmeden önce, kasıtlı olarak, yok etti.
Estamos a falar do veículo espacial propositadamente destruído pela NASA quando os cientistas descobriram que transportava um elevado nível de radiação.
Venüse fırlatılan uydu konulu toplantıya katıldınız mı acaba?
O senhor vem de uma reunião sobre a destruição da nave em Vénus?
Meyhaneye girdiğinde Kılıçını masaya fırlatıp. "Tanrım beni sana muhtaç etmesin." diye bağıran sonra da.
Sois como aqueles que, ao entrarem numa taberna, atiram a espada sobre a mesa e dizem :
Şimdi, anahtarlarını al ve buraya fırlat.
Agora, pegue suas chaves e atire para cá
Bir mancınık tarafından fırlatılmış gibi görünüyor.
Parece que foi lançada por uma catapulta, senhor.
# Darmadağın oldum, fırlatıldım ve yıprandım #
Shattered and tossed and worn Quebrado, usado e arremessado
Silahını buraya fırlat.
Deita a arma fora.
İnsanların camlarından içeri bir şeyler fırlatıyorsun. Aklını başına toplamalısın.
Atirando coisas pelas janelas das pessoas. devia ter mais juízo.
Zıpkınını kaldırıyor ve fırlatıyor.
Levanta o arpão e dispara.
Tamam, hazır mısın? Fırlat.
Estas pronto?
Sürücüme fırlatılan şeyi hemen tanıdın.
Reconheceste de imediato o que atiraram ao meu condutor.
Rüzgarın hangi yönden gelerek tavanı fırlatıp açabileceğini görebiliyorum. Belki hatta yarısına kadar. Belki üç çevrek.
O vento podia tê-la aberto um pouco, ou tê-la feito recuar até meio, talvez dois terços, mas nunca até abaixo.
Nasır'ın füzelerinin fırlatılma tarihi ileri atıldı. 1 Marta.
O prazo para os foguetes do Nasser foi antecipado... para 1 de Março.
Fakat Nasır'ın Helwan füzeleri hiç fırlatılmadı.
Mas os foguetes de Helwan para o Nasser nunca voaram.
Meta Sondasının fırlatılmaması gerektiğini mi söylüyorsunuz?
Está a dizer que o reconhecimento a Meta devia ser cancelado?
Voyager 1. 1985'te fırlatıldı... görevi, galaksideki akıllı hayatın izlerini aramak... yaşanabilir güneş sistemleri bulmak... ve insanoğlunun varlığını galakside bilinir kılmaktı.
Voyager 1, lançada em 1985. Missão : procurar na galáxia sinais de vida inteligente, encontrar sistemas solares habitáveis, tornar a presença do Homem conhecida na galáxia.
Elbiselerini fırlatıp atman odayı dağınık gösteriyor.
Com a roupa por toda a parte, o quarto fica desarrumado.