Zorunda Çeviri Portekizce
51,468 parallel translation
Bunu yapmak zorunda değilsin.
Não tem de fazer isso.
Sylvie, bunu yapmak zorunda değilsin.
Sylvie, não tens de fazer isto.
Bunu yapmak zorunda değilsin.
Não tens de fazer isto.
Geri dönmek zorunda olduğun değerli şey nedir?
O que era tão precioso para o qual tinhas de voltar?
Dışarıda daha çoğu var. Olmak zorunda.
Bem, há mais espalhados.
Bu yüzden bunu yapmak için önemli miktarda borçlar almak zorunda kaldım.
Por isso, tive de assumir bastantes dívidas privadas por causa disso...
911'i aramak zorunda kalacaktım.
Pensava que ia ter de chamar o 112.
Seninle konuşmak için uçağa binip LA'e gelmek zorunda mıyım?
Fazes-me vir a LA falar contigo?
Bir çocuk psikoloğuna gittiğini bilmek zorunda değil.
E ela não precisa de saber que está com um psicólogo infantil.
Herkes Elvis veya Audrey gibi giyinmek zorunda mı?
Vamos ser todos Elvis ou Audrey?
Artık vejeteryan yemek pişirmek zorunda değilim.
Já não preciso de cozinhar aquelas tretas vegan.
Monterey'de yaşamak zorunda değiliz.
Não queremos viver em Monterey.
Ama Klein'ler şikayette bulunduğundan kendini müdüre gitmek zorunda hissetmiştir.
Mas como os Leins falaram com ela, achou que tinha de dizer ao director.
Kız arkadaşı ölüyor ve adam bildiğin onu... kurtarmak için cehenneme gitmek zorunda kalıyor.
A namorada dele morre e ele vai para o Inferno, literalmente, para resgatá-la.
Başta onsuz başlamak zorunda.
Ele tem de ir primeiro, sem ela.
Kimsenin düşlemek zorunda kalmaması gereken şeyler.
Coisas que ninguém devia nem imaginar.
Bugün gitmek zorunda mısınız?
Tem de viajar hoje?
Peki Çarşamba neyi kaybetmek zorunda?
O que tem o Wednesday a perder?
Savaşmak zorunda değilim.
Não tenho de lutar.
Yok be, sikerler. Kimliğini vermek zorunda değilsin. - Yanlış bir şey yapmadın ki.
Não precisas de dar o teu RG não fizeste nada de errado.
Önemli değil, bu konuları konuşmak zorunda değiliz.
Mas tudo bem. Não temos que falar disso.
Sizi temin ederim kimseye hesap vermek zorunda değilim.
Posso garantir-te não recebo ordens de ninguém.
Gecenin kalanını benim muhteşem zekâmdan mahrum geçirmek zorunda kalacaksınız.
Vou deixar-vos a curtir o resto da noite sem o meu maravilhoso humor.
Beyninin sinir sistemine bağlı olan kısmı durmak zorunda.
A parte do teu cérebro connectada ao sistema nervoso não pode ser removida.
Onunla oynamak zorunda değilsin.
Não precisas de jogar com ele.
İstemiyorsan artık bunu tek başına yapmak zorunda değilsin.
Já não tens de fazer isto sozinha, se não quiseres.
Evet kardeşim, o senin kız kardeşindi. " demek zorunda kaldım.
Sim, meu querido irmão, era a tua irmã. "
Seks filmleri yapmak zorunda değilsin. "
Não precisas de fazer esses filmes de sexo. "
Oğlun olduğumu biliyorlar. Artık yapmak zorunda değilsin ihtiyar.
Não precisas de fazer mais isso, pai. "
Bunu artık yapmak zorunda değilsin.
Ele disse : " Pai, não precisas de fazer mais isso.
Amacım, bunu benim adıma yapacak insanları çalıştırmak, böylece daha fazla yapmak zorunda kalmamak, anlarsınız ya.
Mas quero contratar gente para o fazer por mim, para eu não ter de o fazer. Compreendem?
Video, görebilecekleri tek yer olmak zorunda, yoksa satmaz.
O vídeo tem de ser o único sítio onde nos podem ver, ou então não vende.
" Programına bu kadar çok çıkmak için Howard'la yatmak zorunda kaldın mı?
"Tiveste de dormir com o Howard para aparecer tantas vezes no programa?"
Bu sektördeki herkes gibi üretmek zorunda olduğunu biliyordum.
E eu sabia que tu, como qualquer pessoa na indústria pornográfica tens de produzir trabalho.
- Bahsetmek zorunda bile değilsin.
Não tens de falar nisso.
Şu an ne yaşıyorsan yalnız yaşamak zorunda değilsin.
O que estiveres a atravessar agora, não tens de o fazer sozinha.
Ama bunu yapmak zorunda değildin.
Pois, mas não tinhas de fazer isto.
Oğluma sataştığı için hakem onu sahadan atmak zorunda kalmış.
O árbitro teve de expulsá-lo do campo porque estava a assediar o meu filho.
18'ine bastığımızda, hiç kendimize ait bir fikir geliştirmemiş olsak da hayatımızın en önemli kararını vermek zorunda kalırız.
Depois fazemos 18 anos e, mesmo que nunca tenhamos tido pensamentos originais, temos de tomar a decisão mais importante das nossas vidas.
İstemezseniz gitmek zorunda değilim.
Não tenho de ir, se não quiserem.
Örtbas olmak zorunda değil.
Não tem de ser encoberto.
Bir daha asla yüzünü görmek, onunla karşılaşmak zorunda kalmayacağıma?
E que eu nunca mais vou ter de ver a cara dele, que não terei de o encarar?
Yaptığını itiraf et ve özür dile de ben de bunu yapmak zorunda kalmayayım.
Admite só o que fizeste e que tens pena, e não tenho de fazer isto.
Silahları hemen bulmak zorunda değiliz.
Não temos de achar tudo agora.
Ölmek zorunda olmadığını söylemiştim. Ve planladığın şeyi de yapmaman gerektiğini.
Disse que não devias morrer, que não devias fazer o que estavas a planear fazer.
Aslında yarın halletmek zorunda değiliz.
Sabes... Não temos de acabar amanhã.
Bu çok anlamlı bir şey, öyle olmak zorunda.
Mas salvou. Isso tem significado agora. Tem de ter.
Neden bu kadar erken olmak zorunda ki?
Porque tem de ser tão cedo?
Bu seçimi kendisinin yapabileceğini düşündüğü için de, Duane ölmek zorunda kaldı.
Pensou que podia escolher, e por isso o Duane teve de morrer.
Yakınlaşmak zorunda kalırsak da çevre içinde de yararlanabileceğimiz zayıf noktalar var ama oradan başarabilirsek dışarıda kalıp temiz yoldan halledelim derim.
Se tivermos de chegar mais perto, há alguns pontos fracos no perímetro que podemos explorar. Mas se pudermos, ficamos do lado de fora e não sujamos as mãos.
Burada olmam da, bir daha katlanmak zorunda olmayacağım demek.
Estar aqui significa nunca mais ter de passar por aquilo.