Işıgı Çeviri Portekizce
94,168 parallel translation
Araçla bir günden kısa mesafede bir radyoaktif sığınağı var desem.
E se eu vos dissesse que pode haver um abrigo nuclear a menos de um dia de viagem?
Binlerce kişiyi destekleyebilecek bir radyoaktif sığınağı?
Um abrigo feito para albergar milhares.
Yüz için düşündüğünüz tüm sığınaklar ya güvensiz ya da kullanılamaz haldeydi.
Todos os bunkers que consideraste foram declarados comprometidos ou inviáveis.
- Bunlar hükumetin sığınaklarıydı.
Esses eram bunkers do governo.
- Evet, İkinci Şafak. Sığınak mı yapmışlar?
Isso mesmo, o Segundo Amanhecer.
Sığınağı buldun, değil mi?
Encontraste-o, não foi?
Raven, bu sığınak gerçekse yüz kişiden çok daha fazlasını kurtarabiliriz.
- Raven, se aquele bunker existir, podemos salvar muito mais de cem pessoas.
Babası, ailesini kurtarmak için bir sığınak inşa etmiş.
O pai construiu lá um bunker para salvar a família.
Sığınak orada, hissedebiliyorum.
Porque o bunker está lá. Consigo sentir.
- Sığınak en düşük noktada olurdu.
O bunker estaria no ponto mais baixo.
Ya başkanlığı kendi partisinden çaldı ya da yozlaşmış bir hükümette başkan yardımcısıydı.
Ou roubou a presidência ao seu próprio partido ou foi vice-presidente numa administração corrupta.
Üst üste yığılmaları. Sıcak hava ve o koku...
A forma como estavam empilhados e o calor e o cheiro...
Arkamı döndüğümde yüzüne vuran ay ışığını gördüm ve her şey yavaşlamaya başladı.
Quando me viro, vejo o luar no rosto dela e tudo abranda.
Sırf barut yaptığın için kabarıyorsun, değil mi?
Estás a encher-te de ar só para fazer pólvora, não?
Kütle çekiminin Güneş'in yanından geçen ışığı yaklaşık 1,7 yay saniye büktüğünü. Tıpkı Doktor Einstein'ın tahmin ettiği gibi.
Que a gravidade distorce a luz que passa junto ao Sol, cerca de 1,7 arco-segundos, como o Dr. Einstein previu.
O zamandan beri iş ilişkilerimde daha fazla önlem aldım çünkü birisini ne kadar tanıdığını düşünsen de seni sırtından bıçaklayabilir.
Desde então, tornei-me mais cauteloso com os meus negócios, porque por mais que pensemos que conhecemos uma pessoa ela pode apunhalar-nos pelas costas.
Dünyadaki Yahudiler bir sığınağa muhtaç.
Os judeus precisam desesperadamente de um refúgio.
O yüzden tabii ki kaçtılar, atalarımızın Mısır'dan kaçtığı gibi.
Por isso fugiram, obviamente, como os nossos antepassados fugiram do Egipto.
Sığınma aradıkları ülkelerdeki sorunlar için suçlandılar.
Foram culpados pelos males das nações onde procuraram refúgio.
Artık çoğu oturmuş gerçekler. Moleküllerin varlığı kütle çekiminin ışığı büktüğü fikri gibi şeyler.
Agora são factos assentes, como a existência de moléculas, a ideia de que a gravidade distorce a luz...
Moe'nun sopa sallayışı 15 sene önce ilk çıktığı zamanki gibi olmayabilir ama kolu hâlâ mancınık gibi.
Moe pode não bater como quando começou a jogar, há 15 anos, mas ainda lança com muita força.
Ama bütün bu çılgınlığı denklemlerimden sadece biri başlatmış gibi görünüyor.
Apenas uma das minhas equações parece ter começado esta loucura.
Gece olup ışıklarını da açtığımızda hâliyle daha güzel görünecek.
Ainda vai estar melhor à noite, tudo iluminado, obviamente.
Seri katil sığınağına benziyor.
Parece o covil de um assassino em série.
Kefaletini kendi başına yatırmaya çalışıp hesaplarına ulaşamadığını gördüğünde bunun sebebini düşündün mü?
Eu tenho uma dúvida. Quando ia pagar a sua própria fiança e reparou que não conseguia aceder às suas contas, parou para pensar qual seria o motivo?
Çok sıkıntı yaşadığınızı biliyorum.
Sei que muitas de vocês penaram imenso.
Sokaktan kedi kurtarmış olurum, zira senin yaptığın da bu.
Salvo um gato vadio, visto que é o que tu estás a fazer.
Sıçtığımın...
Maldita...
Yanlışlıkla kulağına soktuğun tamponu çıkar da senin sıçıp batırdığını söyleyen Boyd'a kulak ver.
Tira os tampões dos ouvidos e ouve o Boyd quando diz que deves ter feito merda.
- Bırak şu sıçtığımın telefonunu!
- Pouse a merda do telefone!
Bırak şu sıçtığımın telefonunu!
Pouse a merda do telefone!
Nehirdeki su sıcaklığı doğal hâline döner.
A temperatura da água no ribeirinho volta ao seu estado natural.
Ekosistemimize zarar veren istilacı türler arasında bayağı sığırcık ilk sırada gelmektedir.
As espécies invasoras criam o caos no nosso ecossistema e a pior é o estorninho europeu.
New York'taki Central Park'a 100 tane sığırcık salarak işe başladı.
Ele começou por libertar 100 estorninhos no Central Park, em Nova Iorque.
Sığırcıklar muazzam bir hızla ürediler.
Os estorninhos proliferaram grandemente.
Günümüzde, Kuzey Amerika'da sayıları 200 milyonu aşan sığırcıklar nesli tükenmekte olan doğu mavi kuşlarının neredeyse tüm yumurtalarını yiyorlar.
Atualmente, mais de 200 milhões de estorninhos na América do Norte consomem quase todos os ovos do quase extinto pássaro azul oriental.
Daha tuhafı ya da trajik olanı ise sığırcıkların uçak motorlarına girerek göz açıp kapayana dek cihazları çalışamaz hâle getirmeleri.
Mais estranho e, talvez, trágico, os estorninhos são atraídos para os motores dos aviões e podem incapacitá-los num abrir e fechar de olhos.
Sığırcık öldürebilir miyim?
Posso matar estorninhos?
Sığırcıkları öldürmemiz gerek.
- Devemos matar estorninhos.
Soğuk ve sert toprak, kayalık ve sığ toprak, dikenler, verimli toprak.
O solo frio e duro, o solo com pedras e raso, as ervas, a terra rica.
Senin okumadığına eminim çünkü sıkıntıdan patlarsın.
Tenho a certeza de que não o lê porque é aborrecido.
Snapchat'lerine her baktığımda kendimi daha da uzaklaşmış hissediyorum.
E ver as histórias deles no Snapchat ainda me dá mais saudades.
Sığırcıklar hem insanlara hem de hayvanlara hastalık bulaştırmakta ve yılda 800 milyon dolarlık tedavi masrafına yol açmaktadırlar.
Os estorninhos espalham doenças infeciosas em humanos e gado, cujo tratamento tem um custo de mais de 800 milhões por ano.
Beni ateşe attığının farkında mısın?
Sabes a posição em que me estás a pôr?
Bu usulsüzlüğün ve birkaç tutarsızlığın yanı sıra şuna inanıyorum ki bu hesapların belki de yarısı keyfî düzenlenmiş olabilir.
Quer dizer, para além dessa anomalia e outras discrepâncias, leva-me a crer que talvez metade destas contas sejam casuísticas.
Wendy yaşadığınız deneyimi anlatmış.
A Wendy contou-lhe o que aconteceu.
Sırf onu gıcık etmek için Marty ile seni ve evli olduğunuzu anlatıyordum.
Porque lhe estava a contar de si e do Marty e que vocês eram casados, só para a irritar.
Kime ne iş yaptığımı bilmiyorsun, doğru mu yanlış mı?
Seja como for, você não faz ideia do que faço ou para quem o faço.
Bu şerefsiz için sıcaklığı kökleyeceğim.
Eu vou pôr isto o mais quente possível.
- Marty Byrde'ün tek bir açığını bulursak Del Rio ve karteli ispiyonlamak dışında bir seçeneği kalmaz.
- Temos de apanhar o Marty Byrde com algo que o deixe sem escolha a não ser entregar o Del Rio e o cartel.
Ortaklık için el sıkıştığımız birini neden öldürelim ki?
Porque mataríamos alguém de quem íamos ser sócios?