Altar translate Turkish
1,625 parallel translation
I saw many mortuary tablets placed on the family altar.
Aile mihrabına konulmuş birçok ölüm yazıtı gördüm.
Claire, baby, could you just- - could you go back up on the altar so we can have a wedding?
Claire, bebeğim, mimbere... mimbere döner misin böylece evlilik törenini devam ettirebilelim?
- Claire, go back up on the altar.
- Claire, mimbere geri dön.
Claire, get up on that altar right now.
Claire, şu mimbere hemen şimdi çık.
- on that altar right now!
-... şu mimbere taşı!
... lay him on an altar, cut his chest open, pull his heart out and hold it up in the air while it was still beating!
... sunağa yatırıp, göğsünü yarıp, kalbi hala atıyorken kopartıp havaya kaldırırlar!
What if I find a trick that has her float to the altar or something?
Onu düğüne su üstünde getirecek bir numara bulsam?
I will not sacrifice the few people we have left on the altar of public outrage.
Sahip olduğum birkaç iyi adamı da halkın öfkesi uğruna gözden çıkartmayacağım.
Nestor was an altar boy.
Nestor papaz yardımcısıydı.
These guys aren't exactly altar boys. West alley, I got eyewitnesses saw po-po plant the gun.
Batı yakada silah gömülmesini gören şahit buldum.
Woman's generative instrument on the altar of the race's necessities... have we not come some far piece since then?
Kadınların üreme organının, neslin ihtiyaçlarının mihrabı olması... o zamandan beri çok yol almadık mı?
Well, you should, altar boy.
Bence yapmalisin küçük rahip.
In front of the altar.
Mihrabın tam önünde.
Tom, every sunday I stand behind my altar and proclaim the mystery of faith, a mystery that is at the very center of my beliefs- - death and resurrection.
Tom, her pazar, sunağımın arkasından bir mucizeyi ilan ediyorum, inançlarımın merkezindeki bir mucizeyi- - ölüm ve yeniden dirilmek.
It's not everyday that the love of your life leaves you at the altar... for a bunch of guys in blue makeup. I'm good.
İnsanın karısı her gün, sunakta O'nu terk edip mavi makyajlı adamlara gitmiyor.
Vending machines to the right... and crapper's right behind the altar.
Yiyecek makineleri sağda... Tuvalette sunağın hemen altında.
I heard you were ditched at the altar?
Sizi son anda terketiğini duydum.
If I knew you were still stinging after being left of the altar... this proves that I wasn't left.
Defterden silindiğin için hala acı çektiğini bilseydim... Bu hala silinmediğimi gösterir işte.
Well, last I heard, she dumped Christian at the altar.
Pekala, son duyduğuma göre Christian'ı defterden silmişti.
My bride left me at the altar, my partner left me for a midlife crisis.
Gelinim beni düğünde terketti, ortağım ortayaş krizi yüzünden yalnız bıraktı..
The nana headed for the altar.
Büyükanne... evleniyormuş.
He was one of the altar boys here.
Ayinlerde yardım ederdi.
Rickey here is our most devout altar boy.
Rickey bizim en dindar rahip yardımcısı çocuğumuzdur.
Many's the slip'tween knife and altar.
Pek çok kişi kılıçla idam taşının arasından kurtuldu.
She beats you to the altar, time to hang up the ovaries.
Eğer senden önce mihrabı görürse, yumurtalıklarını bir kenara asma vaktin gelmiş demektir.
Altar boys pin you as the head honcho.
Rahibe yardım eden çocuklar seni şef yapmışlar.
That's an altar?
Altar mı? ( Çn : Altar-Kurban törenlerinin yapıldığı yer )
- T o the altar room.
- Sunak odasına.
What's the altar room?
Sunak odası da nedir?
Worship at the altar of the American Medical Association.
Amerikan Tıp Derneğinin mihrabında tapın bakalım.
That is the altar where they worship food.
Bu, yiyeceğe taptıkları sunaktır.
Right there, at the foot of the altar.
Tam orada, sunağın dibinde.
You don't have an altar for the dead, do you?
Ölüler için bir sunağın yok, değil mi?
In the center of the altar is the foundation of our ancestors.
Ama senin için bir şeyler var.
She left me some big stones that I found on her altar.
Bana sunakta bulduğum bazı taşlar bırakmış.
In 1170, he was murdered in front of at the high altar at his cathedral.
1170 yılında Canterbury Katedralini'nin sunağı önünde öldürüldü.
I come down the aisle, you're waiting at the altar, in your top hat and tails, with Snoopy, you know, doing the sway, whatever.
Ben koridordan geleceğim, sen mihrapta bekleyeceksin, başında şapkan ve smokinin olacak, Snoopy orada olacak, dans edeceksiniz.
And then meet you at the altar.
Seninle mihrapta buluşuruz.
All yöu gotta do is step out of that aisle now and make yöur way down to this altar.
Tek yapmanız gereken şimdi oradan çıkıp bu mihraba doğru gelmeniz.
You'd meet me at the altar of prayer
Benimle dua edenlerin mihrabına görüşeceksin
If the spirits enter the Altar of the Flame, it's not gonna be pretty.
Eğer ruhlar ateşin tapınağına girerse bu pek hoş olmaz.
The blood must be spilled on the altar of God.
Kan, Tanrı'nın mihrabının üzerine dökülmeli.
- Who were you redirected to?
- Telefon kime altarılmış?
I want to be a priest like all the others a good one with a sacristan, an altar boy, with weddings
Diğerleri gibi bir rahip olmak istiyorum. Zangoçlu iyi bir rahip, rahip yardımcısı olan, nikah kıyan sabahları sohbet eden, tıpkı diğerleri gibi.
This is the wedding altar, the sacred fire, the festive home
Bu düğün sunağı, kutsal ateş... bayramlık ev.
At this wedding altar, in God's presence, in this festive home..
Bu düğün sunağında... Tanrının varlığında... bu bayramlık evde..
We had a propper altar in our old house.
Eski evimizde daha uygun bir sunak vardı.
The frontal lobe with its enormous space... is the altar in which we place a thought... and it gives us the permission... to hold a thought for an extended period of time... and it lowers the volume to external stimuli.
Ön lob, kapladığı büyük alanla, içine düşünceyi koyduğumuz bir mimber gibidir. Ve bizim o düşünceyi geniş bir zaman süresince tutabilmemiz için dış uyaranların sesini kısar.
I'm not gonna sacrifice a military asset on your altar of revenge.
İntikam alacaksınız diye askeri bir değeri feda etmeyeceğim.
Sarina tie the father to the altar.
Iyi, Sarina onu sunaga götür.
I know nothing of this Mr Rochester's character, but I do know that he offered marriage to this young woman, but, at the altar, she discovered he had a wife still living.
Bir deli. Başka bir sebepte...