But you don't believe me translate Turkish
394 parallel translation
Is that what you were thinking? I know that you don't believe me... but you know that's not what I'm expecting from you.
Söylediklerime inanmıyorsun biliyorum ama neden sana muhtaç olduğumu biliyorsun.
I know you don't follow Arsenal but they're a good bet, believe me.
Arsenal'i takip etmediğinizi biliyorum, ama inanın onlara oynamak iyi kazandırıyor.
Dr. Judd, I know you don't believe me, but you must be careful.
Dr. Judd, bana inanmadığınızı biliyorum ama dikkatli olmalısınız.
It doesn't matter to me if you don't believe me, but I'd like to give you one last chance.
Bana inanmasan da, benim için fark etmez, lakin, sana son bir şans tanımak istedim.
I don't expect you to believe me, but it's the truth.
İnanmanızı beklemiyorum ama gerçek buydu.
You look at me as though you don't believe it, but I know I'm right.
Bana sanki inanmıyormuş gibi bakıyorsun ama haklı olduğumu biliyorum.
Maybe you don't believe me, but I'm telling you... there's lots of people that'd pay me a grand price for Johnny.
Biliyorsunuz ki, onun için çok para ödeyecek insanlar var.
I don't expect you to believe me but these few last months have been getting me down almost as much as they have you.
Bana inanmanı beklemiyorum ama bu son birkaç aydır seni bulmak için beni olabildiğince bunaltıyorlar.
I was moved too, but I don't believe you! Let me see!
Ben de duygulandım, ama sana inanmıyorum!
But confidentially, between you and me, I don't believe a word of it.
Ama, aramızda kalsın, tek kelimesine bile inanmadım.
But of course, you don't believe me.
Ama tabii ki, bana inanmiyorsunuz.
You don't believe me, but it was true.
Bana inanmıyorsun ama bunlar gerçek.
Incidentally, the captain informs me that changing channels is not only foolhardy, but also extremely dangerous, so I don't believe you ought to try it.
Bu arada, kaptan bana kanal değiştirmenin yalnızca aptallık olmayıp, aynı zamanda da çok tehlikeli olduğunu bildiriyor. Bu nedenle onu denemen gerektiğine inanmıyorum.
I don't know why you want me to believe you, but I believe you.
Sana inanmamı neden istiyorsun bilmiyorum, ama sana inanıyorum.
Tell me somethin', Jim boy. I know you got one of them Pulitzer prizes, but you don't really believe in all that evolution junk, now do you?
Söylesene dostum, Pulitzer ödülü aldığını biliyorum, ama bütün şu evrim zırvalıklarına artık inanmıyorsun değil mi?
BUT I DON'T EXPECT YOU TO BELIEVE ME.
İçeceği bir şeye koy. Meyve suyu, çorba, kahve su, ne olursa.
It's true, but you don't believe me.
Bu doğru, ama sen bana inanmıyorsun.
But it's so funny, though, sometimes you'd never believe it, they call me Katharine, I don't even know it's my own name, I forget to answer.
Bazen bana Katharine derler, üzerime alınmam!
I don't know if you're lying to me, or if you're insane and I don't really care any longer, but that man, I believe was in the car that's been following us.
Yalan mı söylüyorsun, aklını mı kaçırdın bilmiyorum... ve artık umrumda da değil, ama sanırım o adam... bizi izleyen arabadaki adamdı.
Commissioner, excuse me... but if you don't allow me to leave, I'll be in big trouble, believe me!
Komiser, afedersiniz gitmeme müsade etmezseniz, başım büyük belaya girecek, inanın!
I don't know, I don't know what to believe Kurt, but you're the only one who can help me don't you understand, only you can help.
Bilmiyorum, bilmiyorum, neye inandığımı bilmiyorum Kurt, ama bana yardım eden tek kişi sensin, bana sadece sen yardım edebilrsin.
But it'll still be the same and you still won't believe me, because you don't want to.
Ama aynı olacak ve bana yine inanmayacaksın çünkü inanmak istemiyorsun.
You won't believe me, but I don't know.
İnanmayacaksın ama bilmiyorum. Nedir soyadın?
But don't forget that they're books you give me! And I believe them.
Ama bunu unutma, bunlar sadece bana verdiğin kitaplar ve ben onlara inanıyorum.
Kill me if you want, but don't force me to believe this crap!
İstiyorsan öldür beni, ama bu boktan işe inanmamı isteme.
You say you'll cure me when we get to Tar... but I don't believe you anymore.
Tar'a ulaştığımız zaman beni tedavi edeceğini söylüyorsun... ama artık sana inanmıyorum.
But you don't believe me.
Ama bana inanmıyorsun.
Maybe you don't believe me, but lots of incredible things are true.
Belki bana inanmıyorsundur ama inanması güç olan bazı şeyler gerçek olabilir.
I don't know how much they're paying you but you gotta believe me, it ain't enough.
Seni nasıl ikna ettiler. Bu iş karşılığında sana ne verecekller bilmiyorum ama, inan bana, ne verseler az.
I don't know what that fella Irving had, but, believe me, the way you took that part...
Şu Irving denen adamın neyi vardı, bilmiyorum, fakat, inanın bana, o rolü oynama tarzın...
At first we don't think it's possible but in time, believe me, in time you'll find other things, other people.
Başta, olanaksız gibi gelir bize ama zamanla, inan bana, zamanla başka şeyler bulursun, başka insanlar.
The reason I killed Ma... you don't believe me, but the world will.
Ma'yı öldürme nedenim bu... Bana inanmaya bilirsiniz, ama dünya inanacaktır
I don't know, but believe me... you're just a name on a piece of paper... a picture on a seating chart, and that's all.
Bilmiyorum fakat inan bana... sen sadece kağıt üstündeki bir isimsin... oturma planı üstündeki bir fotoğraf, hepsi bu.
You may think you know what you're dealing with, but believe me, you don't.
Meseleyi bildiginizi sanyorsunuz ama inann bana, bir sey bilmiyorsunuz.
But don't let me detain you, You have a class in a few minutes, I believe.
Sizi alıkoymama izin vermeyin. Sanırım birkaç dakika sonra dersiniz var.
You may not believe me, but I don't have a steady boyfriend right now.
İnanmayabilirsin, ama şu aralar sürekli görüştüğüm bir erkek arkadaşım yok.
- You don't believe me, but I...
- Bana inanmıyorsunuz, ama ben...
- Look, if you don't believe me... send it upstate somewhere, but I'm telling you... that these bits of flesh have been dead at least three or four months!
- İmkansız. - İnanmıyorsan başka yere gönder. Ama sana söylüyorum bu kalıntılar 3 ya da 4 ay önce ölmüş birine ait.
Excuse me, but I don't believe anyone invited you in.
Afedersiniz, ama içeri davet edildiğinizi sanmıyorum.
Des, I don't know the Holy Ghost for a fact, but you're in the Holy Ghost business, so you tell me about the Holy Ghost, I believe you.
Kutsal ruhun gerçek olup olmadığını bilmiyorum ama sen de bu işi yapıyorsun..... ve bu yüzden bana kutsal hayaleti anlatırsan, sana inanırım.
Maybe you don't believe me, but I'm just looking for someone.
Belki bana inanmıyorsınuz, ama ben sadece birisini arıyorum.
You say you believe me, but you don't.
Bana inandığını söylüyorsun ama inanmıyorsun.
I respect you Mr. Neal, believe me. I don't want to make your stay in Rome a nightmare, but we're going to need your help.
Size saygım sonsuz Bay Neal, Roma'daki tatilinizi zehir etmek istemeyiz ama yardımınıza ihtiyacımız var.
You don't believe me, but I... do know.
İnanmıyorsun ama, biliyorum.
But make believe you don't know me too.
Tamam mı? Sen de beni tanımıyormuş gibi davran.
But if you don't believe me, forget it...
Ama bana inanmıyorsan, unut gitsin...
You don't have to believe me, but you can't insult me.
Bana inanmak zorunda değilsin ama beni aşağılayamazsın.
I don't believe you owe me anything, but I? I accept.
Bana bir borcunuz olduğunu sanmıyorum ama kabul ediyorum.
I don't expect you to believe me now... but let me come in and talk to you about this.
Şimdi bana inanmanı beklemiyorum. Fakat bana izin ver, içeri gireyim, ve bundan bahsedeyim size.
- I know I'm the last person you expected to see here... and maybe you don't believe this, but you're the gal for me... and I'm the guy for you, and we're gonna get married and there ain't two ways about it.
Evet? Burda görmeyi umduğun en son kişi olduğumu biliyorum. Belki buna inanmıyor olabilirsin, ama sen benim kadınımsın ve ben de senin erkeğinim.
I know you don't believe me, but... It doesn't matter.
Bana inanmadığını biliyorum ama önemi yok.