But you don't have to translate Turkish
4,718 parallel translation
You don't have to come but I thought I'd extend an invitation to you just in case.
Gelmek zorunda değilsin ama yine de ne olur ne olmaz diye sana da haber vereyim dedim.
I don't know what you're running from, but you have to run from Montse.
Neden kaçıyorsun bilmem ama Montse'den kaçmalısın.
I never killed no man, but you don't give way to that wood, I may have to start.
Hayatımda kimseyi öldürmedim ama o büyüklükteki bir odunu sırf kendin için almaya kalkarsan öldürmeye başlayabilirim.
My C.I. is trying to get me specifics, but as of right now I don't have anything beyond what I told you already.
Muhbirim bilgi edinmeye çalışıyor ama an itibariyle size söylediklerim dışında elimde bir şey yok.
You don't have to say anything but anything you do say may be...
Bir şey söylemek zorunda değilsin ama söyleyeceğin her şey...
We don't seem to have it on our records, but you spoke with him, didn't you?
Kayıtlarımızda onun hakkında bilgi yok, ama siz onunla konuştunuz, değil mi?
You don't have to say anything but anything you do say may be taken down and used in evidence against you.
Bir şey söylemek zorunda değilsiniz ama söylediğiniz her şey aleyhinize delil olarak kullanılabilir.
Look, you guys, I don't know who you are, but I have to go perform.
Arkadaşlar, sizi tanımıyorum ve yapmam gereken bir konserim var.
I mean, you don't have to talk about it, but, like, what happened between you two?
Konuşmak zorunda değilsin ama aranızda neler geçti?
I swear... But I really have to go and I don't want to offend you.
Ama gerçekten gitmem gerek ve bunun seninle bir ilgisi yok.
I appreciate the concern, but you don't have to stay.
İlgin için teşekkür ederim ama kalmana gerek yok.
Again, I don't mean to be rude but I have already explained to you gentlemen, it appeared one day in my office.
Kaba olmak istemem beyefendiler ama bunu zaten açıklamıştım. Bir gün masamda buluverdim.
So, I don't know what your life was like or what was done to you, but nobody deserves to have that happen to them.
Hayatının nasıl olduğunu veya sana ne yaptığını bilmiyorum ama kimse başına böyle bir şeyin gelmesini hak etmiyor.
All right, ladies, you don't have to go into the light, but you can't stay here!
Evet hanımlar. Işığa gitmeniz gerekmiyor ama burada da kalamazsınız.
Okay, you don't have to gossip with me, Ben Warren, but you'd better not start lying to me.
Benimle dedikodu yapmak zorunda değilsin Ben Warren ama yalan söylemeyi bıraksan iyi edersin.
I've been looking for a way to tell you this, looking around for some answers, something to help... explain but I don't have any.
Sana bunu açıklamanın bir yolunu arıyordum bazı cevaplar arıyordum, açıklamama... yardım edecek bir şeyler ama hiçbiri yok bende.
You could have brought my daughter to me, but instead you chose to complicate our arrangement by investigating things that don't concern you.
Kızımı bana getirebilirdin ama seni ilgilendirmeyen şeyleri araştırıp anlaşmayı karmaşık hale getirmeyi seçtin.
Yeah, I know, but you have to be 15 to pilot an alien spaceship, and you don't have your learner's permit yet.
Ama bir uzaylı uzay gemisini uçurmak için 15 yaşında olmalısın.
So I know you don't trust me, but you're gonna have to trust me.
Bana güvenmediğini biliyorum ama, artık bana güvenmek zorundasın.
Judith, your husband is going away for a long time, but you don't have to.
Judith, kocan uzun bir süre burada olmayacak ama sende olmamak zorunda değilsin.
Babe, it's your letter, and I hope you never have to read this... that I can tell you all of these things in person, but if something happens and I don't make it, I need you to know that our partnership, our relationship is the greatest thing that has ever happened to me.
Bebeğim, bu senin mektubun ve umarım hiçbir zaman okumak zorunda kalmazsın ki bunların hepsini sana ben kendim anlatabilirim ama bana bir şey olur da başaramazsam bilmeni istiyorum ki, ortaklığımız ilişkimiz başıma gelen en harika şeydi.
I know I don't have to tell you guys this, but that part of the border... it's like the Wild West.
sana bu çocuklar söylemek yok biliyorum, ama sınırın bu kısmı... Tamam, bak O Vahşi Batı gibi.
But I simply don't have the time to cajole the answers from you.
Ama açıkcası ağzındaki baklayı çıkarmanı beklemeye vaktim yok.
I don't know if the two of you are fuckin'or not, but if you are, it's gonna have to stop right now.
İkiniz sikişiyor musunuz bilmiyorum ama eğer öyleyse buna hemen bir son vermeniz gerek.
You're all looking at me like I'm crazy, but it's only because I used to have a drinking problem that people don't believe me!
Hepiniz bana deliymişim gibi bakıyorsunuz ama kimsenin bana inanmamasının sebebi geçmişte bir alkolik olmam.
I can give you the name of the agency that referred her to me, but I don't think you're gonna have any luck.
Onu bana öneren ajansın adını verebilirim, ama pek şansınız olduğunu sanmıyorum.
I'm not an expert, but I'm pretty sure hiring you will make it look like I have something to hide, which I don't.
Ben uzman değilim ama seni tutarsam saklayacak bir şeyim varmış gibi görüneceğinden eminim. - Saklayacak hiçbir şeyim yok.
Look, I don't know what you think happened, but nobody could have taken my brother and Rick and lived to tell about it.
Ne olduğunu sanıyorsunuz bilmiyorum ama kimse kardeşimle Rick'e çatıp bunu anlatacak kadar yaşamaz.
It's nothing fancy, but it'll get you to auditions, and at least for now, you don't have to go back to waitressing.
Pek güzel bir şey değil ama seçmelere götürür ve en azından şimdilik garsonluğa dönmek zorunda kalmazsın.
I can't remember whether to cut around the device or into it. - I may not have actually done this procedure myself, but I think you cut around it. - You don't know?
Etrafını mı yoksa aleti mi kesmem gerektiğini unuttum.
"But I just want to tell you again that I don't have any kinds of feelings for P'Thom at all."
"Ama P'Thom'a hiçbir duygum olmadığını tekrar söylemek istiyorum."
But that- - that's why I'm telling you because I-I don't want to have those feelings again.
Ama sana da bu yüzden anlattım. Çünkü bir daha böyle hisler beslemek istemiyorum.
But first I have to kill you, so I don't have to hear another lie come out of your mouth.
İlk önce seni öldürmeliyim. Böylece bir daha yalan söyleyemezsin.
Oh, but you don't have to worry, really.
Korkmana gerek yok aslında.
Unfortunately, you don't really have the qualifications to run Queen Consolidated, but what you do have is passion.
Ne yazık ki Queen Consolidated'i yönetecek niteliklere sahip değilsin ama tutkun var.
I'm afraid they don't speak English, but I'm happy to pass along any questions you have.
Ben, onlar İngilizce bilmiyorum korkuyorum ama Eğer herhangi bir sorunuz iletmekten mutluluk duyuyorum.
You know, some people have been saying that the power of the captaincy has really been going to your head, but I don't think that's true.
Bazı insanlar kaptanlık gücünün akıldan geçtiğini söylüyorlar. Ama bence bu doğru değil.
I'm crazy about you, but I don't have to spend every second with you in what amounts to a one-room log cabin.
Senin için ölüyorum ama her saniyeyi senin yanında tek odalı kulübe kadar yerde geçirmek zorunda değilim.
We don't have any rocks to make you stronger here, but welcome. ( laughing )
Burada seni güçlendirecek hiç taş yuvamız yok ama hoş geldin.
I know that you think what you have with him is different, but please don't make the mistake of thinking that he won't do the same thing to you eventually.
Onunla yaşadığının farklı olduğunu düşündüğünü biliyorum ama lütfen en sonunda aynı şeyi sana da yapmayacağı gibi bir düşünceye kapılma.
Don't tell anyone you're a priest. Done. But if I prove you wrong, you have to come to church for a year.
Tamam ama hatalı olduğunu kanıtlarsam bir yıl boyunca kiliseye gelmek zorundasın.
But you don't have to sink this low. Sorry, ladies.
Ama bu kadar düşmemelisin.
You don't have to worry about it because you have seniority, but I'm a resident.
Senin dert etmene gerek yok tabi kıdemlisin. Ama ben stajyer doktorum.
You don't have to tell us where you are, ok, but you don't have to lie about it either.
Bize nerede olduğunu söylemene gerek yok, tamam mı ama yalan da söylemene gerek yok.
I like you both and I feel like I have to choose, but I really don't want to.
İkinizi de sevdim ve sanki bir seçim yapmam gerekiyormuş gibi ama bunu hiç istemiyorum.
But I just work with them, so you don't have to worry.
Ama sadece iş arkadaşlarım onlar, endişelenmene gerek yok.
Don't worry about it too much right now but you and I need to have a serious discussion about her.
Şimdi bunun için çok endişelenme, onun hakkında ciddi ciddi konuşmamız gerek.
See, I don't have to worry about controlling it anymore, but you do, and you always will.
Artık kontrol etme ihtiyacı duymuyorum ama sen duyuyorsun. Hep de duyacaksın.
But don't you have to catch him first, don't you need Vincent to do that?
Onu önce yakalaman gerekmiyor mu? Bunun için Vincent'e ihtiyacın yok mu?
You don't have to agree with me, but you have to trust that I listen to you, that my decisions are reasoned, and that I am doing what I think is right.
Benimle anlaşamayabilirsin, seni dinlediğim için, kararlarımın sebeplerine ve yaptıklarımı doğru olduğuna inandığım için yaptığıma inanmalısın.
I'm not perfect at this, and you don't have to believe that was romantic, but it would be nice if you believed that I thought it was.
Bunda çok iyi değilim, ve bunun romantik olduğuna inanmıyosan, ama benim romantik olduğunu sanmama inanırsan iyi olurdu.