But you have to believe me translate Turkish
190 parallel translation
- But you have to believe me.
- Ama inanmak zorundasın.
But I lied, but you have to believe me, Arky!
Ama yalandı. Bana inanmak zorundasın, Arky.
You can hate me, but you have to believe me. I wouldn't let anything happen to her.
Benden nefret edebilirsin ama bana inanmalısın onun başına bir şey gelmesine izin vermem.
I know that you're upset, sweetheart, but you have to believe me when I tell you that a baby is not going to change the way I feel about you
Üzüldüğünü biliyorum hayatım, Ama bir bebeğin sana olan duygularımı değiştiremeyeceğini söylediğim zaman... bana inanmalısın.
But you have to believe me.
ama bana inanman lazım.
This sounds crazy, I know, but you have to believe me.
Kulağa çıIgınca gelecek, biliyorum. Ama bana inanmak zorundasın.
I don't expect you to believe me but these few last months have been getting me down almost as much as they have you.
Bana inanmanı beklemiyorum ama bu son birkaç aydır seni bulmak için beni olabildiğince bunaltıyorlar.
I couldn't prove you're wrong, of course, sir... but some fellow criminologists, including some behavior scientists... have begun to make me believe... we've all been putting too much emphasis on environment... and too little on heredity.
Hipotezinizi çürütemem efendim ancak bazı suçbilimci dostlarım ki aralarında davranış bilimci olanlar da var toplum etkisini abartıp genetik faktörleri gözden kaçırdığımız konusunda beni ikna etmeye başladılar.
Mrs. Gumley, if i could spare a dollar, i'd give it to you, believe me i would, but... well, things have been rough here.
Bayan Gumley, 1 dolar harcayacak durumum olsa verirdim inanın bana verirdim ama burada da işler kesat.
But this time, Father I think you'll have to believe me.
Ama bu sefer, baba... -... sanırım inanman gerekecek. - Neden?
But Ugo... if you want to become mad believe me... you have to return to the factory
Ama Ugo eğer benim gibi delirmek istiyorsan inan bana, fabrikaya geri dönmelisin
You, Apollo, Boomer, even the Commander, you all want to believe me but you still have your... doubts.
Anlamıyor musun? Sen, Apollo, Boomer, hatta Komutan hepiniz bana inanmak istiyorsunuz ama hâlâ kuşkularınız var.
You don't have to believe me, but you can't insult me.
Bana inanmak zorunda değilsin ama beni aşağılayamazsın.
But, Mr Vincent, you have to believe me.
Ama Bay Vincent, bana inanmak zorundasınız.
I know you got no reason to believe me, but you have to trust me, OK?
Bana inanmak için sebebin olmadığını biliyorum ama bana güvenmelisin, tamam mı?
I know I have no right to ask and you have no reason to believe me, but I'll change.
Bunu istemeye hakkım yok ve senin de bana inanman için kanıt yok ama değişeceğim.
I wish it didn't have to be this way, but just believe me when I tell you that I'll never forget you and that I love you.
Keşke böyle olmasaydı ama seni asla unutmayacağıma ve sana aşık olduğuma inan.
If I tell you, you're not going to believe me... but I have to tell you... so it really doesn't matter if you don't believe me.
Sana anlatırsam bana inanmayacaksın ama sana anlatmalıyım bu yüzden inanmasan da beni bağlamaz.
You got no reason to believe me, but you have to trust me.
Havayolunu kurtarabilirim. Bana inanmak için sebebin olmadığını biliyorum ama bana güvenmelisin, tamam mı?
I mean, if I walked up to you and I said "Excuse me, sir, I'm sorry to bother you, but, well, I just had to meet you because you are the most handsome, the most virile man I have ever seen in all of my entire life," now, would you believe me?
Sizi rahatsiz ettigim için üzgünüm, ama sizinle tanismaliydim çünkü siz hayatimda gördügüm en yakisikli en güçlü erkeksiniz " desem, simdi, bana inanir miydiniz?
But I am going to get you out of here. You have to believe me.
Ama seni buradan çıkaracağım.
You may have to go out of your way to find these people, but you'll get out of the plane a lot goddamn quicker, believe me.
Bu insanları bulmak için uğraşıyorsunuz biraz, ancak inanın bana, uçaktan çok daha kolay çıkıyorsunuz.
You expect me to believe that the past six months I've spent on this ship have been nothing but a simulation?
Bu gemide geçirdiğim son altı ayın hiçbir şey olmadığını ama bir simülasyon olduğuna inanmamı mı bekliyorsun?
I can't believe I have to ask you this but are you trying to screw things up for me?
Bunu sana sorduğumu inanmıyorum, her şeyi berbat etmeye mi çalışıyorsun?
You're going to have a different life, that's for sure but it can still be a great life and a fulfilling life, believe me.
Tabii artık her şey farklı olacak ama... yine de güzel bir hayatın olabilir, inan bana.
You don't have to believe me, but can you think of any unfinished business she had?
Bana inanmak zorunda değilsiniz, fakat onun tamamlamadığı bir iş aklınıza geliyor mu?
It's better that you don't believe me, but have to act like you do.
Kendini oynaman daha iyi oluyor.
You have no good reason to believe me, but my brother, who i believe you know, he said you'd understand what to do.
Bana inanmak için hiçbir sebebiniz yok, ama sizin de tanıdığınızı umduğum erkek kardeşim, sizin ne yapılacağını bileceğinizi söyledi.
I've been supportive, but if you expect me to believe that a tiger told you his symptoms, I might have to draw the line.
Bak, seni hep desteklemişimdir ama, bir kaplanın sana semptomları söylediğine inanmamı bekliyorsan, orada bir çizgi çekmem gerektiğini...
But you guys have to believe me, I would never put you in any danger.
Bana inanmalısınız. Sizi asla tehlikeye atmam.
Believe me, you have every right to be upset, and I can't talk about it right now, but I will.
İnan bana, kızmakta haklısın, ve şu anda konuşamam, fakat anlatacağım.
Look, I may not hang out with the beautiful people of Capeside but I like to think that I have the finger on a pulse of the common man and, believe me, that pulse quickens considerably when you walk by.
Bak, Capeside'daki güzel insanlarla takılmıyor olabilirim. Ama normal bir erkeğin nabız dalgalanması ile ilgili bir fikrim olduğunu düşünüyorum. Ve inan bana, sen birisinin önünden geçip gittiğin zaman, o nabız hızlanıyor.
Well, this may come as small consolation to you, but I believe that you each have a lot of work to do to catch up to me in the failed romance department.
Belki bu senin için küçük bir teselli olabilir. Benim başarısızlık dereceme ulaşmak için çok çalışmanız gerekecek.
But I have no memories to either trust nor distrust. And if you ask me now to follow you again, to stand behind you in what you now believe, without knowing what happened to me out there, without those memories, I can't.
Ama benim güveneceğim ya da güvenmeyeceğim hatıralarım yok ve eğer yeniden peşinden gelmemi,... inandıklarının arkasında durmamı istersen,... orada bana neler olduğunu söyleyen anılarım olmadan bunu yapamam.
Whaah! Ok, Casper, I can't believe I'm sayin'this, but you want Nelson, you have to go through me.
Bunu söylediğime inanamıyorum.
Well if that's the problem and believe me, this isn't easy for me to say but you have to talk to Dawson.
Sorun buysa o zaman inan bana bunu söylemek, benim için hiç kolay değil ama bence Dawson'la konuşmalısın.
You don't know me, you don't have to believe me, but that was not like me today, I'm just so grateful to God!
Beni tanımıyorsun, bana inanmak zorunda da değilsin, ama bugün oradaki gerçek ben değildim. Sadece Tanrıya şükrediyorum.
But, believe me, I will kill you if I have to.
Ama inan bana, gerekirse seni öldürürüm.
But you have to make me believe I am her.
Ama beni o olduğuma inandırmalısın.
I know you're not going to believe me, but I don't have a dime to my name.
İnanmayacaksınız ama beş param yok.
You won't want to believe me, but you have to, or you will die in less than 60 seconds.
Bana inanmak istemeyeceksiniz ama mecbursunuz yoksa 60 saniye sonra öleceksiniz.
You have every right not to believe me. But it doesn't matter.
Bana inanmamakta haklısın ama önemli değil.
You know, you don't have to believe me, Chris, but this really is for the best.
Biliyorsun, sen, Chris bana inanmak yok, ama bu gerçekten iyi içindir.
- You have no choice but to believe me.
- Başka seçeneğin yok, bana inan.
I can take this from you but you have to believe in me.
Gücünü senden alabilirim. Ama bana güvenmek zorundasın.
Lbhn Khaldun, I want to believe you but you will have to prove yourself to me.
Ibhn Khaldun, sana inanmak isterim ancak, bana kendini ispatlaman gerek.
Listen, Velma, I know that must have seemed very suspicious but you've got to believe me that I had nothing to do with...
Bak, Velma, bu sana çok şüpheli görünmüş olmalı ama ilgim olmadığına inanmak zorundasın.
General Crook, I believe I have you verbatim, but if you'd grant me - a moment to confirm?
General Crook, sanırım söylediklerinizi aynen yazdım... ama kontrol için bana bir dakika ayırır mısınız?
But, Helen, y-you have to believe me - - it's over now.
Ama, Helen, b-bana inanmak zorundasın - - şu anda bitti.
But you're going to have to believe me.
Ama bana inanmalısınız.
You may not believe me, but you have to believe your son.
Bana inanmayabilirsin ama oğluna inanmak zorundasın.