English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ D ] / Decaying

Decaying translate Turkish

263 parallel translation
Alone in his never finished, already decaying pleasure palace aloof, seldom visited, never photographed an emperor of newsprint continued to direct his failing empire.
Asla bitmeyen, şimdiden çürümeye başlayan zevk sarayında yalnız Herkesten uzakta. Nadiren ziyaret ediliyor, fotoğrafı hiç çekilmiyor Basın imparatoru, çöken imparatorluğunu yönetmeye devam etti...
I'm sure you are homesick for shabby palaces and gaudy cafés and the rest of the decaying things that represent Europe to you.
Eminim ki size Avrupa'yı hatırlatan sefil saraylar, cırtlak renkli kafeler ve diğer çürümüş şeyler vatan hasreti çektiriyordur.
But before we join these useless playboys... of a decaying society... let us heed the advice of a man who is earnest... productive and steadfast.
Fakat bu çürümüş toplumun yararsız çapkınlarına... Katılmadan önce ağır başlı, üretken ve kararlı... Bir adamın tavsiyesine kulak verelim.
I despise decaying things, don't you?
Çürüyen şeyleri küçümseyemem değil mi?
A decaying house out on the God-forsaken tip of the island.
Adada terkedilmiş, çürümeye bırakılmış bir ev.
Here is a girl, living in a moldy apartment, decaying walls worm-ridden furniture, surrounded by filth.
Küflü bir evde, çürüyen duvarlar, pislik içinde ve kurtlanmış mobilya arasında yaşayan bir kız.
Reminds you of a decaying face.
Çürümekte olan bir figür sanki.
- You rotten, decaying old goat. - Damn you!
- Seni kokuşmuş, arsız yaşlı keçi.
There is nothing here but an old man and his decaying memories.
Burada yaşlı bir adam ve hatıralarından başka birşey yok!
- Decaying fast, my friend.
- Hızla irtifa kaybediyoruz dostum.
I should say decaying.
- Ben çürüme derdim.
I want only combat troops, no decaying old men or children.
Sadece savaş birlikleri istiyorum, yaşlılar ya da çocuklar değil.
If we burn up in a decaying orbit or die here on the planet's surface, we shall surely die.
Bir yörüngede yanabiliriz veya bu gezegenin yüzeyinde ölebiliriz de, kesinlikle öleceğiz.
That is the usual end of a decaying orbit.
- Yörünge zayıflayınca bu kaçınılmaz.
Well, the orbit will start decaying as soon as the fuel is exhausted.
Yakıt bitince yörüngeden düşmeye başlayacağız.
Orbit decaying, Mr. Spock.
Mr. Spock yörüngemiz zayıflıyor.
- The orbit's still decaying.
- Yörünge hâlâ bozulmakta.
This war will not be won with untrained ploughmen apprentices, old, decaying serving men.
Eğitimsiz çiftçiler, çıraklar, yaşlı güçsüz uşaklarla bu savaş kazanılamaz.
So the close proximity to you has enabled her to realize... that while the fabric may be decaying, the structure is still sound.
Sana o kadar yakın olunca bina çökse bile kaidenin durduğunu fark etmiş.
It is the decaying bodies and skeletons of these religious martyrs... That you will see on your tour.
Gezide görecekleriniz, bu din şehitlerinin... çürüyen cesetleri ve iskeletleridir.
Periodically, and indeed sadly, major newspapers write about our prisons with their ever more frequent suicides, their riots born from despair yet nurtured by a decaying penal system.
Günlük gazeteler sık sık bize hapishanelerle ilgili haberler verir. Ne yazık ki bunlar acı haberlerdir. Giderek sıklaşan intihar haberlerini aktarırlar.
"lt was literally possible to walk for hundreds of yards at a time, stepping on nothing but dead and decaying flesh."
"Ölmüş ve çürümüş cesetlerin üzerine basarak kilometrelerce yere inmeden yürümek mümkündü."
You learn how to look at paintings as if they were bits of wall or ceiling, the walls, as if they were paintings whose tens of thousands of paths you follow untiringly, merciless labyrinths, texts that no-one will ever decipher, decaying faces.
Resimlere, sanki asıldığı duvarın veya tavanın veya parçasıymış gibi duvarlara da seni onlarca, binlerce yola, merhametsiz labirentlere, kimsenin asla çözemeyeceği şifrelere çürüyen suratlara sürükleyen tablolarmış gibi bakmayı öğreniyorsun.
Obscenely decaying flesh.
İğrenç biçimde çürüyen insan etleri.
Now only desolation, civilization lies smothered and decaying under an ocean of mud, belonging to anyone who's strong enough to dig and fight and take it for his own.
Artık geriye sadece harabeler kaldı. Medeniyet çamur yığınlarının altında bir yerlerde kalmış ancak onu ele geçirmek için kazmayı ve dövüşmeyi göze alanların elde edebileceği bir şey haline gelmiştir.
The dead here have no crosses, nor tombstones, nor wreaths to sing of their past glory, but lie in rotting, decaying, rusty heaps, their innards ripped out by greedy, vulturous hands.
Buradaki ölülerin haçları yok mezar taşları yok, eski ihtişamlarını ifade edecek çelenkleri yok sadece burada yatıyorlar, çürüyen bozulan, paslı yığınlar halinde aç, hunhar eller tarafından içleri dışlarına çıkartılmış.
Lifting it up, he saw beneath it the naked and decaying corpse of a baby, its belly painted red with horns tied to its forehead.
Kaldırınca, altında çıplak ve çürümekte olan bir bebek cesedi görmüş bebeğin karnı kırmızıya boyanmıştı, alnına boynuzlar bağlanmıştı.
Because at the bottom of all our terrified souls we know that democracy is a dying giant a sick, sick, dying, decaying, political concept writhing in its final pain.
Çünkü korkak ruhumuzun derinliklerinde demokrasinin günden güne ölmekte olan, hasta, cansız her geçen gün azalan ve acı sonuna yaklaşan bir kavram olduğunu biliyoruz.
And that painful, decaying love is the only thing between you and the shrieking nothingness you live the rest of the day.
Ve benim bu acı dolu çürüyen aşkım, senin ve o anlamsız hayatın arasındaki tek güzel şey.
Well, my book is about decaying values.
Kitabım kaybolmakta olan değerlerden söz ediyor.
Born in a gas cloud, maturing as a yellow sun decaying as a red giant and dying as a white dwarf enveloped in its shroud of gas.
Yıldız bir gaz bulutunun içinde doğar ve olgunlaşarak "sarı güneş" halini alır "kırmızı dev" evresine gelerek yaşlanır ve etrafı gaz tabakasıyla çevrilmiş "beyaz cüce" evresine gelerek ölür.
Little old decaying hotels and awnings.
Küçük çürüyen oteller ve...
Hey, did anybody read on the front page of the "Times" that matter is decaying?
Herhangi biriniz Times'daki, insan ahlakının çürüdüğünü yazan kapak yazısını gördü mü?
His wound is still decaying
yarası gerçekten çok kötüydü!
Erm, I was... I was wondering if you think that Chekhov was showing us the aristocracy as, like, a decaying class.
Çehov aristokrasi bize bozulmuş... bir sınıf gibi mi sunuyor acaba.
The drive system could be operated manually so we were able to pull Discovery away from its decaying orbit around Io.
Mekanik sistem elle çalıştırılabilir yani Discovery'yi İo etrafında giderek zayıflayan yörüngesinden çekip çıkarabiliriz.
If you screw it up this year, that decaying old man, your grandfather... takes everything away.
Kaybedersen eriyip gitmekte olan büyük baban her şeyi alacak.
Magnetic seals in the antimatter chamber are decaying!
Karşımadde odasındaki manyetik mühürler bozuluyor!
Then you know that stench of decaying flesh.
O zaman çürüyen etlerinin pis kokusunu alabilirsiniz.
City Hall is the decaying symbol of mismanagement and corruption.
Şehir Meclisi yanlış yönetimin bir sembolüdür.
The office is decaying, which is amazing, but they're quite efficient.
Ofis muhteşem olmasına rağmen çürüyor, ama yinede onlar için yeterli.
It is supposed to be a decaying Cambodian temple at the end of the river where the character of Willard will confront Kurtz.
Nehrin sonunda, Kurtz'la Yüzbaşı Willard karakterinin yüzleşeceği, yıkılmak üzere olan bir Kamboçya tapınağı olarak tasarlanıyor.
The National Space Administration informs us that Uncle Sam's Comsat 4 satellite... is in a rapidly decaying orbit.
Ulusal Uzay İdaresi bildiriyor ki, Sam Amca'nın Ursus 4 adlı uydusu süratli bir düşüş yörüngesindeymiş.
- and decaying in their graves.
-... ve mezarlarında çürüyorlar.
I guess you don't feel burned out... by the human misery and despair... perpetrated by the criminal vermin... that infest every pore of this decaying city... forcing you to guzzle cheap wine and cheaper whiskey... to dull the pain that shatters your heart... rips at your soul, keeps your days forever gray.
Kalbini parçalayan, ruhunda yara açan, günlerini..... sonsuza dek karartan, acıyı hafifletmek için..... ucuz şarap ve daha ucuz viski içmeye zorlayan..... bu yıkılmaya yüz tutmuş şehrin..... her bir yerini istila eden... .. suçlu alçaklar tarafından işlenmiş..... insan çaresizliği ve umutsuzluğu sanırım seni kötü hissettirmiyor.
I think people have always been decaying, whenever they can.
Bana göre insanlar her an ahlaki zayıflık gösterirler, yapabildikleri her an.
If you smell anything decaying in his car's trunk...
Araba bagajından garip bir koku alırsan- -
His body decaying and weak, he couldn't prevent his death. "
Vücudu zayıf ve hastaydı. Yakında ölecekti.
Everything I cared about's decaying.
Değer verdiğim her şey çürüdü.
- Decaying, captain.
- Zayıflıyor kaptan.
Decaying, I suppose.
- Günden güne eriyor bence.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]