Enabler translate Turkish
65 parallel translation
Now the vehicle is just a means... it's just an enabler, an extension of your idea.
Araç sadece aracıdır, imkan sunar. Fikrinin bir uzantısıdır.
You know what you're becoming? You're becoming an Oedipal enabler, you know that?
ne olacağını biliyormusun?
Seattle's great enabler.
Seattle'ın bir numaralı muktediri.
So "enabler" would be a more accurate job description than "accomplice."
Öyleyse "yardımcı", "suç ortağı" ndan daha doğru bir iş tanımı olur.
You know, every addict, Roger, has an enabler.
Bugün oraya gideceğimi biliyordun değil mi?
Let me guess. Your enabler is...
Dur tahmin edeyim.Senin kurbanın...
- I'm just an enabler.
- Ben sadece garsonum tabi.
That a fatty and his enabler can find love
Bir şişkoyla onun olanak sağlayıcısının aşkı bulabileceğini.
Sight enabler.
Görüntü geldi.
He's the alcoholic's friend, the enabler.
Bir alkolik dostu. Destekçi.
You're an enabler.
Ona olanak tanıyorsun.
-... you are a love enabler.
-... sen aşka imkân verensin.
I like to think of myself as a facilitator, an enabler.
Kendimi daha çok hayatı kolaylaştıran bir tür yardımcı olarak görüyorum.
- You're an enabler.
- Teşvik ediyorsun. - Biliyorum.
It's the enabler one.
İzin veren bir kural.
But you also remember that you're an enabler?
Ama bunu desteklediğini de hatırlıyorsun değil mi?
When did you become an enabler?
Ne zamandır yetkilisin?
One of them's got a nasty habit he can't keep up with, and the other one, well... can you put somebody away for being an enabler?
Birinin başedemediği pis bir alışkanlığı var. Diğeri de... birisini tedarikçi olduğu için ayrı tutabilir misin?
You're an enabler.
Suçun azmettiricisi sensin.
An enabler doesn't conspire against.
Teşvik edici arkasından iş çevirmez.
And you obviously have become her enabler.
Ve açıkça görülüyor ki, sen onun sürek destekçisi haline dönüşmüşsün. Ne?
You're an enabler, that's what you are.
- Evet. Teşvikçisin.
He's an enabler, too, this guy, the worst fucking kind.
Üstelik bu dediğim herif, önünüze her şeyi sunuyor.
Which means that you're either a classic enabler or my soul mate.
Bu da demektir ki, sen ya klasik bir "mümkün kılıcısın"... ya da benim ruh eşimsin.
At being friends doesn't mean I have to play the enabler. blair, come on.
-... arabulucunuz olma niyetinde değilim. - Blair, hadi ama.
Justine is an enabler, not a dominant.
Justine, adamın istediğini yapabilmesi için bir teşvik, dominant değil.
To do otherwise is to be an enabler, a Mafia wife, with the true devils of extremism that draw their legitimacy from the billions of their fellow travelers.
aksini yapmak kolaycılık olur. Bir mafya eşi gibi, Milyarlarca dost yandaştan... kendi meşruluğunu yaratan... aşırıcılığın gerçek şeytanları.
Yoυ are an enabler.
Sen olanak sağlıyorsun.
the support group I went to after your mom's last bingo bender- - they taught me the worst thing you can do is be an enabler.
Annenin son kumar olayından sonra gittiğim destek grubu var ya,... senin için yapabileceğim en kötü şeyin sana olanak vermek olduğunu düşünüyorlar.
You are an enabler.
Hep imkansızı başarırsın.
You, Barb, are what we call an "enabler".
Hayır, gitme. Sen, Barb, bizim "yeterli" dediklerimizdensin.
Thank God you're an enabler.
Çok şükür ki, sen bunu yapmama yardımcı oldun.
He's a scumbag, an enabler, a mistake!
Pisliğin teki o, bir bahisçi, bir hata!
He's more of an enabler than you are.
O senden daha çok sorun çikartiyor.
You're the enforcer and you, in your jeans and blazer, are the hand holder, the enabler.
Sen "yerine getiren" kişisin. Ve kot ve blazer giyen sen de elin sahibisin, her şeyi mümkün kılan.
The enabler.
Her şeyi mümkün kılan.
No. She calls me an enabler.
Hayır şimdi de diyor
Oh, okay, so I guess then I'm, uh, I'm like your enabler.
Ah, tamam, o halde seni aktif eden bendim diyebiliriz.
No, thank you, enabler.
Teşekkürler, istemez şeytan.
"Enabler." Gary King And The Enablers.
"Kolaylaştırıcı." Gary King ve Kolaylaştırıcılar.
I think he comes across as sort of a cloak-and-dagger enabler, when in fact, his whole story, his core interest, the way he educated himself, is essentially scientific.
Sinsi bir sahtekar olarak algılanıyor ama aslında tüm olayı, tek ilgi alanı, kendini eğitme tarzı tamamen bilimsel.
It's a great enabler.
Harika bir destekçi.
I judge you to be a desperate enabler, Dallas!
Seni müzmin bir kolaycı olmakla yargılıyorum, Dallas!
An enabler!
Kolaycı!
You're an enabler.
Bunu kolaylaştırabilirsin.
You know you're an enabler, right?
Onu sen yüreklendiriyorsun, biliyorsun değil mi? Bu iyi bir şey olmalı.
You'd have no girlfriend to see you naked, you'd try to fill the void with food, and I'm an enabler who once deep-fried a pancake.
Seni çıplak görecek bir sevgilin yok ve sen de boşluğu yemekle doldurmaya çalışıyorsun. Ben de bol yağda krep yapıyorum.
- I'm a classic enabler.
- Ben de klasik kolaylaştırıcı.
An enabler enables.
teşvik edici teşvik eder.
Enabler, enabler, enabler, enabler, enabler, enabler.
Teşvikçi. Teşvikçi. Teşvikçi.
"Get me the enabler!"
"Bana" yeterliyi "getirin!"