English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ G ] / Gazing

Gazing translate Turkish

306 parallel translation
- I was gazing in my crystal.
- Kristal küreme bakıyordum.
I was gazing into a well.
Gözümü dikmiş bakıyordum.
Gazing into his crystal ball!
Kristal küresine bakıp duruyor!
No, I confine my gazing to the eye, ear, nose and throat.
Hayır, ben gözlem işimi kulak, burun, boğaz olarak sınırlandırdım.
There's only one thing more obvious than two people gazing at each other, and that's two people avoiding it.
İki insanın birbirinin gözüne bakmasından daha bariz tek şey, gözlerini birbirinden kaçıran iki insandır.
As I was gazing at you, bound and hanging
Bağlanmış ve asılmış vaziyette sana bakıyordum.
But now... the primera vez... gazing at night...
Ama şimdilik... İlk defa... Gecenin içinden bakınca...
SHE'LL BE GAZING AT YOU LOVING LY. SHE WON'T EVEN EAT BEFORE YOU DO
Ondan isteyeceğin hiçbir şey gözüne fazla görünmeyecek.
Forever, a past of marble... like this garden carved in stone... this mansion, its rooms deserted now... these still, silent, perhaps long-dead people... still guarding the web of corridors... along which I advanced to meet you... between hedgerows of faces, masklike... watchful, indifferent... towards you as you still hesitate, perhaps... gazing at the entrance to this garden.
Ebediyen, mermer bir mazi.... taşa oyulmuş bu bahçe misali ;.. odaları artık metruk bu malikâne misali ;.. sen hâlâ tereddütte, bu bahçenin girişine... gözünü dikmişken belki de... maskevari, müteyakkız, lakayıt yüzlerden oluşan... çitlerin arasından geçerek sana kavuşmak için... içlerinde yürüdüğüm koridorları hâlâ gözleyen... bu durgun, sessiz,..
Gazing at the river.
Dalgın dalgın nehre bakıyorum.
My man, you are gazing upon the legendary terror of the seven seas.
Dostum, şu an yedi denizin en dehşet verici şeyine bakıyorsun.
Why do you keep gazing out of the window?
Neden hala pencereden yolu gözlüyorsun?
I feel as if I am gazing at a fire about to be extinguished.
Sönmek üzere olan bir ateşe bakıp giden birisi gibi hissediyorum.
When gazing at a graph that shows the profit's up
Bir şemaya baktıkları zaman
Miss Simpson, please don't sit there gazing at me in mute adoration.
Bayan Simpson, lütfen orada öyle bana hayranlıkla bakarak oturmayın.
No time for window-gazing, Moneypenny. Mata's been kidnapped.
Pencereden bakmanın zamanı değil, Moneypenny.
No, I'm sure she must be gazing tenderly at my photo.
İddiaya girerim ki, şu anda büyük bir aşkla resmime bakıyordur.
# # What do you see, you people gazing at me
# # What do you see, you people gazing at me
- # # You people gazing at me - # # You're truly, truly scrumptious
- # # You people gazing at me - # # You're truly, truly scrumptious
Given up ale for star-gazing, Tom Salter?
Yıldızları mı izliyorsun, Tom Salter?
Not star-gazing, Master Marshall.
Hayır Süvari Marshall.
I took her gazing.
İneği otlattım.
He stands near the window, gazing upon the countryside, as if in this moment this child of nature sought to reunite the two blessings to survive his loss of freedom - a drink of pure water and the sight of sunlight on the countryside.
Sık sık pencerenin yanında duruyor, gözlerini kıra çeviriyor. ... ve sanki o zevk anında, bu doğa çocuğu, özgürlüğünü kaybetme düşüncesini atlatmak için, iki nimeti birleştiriyor gibi oluyor : Duru su ve güneşin ve kırın görüntüsü.
"Gazing at you, I get heat."
"Gazing at you, I get heat."
"Gazing at you, I get the heat."
"Gazing at you, I get the heat."
One sultry Sunday when I was 17... I was Iying in a field gazing at the sky.
Sıcak bir Pazar günü, 17 yaşınndayken bir tarlada gökyüzüne bakarak yatıyordum.
while Lord Etherington, his look startling with the complication of feelings, remained gazing on the poor woman.
Bu esnada Lord Etherington, karmaşık duygularla zavallı kadına bakmaya devam etti.
And that man, and this is no Haziyappi, that man was so mean, that his eyes gazing down that pole petrified three grown men that looked too close.
VE o adam, bakın atmıyorum, adam o kadar zalimdi ki asıldığı yerden dik dik bakan gözleriyle kendisine yakından bakan üç adamı taşa çevirdi
We sat gazing into each other's eyes.
Birbirimizin gözlerinin içine bakardık.
I was herding sheep above the water-mill, gazing into the river...
Su değirmeninin üstünde koyunları toparlıyordum, nehre bakıyordum.
Oh yes, so you've said... But I don't suppose you'll just be gazing in each other's eyes...
- Evet, öyle söylüyorsun ama sadece göz göze bakıştığınızı sanmıyorum.
On a bench close by an old man stares into space for hours on end ; his is mummified, perfectly still, with his heels together, his chin leaning on the knob of the walking-stick that he grips tightly with both hands, gazing into emptiness, for hours.
Yakınındaki bankta oturan yaşlı bir adam saatlerce boşluğa bakıyor ; mumya gibi hareketsiz, topuklarını birbirine dayamış çenesini iki eliyle sıkı sıkı tuttuğu bastonunu üzerine yaslamış boşluğa dalıp gitmiş saatler önce.
By gazing deep into their eyes
Kolordusu gözlerini süzerek karşılık verdi.
I was just gazing into the distance.
Uzaklara dalıp gitmiştim.
Just gazing, Peachy. Just gazing.
Sadece bakıyorum, Peachy.
Gazing at you I get the heat
Sana bakıp sıcaklığı alıyorum.
Gazing at you
Sana bakıp sıcaklığı alıyorum.
He saw me and kept gazing.
Beni gördü ve bakmaya devam etti.
There she sat, gazing at me with her big eyes.
Orada oturmuş, o koca gözlerini bana dikmişti.
She would sit by that window, gazing at the play of light over the mountains and fjords.
Tek yaptığı, pencerenin kenarında oturup saatlerce kırlarının üzerine düşen ışığı izlemekti.
Here we are in a hotel room, gazing into each other's eyes.
Bir otel odasında birbirimizin gözlerine bakıyoruz.
Gazing up at the big sky, Unico, What do you see?
Unico... ne görüyorsun?
You should be gazing into the distance... got it?
Gözünü uzaklara dikip bakacaksın... Anladın mı?
Never a good date, not in February wrapped in a grey rug, gazing at a grey sea.
Şubat hiç iyi bir zaman değil. Gri bir battaniyeye sarılmış, gri bir denize bakıyordu.
And far behind the fences in the drizzle... guarded by the military police, the gazing masses. Beautiful.
Ve askerler tarafından korunan... yağmur altındaki çitlerin uzağında sana bakan yığınlar.
I could be in the bar at Walkabout Creek right now, gazing across at Wally and Nugget and Donk.
Şu an Walkabout Creek'deki barda, Wally, Nugget ve Donk'a bakıyor olabilirdim.
All day, he hung around the cove or upon the cliffs with a brass telescope... gazing out over the waves... as if he feared something were coming for him from the sea.
Bütün gün koyun etrafında ya da uçurumun tepesinde teleskopla gezer, dalgalara bakardı sanki denizden birinin gelmesinden korkar gibiydi.
There, as if it always had been there was Erica locked in the painting gazing at us.
Resimde, sanki hep oradaymışçasına Erica vardı. Orada kısılıp kalmış bize bakıyordu.
Gazing up at the bright moon. I bow my head and...
* Son vuruş olur * * başımı eğer.... *
One can worship God in a field... or by gazing at the stars.
İnsan Tanrı'ya bir tarlada da tapabilir. Yıldızlara bakarak, tıpkı atalarımız gibi.
Like gazing up at...
.. uzak bir yıldıza..

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]