English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ G ] / Glare

Glare translate Turkish

396 parallel translation
Because, from trillions of kilometres away, these small planets get lost in the blinding glare of their star's brightness.
Çünkü trilyonlarca kilometre uzakta, Bu küçük gezegenler yıldızlarının kör edici parlaklıklarında kayboluyor.
You know how sometimes there's a glare in the picture if the camera isn't focused?
Hayır, bütün kızlar iyi görünüyor.
A lover of darkness, it burrows under stones to escape the glare of the sun.
Güneşin parıltısından kaçmak için, taşların altında yatan, karanlığın sevgilisidir.
How could I see in that glare?
- Bu ışıkta nasıl göreyim?
If anyone speaks to you, just glare at them.
Eğer biri bir şey söylerse, ona ters ters bak.
Now the glare must be visible even to the short-sighted leaders of your bewildered government.
Şaşkın hükümetlerinizin miyop liderlerinin bile görebileceği kadar yükseklere.
They're fine, clean young boys from good homes... and we can't send them off to be killed... in the rockets'red glare, bombs bursting in air... without anybody to say goodbye to them, can we?
İyi ailelerden gelen, iyi ve temiz oğlanlar ve kimse onlarla vedalaşmadan onları roketlerin kırmızı parıltıları ve hava patlayan bombalarla ölmeye gönderemeyiz, değil mi?
Men with long criminal records... and simple men snatched from peaceful pursuits... all to be shoved into the glare of the lineup platform... scrutinized, questioned and released... in the forlorn hope that one... just one of all these hundreds... might be the man they sought.
Uzun sabıka kaydı olan adamlar ve sakin araştırmalardan yakalanan basit adamlar hepsi de platformun parlak yüzeyine itildi dikkatle incelendi, sorgulandı ve serbest bırakıldı bu yüzlerce kişiden birinin aradıkları adam olabilmesi uzak bir umuttu.
Wild glare in his eyes.
Bakışları çıldırmış gibiydi.
Thou hast no speculation in those eyes which thou dost glare with!
Bakış yok üstümüze diktiğin o gözlerde.
- I'd glare daggers at him.
- Parçalayacakmış gibi bakardım ona.
It's watching me from somewhere. I can feel its glare.
Mimura bir yerlerden izliyor.
The night bring us back 20, 30, 50 suns, the glare of the day hid from us.
Güneş bizi 20, 30, 50 gerisine, geceye götürüyor ve parıItıIı günü bizden mahrum ediyor.
Look at the moon glare.
- Baksana ay nasıl pırıl pırıl.
I used to sit and just glare at people... or I wouldn't even answer when they spoke to me.
Oturup insanlara öylece bakardım. Benimle konuştuklarında cevap bile vermezdim.
Four lemon-yellow lamps with a glare of orange and green.
Dört limon sarısı lamba, biraz turuncu ve yeşil.
I suppose, because in my professional life, I'm constantly exposed to the glare of the footlights.
Sanırım, nedeni, meslek yaşamımda, sürekli sahne ışıklarının parlaklığına maruz kalmamız.
Then the sun was brighter and the glare came on the water, and as it rose clear the flat sea sent it back to his eyes so it hurt sharply and he rode without looking into it.
Sonra güneş daha da yükseldi ve sudan yansıyan ışık o kadar keskinleşti ki artık sudan ışık gözlerini aldığından başını çevirerek yol almaya başladı.
"I can always come in on the glare off the lights from Havana."
"Havana'nın parlayan ışıklarıyla her zaman yolumu bulabilirim."
He saw the reflected glare of the light of the city at around 10 : 00 at night.
Gece 10 : 00 civarı şehrin yansıyan ışığının parıltısını gördü.
When it passed over, the whole compartment lighted up with a blinding glare.
Üstümüzden geçtiğinde tüm kabin kör edici bir ışıkla kaplandı.
When the glare left us,... we could see a glowing ball disappearing off in the distance.
Parlaklık kaybolduğunda, uzaklaşan bir alev topu gördük.
Why do you glare at me like that?
Nedir bu öfken?
He just seemed to glare at her.
Ters ters ona bakıyordu.
So she can glare at me again?
Bir daha mı gözlerini parlatsın bana öyle?
Her cold glare, as if I were the assailant.
O buz gibi bakışı, suçlu benmişim gibi...
A small point of light lost in the glare of the morning sun.
Küçük ışık parçası, sabah güneşinin parıltısında kayboldu.
The optic nerves have gone. The glare of the meteorites last night.
Dün geceki meteor ışıkları görme sinirlerini öldürdü.
You don't have to glare at me like that.
Bana kötü kötü bakmana gerek yok.
How can a blind man glare at someone?
Kör biri nasıl düşmanca bakabilir?
So that it will be bright, full of glare and transparent light.
Bu sayede içerisi aydınlık, şeffaf olacak.
'And into the din and the glare,
" Şamatanın içine dalıverdi
In the glare of the noon,... in the dead of the night,... in sickness or in health,... in calm or in tempest,... Countess Frederique seemed riveted to the saddle of that colossal horse,
Öğlen güneşin altında, gecenin derin karanlığında hastalıkta ve sağlıkta, sessizlikte ve fırtınada... Kontes Frederique o koca atın eğerine yapışmış gibiydi. İkisinin hırçın karakterleri fazlasıyla benzeşiyordu.
Yeah. I gave him a fierce glare he foamed at the mouth, and scrammed. Right?
- Evet, kızgın bir boğa gibi baktım ve saldırdım.
Thou hast no speculation in those eyes which thou dost glare with.
O ters ters bakan gözlerin göremez asla.
And the rocket's red glare The bombs bursting in air Gave proof through the night...
Göklerde fişeklerin göz kamaştırıcı kızıl parıltısı ve çevremizde patlayan o bombalar... kuşkusuz, tüm gece boyunca bayrağımızın...
Put the lights out, the glare is ghastly.
Işığı da söndüremez miyiz? Çiğ bir ışık.
D-i-g means "Glare"
D-i-g "Ters ters bakmak" demektir.
If a car comes down that driveway... the headlights glare through the window.
Eğer o araba yolundan bir araba gelirse, farlar pencereden içeriyi ışıldatır.
Must be this glare.
Yansıma olmalı.
- fullness, with a swift retreat of the great shadow when the sun, clearing the ridge looked down, hot and dry with a devouring glare like the eye of an enemy.
... tamamen, güneş yamaçtan görünüp aşağıya bakınca, sıcak ve kuru düşmanın gözü gibi yutan bir pırıltıyla.
You're the little unit that I have to polish until the glare of your achievements blinds everybody on this parade ground.
Siz küçük bir grupsunuz. Başarılarınız bu meydandaki herkesin gözünü kamaştırıncaya dek sizi parlatacağım.
They said the glare off Norm was blinding the batters.
Norm'un göz kamaştırıcı parıltısının, vuruş yapan oyuncunun görüşüne engel olduğunu söylediler.
There's a terrible glare on the screen.
Ekranda çok parıltı var.
There's glare resistance, water resistance... contender tough to Cazzie and a lot less dangerous to wear.
Anti-yansıma, suya dayanıklı... sosyetik marka ayarında ve gasp edilme riski yok.
Don't glare at me.
Hiç kaşlarını çatma.
Glare reflectors.
Kamuflaj makyajı.
IS THE GLARE OF THE MOON BOTHERING YOU?
Ayın parlaması mı sizi rahatsız etti?
No, no! - I won't be seen in this merciless glare.
Senin ihtişamının yanında ben sönük kalırım.
You eyes have a glare.
Gözlerin ışık saçıyor bakıyorum da.
Are you just going to glare at them, or are you gonna invite them to stay?
- İlişki nedir biliyor musunuz?

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]