English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ G ] / Gleaming

Gleaming translate Turkish

163 parallel translation
While the silvery moonbeams are gleaming
Mehtaplı bir gecede ay gümüş gibi parlarken de.
They were pointing the way to that gleaming sign and saying :
O parlak işareti gösteriyor ve şöyle diyorlardı :
It's all gleaming. I wouldn't sit there, my lad, it's not dry yet.
Ona oturmamak gerekir çünkü henüz kurumadı.
The glow of one's lamp is gleaming'love
Birinin lambasından aşk ışıkları yayılıyor
Two lovely eyes At me they were gleaming
# Bana parıldayarak bakan iki yalnız gözün #
Did you ever see a crow's wing, how black and gleaming it is?
Karganın kanadının ne kadar siyah ve parlak olduğunu bilir misin?
Gleaming in the skies above
Gökyüzünde parlarlar
When a guy wears tails with the front gleaming white
Bir adam smokin giymişse Bembeyaz gömleğiyle
And three angels came that night Clothed in robes of gleaming white
O gece üç melek geldi lşık saçan beyaz elbiseler içinde
Look at her gleaming there so pale and white.
Orada parıldayışına bak ne kadar soluk ve beyaz.
You don't see no stars out there gleaming you just can't reach out and grab?
Senin hiç ulaşmaya çalıştığın ama elde edemediğin şeyler yok mu?
Gleaming, liquid gold.
Parlak, likit altın.
Soon her mama With a gleaming gloat heard
Gözleri fıldır fıldır Annesi duymuş
The princess was so angered that she hanged herself, because he had counted the exact total of grains in the sack, the exact sum of drops in the sea, and the total of stars gleaming. So I propose a toast to cybernetics!
Ve prenses hırsından kendi saçları ile kendini asmış, çünkü o, tam olarak tahıl çuvalında kaç tane tene olduğunu, denizde kaç tane damla olduğunu ve gökte ne kadar yıldız olduğunu saymış.
But then, as I broke into the locked desk and saw the jewels gleaming in the shadow and felt the weight of them in my hand...
Ama sonra, kilitli dolabı kırınca ve parıldayan mücevherleri görünce ellerimde ağırlıklarını hissedince...
Visitors stream by, their eyes aglow at the sight of these gleaming vehicles, imagining themselves behind the wheel en route to their holiday destination.
İnsanlar içeri akıyor ve gözleri de, bu ışıltılı arabaların etkisiyle pırıl pırıl parlıyor. Kendilerini, tatile gider bir vaziyette direksiyonun arkasında hayal ediyorlar.
Henceforth you will be able to glimpse in the puddles, in the shop windows, in the gleaming bodywork of cars, the fleeting reflections of your decelerating life.
Yavaşlayan hayatının anlık yansımalarını su birikintilerinde dükkan vitrinlerinde, arabaların parıldayan kaportalarında yakalayabileceksin artık.
They don't want anyone to see their swords gleaming in the sun.
Kılıçlarının güneşte parladığını birilerinin görmesini istemiyorlar.
¤ a red star of gleaming red. ¤
¤ kızıl bir yıldız olacak. ¤
Two lovely eyes, at me they were gleaming
# Işık saçan gözlerini gördüm...
And the hoods, gleaming like that, isn't that a marvellous sight?
Kapaklar da ışıldıyor. harika bir görüntü değil mi?
Shining, gleaming steaming', flaxen, waxen
Pırıl pırıl parlayan
Snaggy, shaggy, ratty, matty oily, greasy, fleecy Shining, gleaming, steaming
Dallı, yumuşak, yağlı, yünlü parlak, ışık saçan
Mirrors and copper gleaming.
Gazeteler dergiler, hatta aynalar ve çatal bıçak, gümüşler.
This is my idea of a spaceship, all gleaming metal, flashing lights, everything...
İşte bu benim uzay gemisi anlayışım, parlayan metaller, parıldayan ışıklar, her şey...
I have seen gleaming on her chest when the sun rays strike it.
Güneş ışınları çarptığında göğsündeki parıltıyı gördüm.
Only one thing that could've dragged me away... from the soft glow of electric sex gleaming in the window.
Pencerede parıldayan göz alıcı ışığın çekim gücünden beni tek bir şey uzak tutabilirdi.
I like it gleaming.
Parlamasını istiyorum.
And as she opened her eyes, everything in the loft seemed gleaming with gold. "
"Gözlerini açarken, odanın içindeki herşey sanki soğuk gibiydi."
First I'm gonna rip the buttons off your blouse one by one, then run my tongue down your neck to your bare, gleaming breasts.
Önce bluzunun düğmelerini teker teker koparacağım, sonra dilimi boynundan aşağıya, çıplak tertemiz göğüslerine indireceğim.
At the twilight's last gleaming
# Alacakaranlıkta son kez parlarken # #
And right as it's coming up in me, the ol'joy juice, I flip it over to one side and come off your gleaming loins, honey, and just spit right in my own face.
Ve üzerinde ileri geri giderken, senin yüzünün aIdığı halları dahaiyi görebilmek için ve tabii kendi yüzümü de.
Can you not see that the gleaming mirrors of the Upper Room are sad to see your white hair?
Üst Odanın parlayan aynalarının ak saçlarını görmekten üzgün olduklarını fark etmiyor musun?
Where chambers line the gleaming hall.
Salonu parıldar. Odası ışık saçar.
My steaming, gleaming guts spell out your nature.
Benim buğulu, parlak bağırsaklarım senin doğanızı büyüleyecek.
There seemed to emanate from it... a light from within this... gleaming, radiant marble.
İçindeki parıldayan mermerlerden adeta bir ışık yayılıyordu.
More royal than a partridge even, it's so big and gleaming.
Keklikten bile daha şahanedir, öyle büyük ve parlaktır.
Only human again Poised and polished and gleaming with charm
Sadece insan olduğumda Özgüvenle ve kusursuzca ve çekicilikle parıldayarak...
The cute innocence... And naughty gleaming eyes
Şirin masum.... ve yaramaz parlayan gözler...
Brightly with love are gleaming
# Aşk ile parıldıyor #
"Before them was a little cottage, gleaming in the rays of the setting sun."
"Önlerinde küçük bir kulübe vardı, günışığında parlıyordu."
Reset gleaming.
Işıldamayı resetle.
The shining spires of Wellville, gleaming in the sun.
Wellville'in tepelerindeki pırıltı, güneş bizi selamlıyor.
" building What soon is revealed as a gleaming set of claws.
"... az sonra pençeye dönüşen bir şeyler yaparken. "
"spill and tumble upward... " out of an enormous carrion black pit... " choked with the gleaming white bones...
Sayısız kutsanmamış yıllar boyunca parlayan beyaz kemiklerle dolmuş devasa katran karası bir çukurdan yukarıya doğru akıp yuvarlanıyorlardı.
They saw two men wearing beautiful, gleaming clothes.
Güzel, ışıl ışıl elbiseler giymiş iki adam gördüler.
"The Assyrian came down like a wolf on the fold " and his somethings were gleaming "in black and old gold." Crap.
"Asurlular göç etti sanki kurt gibi tabakanın üstünde, ama bir şeyleri parıldıyordu, siyahta ve eski altında" saçmalık.
The river flowing far away down there, dark and gleaming the snow falling and falling and sometimes the wind blew and the birches swung their branches...
Nehir uzaktan akıyordu... Loş ve pırıl pırıl kar, yağıp duruyordu. Ve bazen rüzgar öyle bir esiyordu ki ağaçlar dallarını sallıyorlardı.
Two thousand twine threaders, gleaming under real lights.
Gerçek ışık altında parıldayan 2 bin iplik makinesi.
He had about 108 giant gleaming teeth.
Pırıl pırıl parlayan 108 tane dişi vardı.
It shall rise in gleaming white beauty,
Işıldayan bembeyaz bir güzellikle yükselecek!

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]