English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ G ] / Glint

Glint translate Turkish

117 parallel translation
She has a strange glint in her eye.
Gözünde tuhaf bir parıltı var.
I caught the glint of gold in them when that chest busted.
Sandığı aldıklarında, yüzlerindeki altın gülüşünü gördüm.
He was a glint in his great grandfather's eye!
Büyük büyükbabasının gözündeki bir parıltıydı.
Sure, those ladies would be willing to endure anything for your sake and just for a glint from your eye.
Tabi, o bayanlar senin için her bir göz kırpmanla her zahmete girmeğe hazırdılar.
When you're scared or surprised, or both at once, there's a funny glint in your eyes.
Ama ya korkuyorsun, ya şaşkınsın.. ikisi bir arada, Gözlerinde garip bir yansıma var.
I wanna sleep with you again, because of that glint.
Seninle tekrar yatmayı bu yansıma yüzünden istiyorum.
And the old glint in your eye?
Ya o gözündeki eski pırıltı?
Sees the glint of money and throws all caution to the wind.
Paranın parıltısını görünce bütün dikkati dağıldı.
You'll walk tall with a glint in your eye and a spring in your step and a knowledge in your heart that you are working for peace
Gözünde bir parıltı, kalbinde barış için çalıştığını ve ülkene hizmet ettiğini bilmenin verdiği gururla
Saw the rocks glint and they're the same shape as these.
Kayalar parıldıyordu ve biçimleri bunlara benziyordu.
There was a glint of light, a reflection off the barrel of the weapon.
Işık vuruyordu. Silahın namlusuna yansıyordu.
However... there is a feeble glint of promise in his eyes.
Bununla birlikte... Gözlerinde ufak bir ümit pırıltısı var.
I waited for any glint of recognition.
Tanındığıma dair herhangi bir ışık bekliyordum.
Sometimes he gets this real strange glint in his eye..
Evet, bazen gözünde garip bir kıvılcım oluyor.
He's got his whole life in front of him, and I'm not even a glint in his eye.
Önünde koca bir hayat var, ben daha bir tohum bile değilim.
Let'em see that greedy glint in your eye and hear that bullshit chuckle.
Gözlerindeki aç gözlü pırıltıyı görsünler. At bakalım kahkahanı Hamilton.
And put the glint in his eye, you know?
Gözüne de parıltı koyun, anladın mı?
For the last time, Benoit Patard stood in the dock, a sardonic grin on his face, and his usual smug, arrogant glint in his eye.
Son bir kez, Benoit Patard alaycı gülümsemesi,... alışılagelmiş kendini beğenmiş tavırları ve gözlerinde küstah bakışlarla sanık sandalyesine oturdu.
"Assured by that same glint of deathlessness " Which neither can surprise In any other pair of eyes "
"Ölümsüzlüğün pırıldayışında saklanır aslında pırıldayamayışına şaşakalan her bir çift göz."
It's painfully obvious what's attracting you the gleam of her jackboots, her dangling nightstick, the glint of her handcuffs hanging on her leather belt.
Parlak siyah botları, sallanan copu, deri kemerinde asılı duran parıltılı kelepçeleri.
Well, obviously you didn't see the crazed, cunning glint in her eyes.
Gözlerindeki deli kurnaz bakışları görmedin mi?
You should've seen the murderous glint in his eyes, Smithers.
Gözlerinde katil bakışları vardı, Smithers.
There's a glint in the eye.
Gözünden okunuyor.
Wonders long hidden but revealed occasionally in a glint of gold
Uzunca gizli harikalar fakat bazen altın parıltısı şeklinde açığa çıkar.
Sometimes he'd get this little glint in his eye.
Bazen gözünde bir parıltı oluyordu.
'Look at the glint!
Tanrım, ben... şuna bir bak, şu parıltıya bak.
One little glint in the sunlight et voila!
Güneşte küçük bir pırıltı. Ve işte.
The way he laughs, the way he gets that little glint in his eye when he's about to say something clever...
Gülüşü... Zekice bir şey söyleyeceği zaman gözünün içindeki parıltı...
"Your jet-black eyes hold a glint in them"
Siyah gözlerindeki kıvılcım
The peasants of Vormidian saw a glint on the horizon... like a star shining just for them.
Vormidian köylüleri ufukta yaklaşan bir parıltı gördüler... sanki bir yıldız gibi sadece onlar için parlayan.
That glint gave them hope... for as they drew near, they recognized the source... a gleaming broadsword.
Bu parıltı onlara umut verdi... yaklaştıkça kaynağın ne olduğunu anladılar... parlayan bir kılıç.
Glint, glisten, scintillation.
"Pırıltı, parlama, ışıldama."
I can still see the glint in me da's eye as he looked down at me... his hand on me shoulder.
Elini omzuma koyup gözlerime baktığında... kendimde hala o eski parıltıyı görebiliyorum.
It would glint in the sunlight, all sparkly and clean.
Güneşte parıldardı kürkü, ışıl ışıl ve tertemiz.
They don't respond to that glint on the horizon or subtle change in rock colour.
Ufukda veya renkli kayadaki tatlı değişim deki bu parıltıya yanıt veremezler.
It is a long shot, but perhaps a glint might catch his eye.
Bu olmayacak bir şey, ama bir parıltı erkeğin dikkatini çeker belki.
I like the glint in their eye, the bounce in their step.
Gözlerindeki pırıltıyı seviyorum, hareketlerindeki canlılığı.
And Jeff made you sound like... there was a glint of a human being in there... so I had to see for myself.
Jeff seni orada... insanlığın ışığını görecek şekilde yaptı ve bu yüzden bunu kendim görmek istedim.
With glint helmet, You were surely stand out in the battle field.
Parıldayan miğferinizle savaş alanında mutlaka dikkat çekiciydiniz.
There. You see the light glint offhis hair?
Saçının ışığı nasıl yansıttığını görüyor musun?
That little glint that says they're never gonna beat you.
O parıltı, seni asla ezemeyeceklerini söylüyor.
There, you see that glint?
Şu parlamayı görüyor musunuz?
I thought I saw a glint or something.
Parıltı gibi bir şey gördüm sanırım.
Why, what's up? Nothing, I thought saw a glint or something.
Parıltı gibi bir şey gördüm sanki.
I saw a glint right before the shots rang out.
Ateş açılmadan önce bir parıldama gördüm.
you know, I thought it was you, but I was kinda blinded by the glint off that detective badge.
Yani sen olduğunu sandım fakat Dedektif rozetin yüzünden biraz gözlerim kamaşmıştı.
A glint for hint?
İpucu için bir fikir ister misin?
All of this stuff - the 3D rendering, the first-person shooting - were barely a glint in a geek's eye in 1987.
Tüm o şeyler... 3 boyutlu sahneleme, kahramanın kendi gözünden oynama... 1987'de bir ineğin gözünde bile imkansızdı!
I would call it rhubarb - there is a red glint to it when it moves beneath the light.
Rubarb derim. Işığa tutarsanız kırmızı bir parıltı verir.
The little glint. I love that.
Ufak cilveler. Bayılırım buna.
Or a glint?
- Kıvılcım?

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]