English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ G ] / Glistening

Glistening translate Turkish

146 parallel translation
The gems glistening on the other side of the window... and someone asleep, breathing heavily.
Mücevherler pencerenin gerisinde parlıyorlar. - Biri uyuyor, derin nefes alıyor.
Glistening on his armor
# Zırhları ışıl ışıl parlıyor
And then we had drunk glistening champagne.
Sonra şampanya içtik.
There's one glistening boil for every soldier in Africa.
Afrika'daki her askerde çıban vardır.
I'd like to see all those glistening white domes and minarets.
O ışıl ışıl beyaz kubbeleri ve minareleri görmek isterdim.
A quivering, glistening mass.
Bıngıldayan, parlak bir kütle.
"Watching the glistening wake..."
" parlak izine bakarak...
Squares, avenues, parks and boulevards, trees and railings, men and women, children and dogs, crowds, queues, vehicles and shop windows, buildings, facades, columns and capitals, sidewalks, gutters, sandstone paving flags glistening grey in the drizzle.
Meydanlar, caddeler parklar ve bulvarlar, ağaçlar ve korkuluklar erkekler ve kadınlar, çocuklar ve köpekler kalabalıklar, kuyruklar taşıtlar ve vitrinler binalar ve cepheleri sütunlar ve sütun başlıkları kaldırımlar, oluklar yağmurda parıldayan kumtaşından gri kaldırımlar.
We'll smile, we'll cry... big, glistening tears that pour onto the stage... and we'll make their lives a little happier?
Güleceğiz, ağlayacağız kocaman parlak gözyaşlarımız sahneye dökülecek ve onların hayatını biraz daha mutlu kılacağız, ha?
Whether covered with soft snow, Or glistening in autumn glow, It will warm a lonely soul
MOSKOVA GÖZYAŞLARINA İNANMAZ
Your hair, glistening like threads of gold.
Saçların, sırma gibi pırıl pırıl.
Gaped at her naked body glistening in the hot sun and her sweet sweat rolling down...
"Sıcak güneşte parıldayan çıplak vücuduna.. ... ağzı açık baktı, tatlı teri üzerinden damlıyorken..."
His Adam's apple moved up and down glistening with sweat.
Adem elması terden parlayarak yükselip, alçalırdı.
My key was glistening in the afternoon sun... - with all those coeds weeping, "Don ´ t go." - Oh!
Anahtarım güneşte pırıl pırıl parlarken tüm kızlar arkamdan "gitme, gitme" diye ağlaşıyordu.
You know the type, with the big biceps and the hairy chest, just glistening in the hot sun...
O tipleri bilirsin, büyük kasları ve kıllı göğüsleri olan, sıcak güneşin altında pırıl pırıl parlayan...
" glistening pools of oil as still and inviting as a mountain...
" parlak yağ kümeleri, bir dağ gölü gibi...
Glistening green, almost like secret dreams... a bored ship captain might have.
Parlak yeşil. Tıpkı sıkılmış bir kaptanın gizli hayallerinde olabileceği gibi.
Young, tight, and tan, still glistening from the surf.
Duyduğuma göre, köşenin sonundaki yangın musluğunu boyamışlar. İşim olmaz.
Young, tight, and tan, still glistening from the surf.
Sörfün üstünde parıldayan, gencecik, sımsıkı ve bronzlaşmış vücutlar.
Since I met you, I've noticed things I never knew where there - birds singing, dew glistening on a newly-formed leaf, stop lights... I must kill...
Seninle tanışalı, daha önce varlığını bilmediğim şeyler fark ettim - şakırdayan kuşlar, körpe bir yaprak üzerinde parıldayan çiğ damlası, dur ışıkları... öldürmeliyim...
Look at that sweat glistening off of Jim Jupiter's arms.
Jim Jupiter'in kollarında parlayan tere bak.
Plant little angel kisses all over his glistening...
Parıldayan bedenini küçük öpücüklere boğacağımı mı- - Anladım.
The sun glistening off your powerful arms, your blond-
Kardeşine sor. Baksana yalnız çocuk.
His tensed buttocks in his tight uniform. The autumn sun glinting on his glistening, heaving pecs.
Dar formasının içindeki gergin kalçalarıyla..... sonbahar güneşinde parlayan göğüs kaslarıyla da ilgisi yok.
Plump succulent sausage, honey-smoked bacon and glistening, sizzling- -
Dolgun sulu sucuk, balla tütsülenmiş Domuz pastırması ve parlayan, cızırdayan..
Two-thirds of it is covered by ocean glistening in layers of blue and turquoise through a delicate filigree of cloud.
Üçte ikisi okyanusla kaplıdır bulutların kapladığı ince bir filigran tabakanın arasından mavi ve turkuaz katmanları parıldar.
I loved to tease her clitoris with the tip of my tongue... and then abandon it... wet and glistening... like a little duck dabbling in a pool of pink flesh.
Klitorisini dilimin ucuyla uyarmak hoşuma giderdi ıslak ve parlak pembe et havuzunda debelenen küçük bir ördek gibi.
Look at the sweat glistening off their bodies.
Terin vücutlarında nasıl parladığına baksana.
His early portraits of dora were as tender and lyrical as those of Marie-therese when he first loved her, though in much stronger colors, black hair glistening with blues and Greens to express dora's much stronger character.
Dora ile ilgili ilk portreleri, Marie-Therese'e ilk aşık olduğundaki gibi çok şefkatliydi. Hatta Dora'nın mavi ve parlak noktalı siyah saçları ile güçlü karakterini öne çıkarmak için daha keskin renkleri kullandıysa bile.
" Bartholomew gazed at his glistening town.
Esrarengiz şeyler görmüştü. Gözlükleri olan atlar görmüştü. Şarkı söyleyen kanyonlar görmüştü.
He imbibed her glistening spell
Parıldayan o kokuyu içine çekti.
" her wet skin glistening in the moonlight.
"Islak cildi ay ışığında parıldıyordu"
" or the glistening harbor of old New York.
Ya da Newyork'un ışıldayan limanında,
The gemstone is glistening.
Mücevher parlıyor.
Your eyes are glistening.
Gözlerin parıldıyor.
A crew of nearly 3,000- - families mostly, mine included- - looking for a new world to settle, but they came across our friend here and he showed them what they wanted to see- - a glistening green paradise.
3,000 ne yakın müretebat- - çoğunluğu aile, benimkilerde dahil.- - Yerleşecek bir yeni dünya ararken, ama arkadaşlarım bununla karşılaştı ve onlara görmek istedikleri şeyi gösterdi- -... prılprıl bir yeşil cennet.
Something glowing and glistening.
PırıI pırıI, göz alıcı bir şey istiyorsun.
Oh, this is perfect, just when he's glistening'.
- Tam zamanında, tamda vücudu parlarken!
Charlotte glanced at the glistening pool, and just like that, her marriage and Trey seemed far away.
Charlotte balkondan havuzun kenarına şöyle bir göz gezdirince evliliği ve Trey çok uzaklarda göründü.
Darling. when the moonlight hits you like that. I can just make out the venom glistening on your front fang.
Hayatım, ay ışığı vurduğunda, ön azı dişlerindeki zehri görebiliyorum.
Empty, glistening, pristine.
Boş, parıldayan, bakir.
Men together under the showers, naked in the steam... glistening, muscular bodies. A buddy soaps your back, you soap his.
Duşun altındaki bir arada olan erkekler, dumanın içinde çıplak halde, parlayan, kaslı vücutlar, sırtını sabunlayan bir arkadaş, sen de onu sabunluyorsun.
He saw a princess, bathing... Her lovely body, head to toe, glistening with water drops.
Bir prenses görmüş, yıkanan... muhteşem vücudu, tepeden tırnağa, su damlalarıyla parlıyormuş.
- I am in thunderous agreement, O glittering, glistening Glorificus.
- Sizi kesinlikle anlıyorum, büyüleyici, göz alıcı Glorificous.
I'm gonna whip you up a batch so you can start the new day with your skin all hydrated and glistening'.
Sanada çabucak hazırlayacağım, böylece yeni güne, cildin nemli ve parlak olarak başlayacaksın.
In my place I lie there writhing and sticky and glistening...
Evde kendi yatağımda debelenip duruyorum. Üstelik yapış yapış ve güneş alıyor.
I'm glistening!
Parladım!
It shines like silver, glistening from the bubbles trapped in its fur as it searches everywhere for prey.
Kürkünde kalan hava kabarcıkları nedeniyle gümüş gibi parlarken her yerde av arıyor.
You mean like one glistening tear on your cheek, right?
Demek istediğin yanağından... yaşlar mı süzüldü yani?
- Glistening.
- Parıldıyor.
" Glistening bodies.
" Parlayan vücutlar.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]