Glitter translate Turkish
674 parallel translation
I was sent here to relieve the misery, and I see nothing but glitter, luxury and immorality!
Buraya, acıyı hafifletmek için gönderildim ama burada gördüğüm tek şey altın, lüks ve ahlaksızlık.
In the midst of all this pomp and glitter... I always remember that our play was written... on that old Remington Number 2 typewriter... and on a never-to-be-forgotten diet of frankfurters.
Tüm bu şatafat ve gösteriş içinde aklıma hep oyunumuzun o eski Remington daktiloda ve asla unutulmayacak sosis diyeti eşliğinde yazıldığı geliyor.
I want to surround them with glamour, glitter.
Onları parıltı ve gösterişle donatacağım.
The glitter of putrescence.
Çürümüşlüğün parıltısı.
Your Honor, I submit that a gun specifically designed not to reflect sunlight... could hardly glitter at night.
Sayın Yargıç, özellikle güneş ışığını yansıtmamak için tasarlanmış bu silahın gece parlamayacağını belirtmek isterim.
I love to glitter.
Parıltıdan hoşlanırım.
Look at it glitter.
Parıltıya bak.
It don't glitter.
Parlamıyor.
A thousand stars glitter.
Binlerce göz alıcı yıIdız.
The brighter the glitter, the more easily broken.
Işıldaması ne denli parlaksa, o denli kolay kırılır.
The flowers will never wither, and the aisle will glitter with jewels.
Yürüdüğümüz yol mücevherlerle parıldarken etrafımızdaki çiçekler asla kurumayacak.
- Glitter?
- Parıltı?
Natasha, you blind us with your glitter.
Natasha, ışığınla bizi kör ediyorsun.
You can't compare it to our splendid galactic corridors all a-glitter with luxury and light
Orasını lüks ve ışık içinde parıldayan şatafatlı galaktik koridorlarımıza benzetemezsiniz.
I'm gonna design my own costume out of black shiny sequins, so that my skin'll look white against it and I'll glitter when I walk, sparkle when I dance with all those men in masks.
Kendi kostümümü tasarlayacağım..... siyah payetli olacak, böylece tenim bembeyaz ortaya çıkacak ve yürürken parıldayacağım, tüm o maskeli erkeklerle dans ederken göz kamaştıracağım.
Serene and far removed... from the false glitter... the raucous music and the neon lights of this modern world.
... sahte gösterişten, bu modern dünyanın kulak tırmalayan müziklerinden ve neon ışıklarından uzak.
Wine and skyrockets... and butterfly thoughts that glitter in your mind.
Şarap ve havai fişekler... ve beynininizde kelebek gibi uçuşan düşünceler..
But a new kind of T.J., suddenly caught up in a world of glitter.
Ama sen ün ve para peşinde koşan yeni bir T.J.'sin.
The sin, the glitter, the wickedness?
Günah, parıltı, kötülük?
'Cause I would wear the glitter on my lips - the red glitter on -
Çünkü dudaklarıma parlatıcı sürerim, kırmızı parlatıcı.
The glitter on the eyes, the glitter in the hair... and it would be, like, really - I mean, unreal.
Gözlerimdeki parlatıcı, saçımdaki parlatıcı bu şekilde gerçeklikten koparsın.
A clown! Can't you see it all - the sawdust ring, the tinsel, the glitter, the lights?
Tümünü görebiliyor musun - Zıplama halkaları gümüş şeritler, gösteriş, ışıklar?
And the fanatic glitter in your eyes.
Ya gözlerindeki o fanatik parıltıya?
♪ The glitter rubs right off ♪ ♪ And you're nowhere ♪
# O zaman takip edeceğin Tek bir yol vardır #
In young lovers'eyes Down to the gutter Up to the glitter
Genç aşıkların gözünde kanal boyunca şaşaayı izle şehirde gerçeklerin yattığı yerde
Glitter.
Glitter.
Glitter!
Glitter!
How they glitter!
Nasıl da parlıyorlar!
For example, the glitter of gold or the transparency of the solid that's made from the atoms silicon and oxygen.
Örneğin altının parıltısı veya katıların şefafflığı. Bunları silikon ve oksijen atomları belirler.
Trumpets, Brushes to glitter, Drums
Trompetler, Parlatılacak fırçalar, Davullar.
I had a bikini like this all covered with glitter.
Böyle baştan aşağı parıltılarla kaplı bir bikinim vardı.
I watched C-beams... glitter in the dark near the Tannhäuser Gate.
C-isinlarinin... '... Tannhäuser Kapisi yaninda karanlikta parlayisini seyrettim.
[Laughs] A whole lotta glitter.
Hepsi bir arada parıldar.
But you look beyond the glitter and flash, that's the same old Nick.
Bu şaşaanın ötesine bakman lazım. Bildiğimiz Nick işte.
The gem of our efforts is soon to be mined and polished to glitter in the rays of the sun.
Gayretlerimiz yakında madene dönüşecek ve güneş ışığında parlayacak...
- Glitter.
- Sim.
Out goes glitter and in comes divine excess.
Dışları parlak içlerinde ise mükemmel ekleri var.
All right, now, uh, my next guest wrote his first novel way back in 1972, uh, the year of flares, Suzi Quatro, the Glitter Band, all that stuff.
Evet, pekâlâ. Sıradaki konuğum ilk romanını 1972'de yazdı. Ateşli yıllardı, Suzi Quatro, the Glitter Band falan vardı.
- Glitter and flash.
- Her yan pırıl pırıl.
I want him to meet the woman behind all the spangles and glitter... and find out that she has thoughts and feelings too.
Bütün bu süslerin ve parıltıların, Ardındaki kadınla tanışmasını, ve onun da düşüncelerinin ve hislerinin, olduğunu görmesini istiyorum.
Don't go for the glitter.
Çekiciliği bir kenara bırak.
He's a fucking glitter boy.
O, şaşaalı bir çocuk.
The glitter of official lies and the epic splendor of JFK's funeral confuse the eye and confound the understanding.
Ama Japonya'da, Rusya'ya giden U-2 keşif uçaklarının kalktığı... çok gizli bir hava üssüne veriliyor. Terhis edilmesinin nedeni... güya annesinin hasta olmasıymış.
Her ears are pierced three times and there's glitter nail polish.
Kulakları 3 kez delinmiş ve orada parlak tırnak cilası var.
She just turns on that flash and that glitter, and they're gone.
Cazibesini kullanıyor, flaşlarını açıyor ve onları alıyor.
Girl in glitter jeans is pregnant.
Parlak kotlu kız hamile.
Section 5, row A is the glitter jeans.
Bölüm 5, sıra A, parlak kotlu.
Remember glitter jeans?
Parlak kotluyu hatırlıyor musun?
What do they call it? "Cleveland without the glitter"?
Teşekkür ederim.
I mean, I do a lot of different stuff, you know, like Elvis and Gary Glitter.
Yani, başka şeyler de yapıyorum mesela... -... EIvis gibi, Gary Glitter gibi.
All glitter.
Aynı ışıltı ve cazibeyi.