English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ G ] / Gloat

Gloat translate Turkish

471 parallel translation
- Don't gloat.
- Kes şunu.
I know you want to gloat about it right now.
Övünmek istediğini biliyorum.
- You might at least gloat.
İçin için seviniyorsundur.
Come here to gloat over me, huh?
Ne durumda olduğumu görmeye mi geldin?
To laugh at me, to gloat?
Bana gülmek, oh oldun demek için mi?
Mae and Gooper gloat over us being childless even in front of their little no-neck monsters.
Mae ve Gooper çocuğumuz olmadığı için çok mutlular. Bu küçük boyunsuz canavarlar bile durumun farkında.
Well, I don't wanna gloat, but just between us, you had it coming to you.
Bundan zevk almak istemiyorum ama aramızda kalsın, bunu hak etmiştin.
Let's not stand here and gloat.
Hadi burada dikileceğimize gidip keyfini çıkaralım.
I forbid you to gloat.
"Oh olsun!" demeyi kes!
I think it's a bit unsporting of you, anyway, to gloat...
Sanırım sana karşı biraz tedirginim, her neyse, canımı sıkma...
Soon her mama With a gleaming gloat heard
Gözleri fıldır fıldır Annesi duymuş
They will gloat over every rust streak down our sides, every sign of military slackness.
Pas lekelerini, askerlik konusundaki her miskinliği hazla seyredecekler.
Does anybody else have a better right to gloat?
Benden başka gidip nispet yapabilecek birini tanıyor musun?
I thought I'd come and gloat a little.
Gelip bir oh olsun diyeyim dedim.
- That's something to gloat about.
Haz duyulacak bir şey...
Milady, it is not seemly to gloat over the fallen.
Leydim, düşenin halini zevkle seyretmek yakışık almaz.
And I wish I had a guinea for every one of them I have heard gloat over the fact... that their victims were husbands and fathers.
Ve kurbanlarının yarısının kocalar ve babalar olduğunu duyduğum zaman, her birine verecek... -... yirmi bir şilinim olsun istedim.
" and gloat over it.
" şeytani zevkini tatmak,
Well, go ahead. Gloat.
Hadi durma, alay et.
Whenever we fight, you just love to gloat.
Biliyor musun Carla, biz ne zaman kavga etsek, kına yakıyorsun.
Well, Sam, aren't you going to gloat?
Ee Sam, böbürlenmeyecek misin?
I didn't mean to gloat, Carla. I'm sorry.
Böbürlenmek istememiştim Carla, üzgünüm.
He'll want you close so he can gloat over you.
O sizi yakınına istiyecek ve size şeytanca bakacak.
No, she wanted to gloat.
Hayır, oh olsun demek istemiştir.
What the hell, you deserve to gloat a little.
Kahretsin, "Oh olsun" demeyi biraz olsun hak ediyorsun.
I deserve to gloat a lot!
"Oh olsun" demeyi çokça hak ediyorum!
Come to gloat over the condemned man.
Hükümlüye bakıp zevk alırlar.
"Can I come in for a gloat?" they shout.
"Sadistlik için içeri girebilir miyim?" diye bağırırlar.
So go ahead and gloat.
Sen eğlenmene bak.
He'll be here soon to gloat over his victory.
Az sonra zaferini kutlamak için burada olacaktır.
If we all die, here,... now,..... you will not be able to gloat.
Hepimiz, şimdi burada... ölürsek... bundan zevk duyamayacaksın.
Once we catch them, we never gloat.
Yakaladıktan sonra, onlarla asla eğlenmeyiz.
Don't gloat, Homer. When I was your age, I wanted a child-sized electric light bulb oven. I didn't have the money.
onu kızdırmayı bırak, Homer biliyor musun, senin yaşındayken, kocaman bir elektrikli fırın istemişim param yoktu. ve bende kız kardeşlerime gittim
You've come here to gloat, haven't you?
Buraya başarısızlığımın keyfini çıkarmaya geldin, değil mi?
I did come here to gloat.
Buraya başarısızlığının keyfini çıkarmaya geldim.
Don't gloat
Bundan haz duyma.
Affording you the opportunity to say you are an actor and then crow, gloat and strut in a way you could not otherwise do.
Ben de insanların sana gelip "Aktör müsünüz?" diye sormalarını sağlayacak, senin de evet deme fırsatı bulup, kasılıp böbürlenmene yol açacak bir dikkat çekme yöntemi sanmıştım.
I'm surprised you didn't come to gloat.
Zaferinin tadını çıkarmaya gelmesen şaşardım.
Don't gloat!
Kına yakmayacağım!
You can gloat later!
Bir tarafınıza kına yakma işini sonra yapsanız.
That's why you invited me to Charleston, to gloat that he didn't show up?
Beni Charleston'a davet etmenin sebebi, onun gözükmemesinin zevkini çıkarmak mıydı?
I've come to gloat.
Ben zevk içinde seyretmeye geldim.
Didn't your mother teach you not to gloat?
- Gösteriş yapmaya mecbur musun?
What good's a vacation if you can't gloat?
Gösteriş yapamazsan tatilin ne anlamı var?
Don't you dare gloat, you miserable little biscuit whore.
Sakın böbürlenmeye kalkma, seni bisküvi manyağı.
Hey, I didn't gloat when I beat you all those times! No, but, I bet you wish you did now, huh?
Onca zaman seni yenerken ben hiç şeytanca zevk almadım.
If you're going to stand there and gloat you can leave right now.
Eğer orada durup zevkle seyredeceksen hemen burayı terket.
I don't want to gloat.
Zevkle seyretmek istemiyorum.
I roared with triumph and turned around to Mikel to gloat only to find him lying in the grass bleeding.
Ben zafer sevinciyle kükredim ve heycanla Mikela döndüm onla dalga geçecektim sadece o anda çimler üzerinde kanlar içinde gördüm.
I suppose you've come over here to gloat - because a woman came on to you.
Herhalde bir kadın sana asıldı diye böbürlenmeye geldin.
I came over to gloat because two women came on to me.
İki kadın bana asıldı diye böbürlenmeye geldim.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]