Gripe translate Turkish
100 parallel translation
My only gripe is that he uses a dagger and a shoelace rather than a machine gun, dynamite and toxic gas.
Keşke makineli tüfek, dinamit ve zehirli gaz kullanmış olsaydı.
Those little dames can sure gripe.
Bu küçük bayanlar amma da mızmız.
The bigger the gripe, the better the army, Jim.
Ne kadar mızmızlık varsa, o kadar iyi bir ekip olur, Jim.
What's the gripe?
Niye sızlanıyorsun?
Upon my head they placed a fruitless crown. and put a barren sceptre in my gripe.
Benim başıma meyvasız bir taç oturttular, elime kısır bir asa tutuşturdular.
Besides, if he's got a gripe, he should come out with it.
Hem, sancısı varsa bile söylemeliydi.
And never a gripe from anyone.
Kimse de şikayetçi olmamıştır.
- What have you got to gripe about?
- Ne sızlanıyorsun böyle?
They've got a lot to gripe about.
Sızlanacak çok şeyleri var.
She has always had some kind of gripe against me.
Bana karşı hep bir garezi vardı.
It's rather like listening to Orestes gripe about Clytemnestra.
Bu biraz Orestes'in Klytaimnestra hakkında yakınmasını dinlemek gibi.
I suppose it would gripe you if I told you you were doing good.
Çok başarılı olduğunu söylersem çok şaşırırsın herhalde.
I don't know what your gripe is against the world.
Dünyaya karşı neden böyle öfkelisin bilmiyorum.
Boy, these patrol specialists gripe my ass.
Bu keşif uzmanları benim popomu yesinler.
All winter I gotta listen to him gripe about his bowling scores.
Kış boyu onun şikayetlerini dinlemek zorundayım.
Listen, I know I got a gripe with the TA.
Dinleyin, Ulaşım Kontrol'ü kızdırdığımı biliyorum.
They've had a gripe against Cairo since the'60s, when the High Aswan Dam was built.
60'larda, Aswan Barajı inşaa edildiğinden beri Kahire'ye sıkıntı veriyordu.
You got no gripe there, but what are you gonna do if you can't make these payments?
Hiç sızlanmaya hakkın yok. Peki ya ödeyemezsen nolacak?
You gripe about that a lot?
- Sürekli sızlanır mısınız?
- Oon't gripe to me. With that big piece of real estate and this thriving business, you could just sell an acre.
- Ah, boşver, bu kadar emlak satarken, işler bu kadar iyi giderken, herhalde sen de bir sabah satarsın.
I return a $ 50 horse, and all you do is gripe about my company.
Sana 50 dolarlık atı getirdim. Ve senin tüm yaptığın benim arkadaşlığım ilgili mızıldanmak.
So, what is your gripe?
Pekala, senin derdin ne?
What the fuck is your gripe?
Senin derdin ne kahrolası?
- Gripe?
- Derdim mi?
I'm sorry, but our deal was you weren't gonna travel, and I wasn't gonna gripe.
Üzgünüm, anlaşmamıza göre sen seyahat etmeyecek ben de mızmızlanmayacaktım.
I just think if you get to travel on business, then I get to gripe at home.
Eğer iş gezisine çıkarsan ben de evde söylenmeye başlarım.
Don't gripe.
Sızlanma.
Your publicist. A guy with a gripe from Alderman Cvack's office.
Yayıncın Alderman Cvack'ın ofisinden sancılı biri.
You see he was a penniless salesman at the time, gripe water, you know, the things in baby's tummies.
Görüyorsunuz zamanında beş parasız bir satıcıydı, gaz sancısı karışımı, bilirsiniz, bebeklerin karınları için.
He seems to have a serious weed up his ass and a legitimate gripe.
Kıçı boklu bir zavallı ve yasal desteği var.
I'm sorry if your dog went blind, but your gripe is with Hartz Mountain, not me.
Köpeğiniz kör olduysa üzgünüm ama bana değil Hartz Mountain'a sızlanın.
And at work, you're gonna hump, not gripe.
İş sırasında ise hiç bir yakınma duymam istemiyorum.
Give it a drop of Gripe Water.
- Sancı kesici su da koydum.
Employees always gripe, it's part of being an employee.
Anladığım kadarıyla çalışanlar her zaman şikâyetçi. Bu çalışan olmanın bir parçası.
But this lawsuit carries the gripe too far.
Her zaman daha iyi bir yer vardır. Ama bu dava, şikâyetin çok ötesinde.
Now, this is the way to gripe!
Maksat yakınmaksa, işte böyle yapılır!
I mean, you don't gripe at all?
Yani, siz hiç sızlanmaz mısınız?
I don't gripe to you, Reiben.
Size sızlanmam, Reiben.
You gripe to me, I gripe to my superior officers, so on, so on and so on.
Siz bana, ben de üstüme sızlanırım ve bu öyle devam edip gider.
I don't gripe to you. I don't gripe in front of you.
Ne şahsınıza sızlanırım, ne de önünüzde!
What's your gripe with pimps?
Pezevenklerle ne alıp veremediğin var?
What's his gripe this time?
Bu kez sorunu neymiş?
Oh yes, I spent all evening listening to them gripe and whine about me but of course, they didn't realise I was their Dominar.
Oh evet, tüm geceyi benimle ilgili zırlamalarını ve sızlanmalarını dinleyerek geçirdim. ama elbette benim onların Hükümdarları olduğumu anlamadılar.
They have some gripe about space exploration.
Uzay keşifleri hakkında bir problemleri var.
The people kids gripe about.
Çocukların canını sıkan insanlar.
So, I know you didn't come here to listen to me gripe... so tell me what's on your mind.
Herhalde sızlanmamı dinlemeye gelmediniz. Aklınızda ne var söyleyin bakalım.
So you'll give away a $ 4000-dollar set of golf clubs... but you'll gripe over a $ 25 parking ticket.
Yani 4000 dolarlık golf sopalarını bağışlayabiliyorsun ama 25 dolarlık bir park cezasına baş kaldırıyorsun.
You're here to gripe.
Şikâyete geldin buraya.
And what's your gripe?
Sen ne diye sızlanıyorsun?
If a person was dying, this spell would let them say their goodbyes or gripe about how nobody came to visit them.
Böylece bir insan ölürken, son vedalarını söyleyebiliyormuş. yada kimsenin onu ziyarete gelmediği hakkında söylenebiliyormuş.
What's the gripe, Aggie?
- Sıkıntı ne, Aggie?