Hazel translate Turkish
975 parallel translation
Hazel's broad-minded.
Hazel genis görüslü.
I sent Hazel a cable and a letter.
Hazel'a telgraf ve mektup yolladïm.
- What about some witch hazel?
- Biraz güvercin ağcı losyonu kullansak?
Young blood. Careful, Hazel...
Dikkatli ol Hazel.
Boy, that Hazel in there...
- Oğlum şu içerdeki Hazel de tam -
Hazel, you posed for Mr Prebble, didn't you?
Hazel, Bay Prebble için sen mi poz verdin?
- The janitor will get it, Hazel.
- Hizmetçi halleder.
Hazel?
Hazel?
Witch hazel.
Güvercinotu yağı.
Witch hazel, please.
Güvercinotu yağı, lütfen.
If it's what I think ails you, witch hazel's not gonna help.
O ağrı düşündüğüm şeyse, yumuşatıcı yağı işe yaramıyacak.
What would you do with all that loot, Hazel?
- Onca vurgunla ya sen ne yapardın Hazel?
Come on, Hazel.
Hadi Hazel.
Now Carolyn pledged Pi Phi. Hazel pledged Kappa.
Carolyn, Pi Phi'yle, Hazel da Kappa'yla nişanlandı.
Just as well off as Kay or June or Hazel or any of those girls.
Hatta Kay, June, Hazel ve diğer kızlardan daha da iyiydin.
I mean, no one ever sees him.
Nerede olduğunu biliyor musun, Hazel?
Do you know where he is, Hazel? He's staying out at his father's old ranch.
Babasının eski çiftliğinde yaşıyor.
- Hazel.
- Hazel.
Hazel, did you ever think of going on a stage?
Hazel, sahneye çıkmayı düşündün mü?
Happy birthday, dear Hazel
Mutlu yıllar, sevgili Hazel
- Come on, Hazel.
- Hadi, Hazel.
" You just wait and see, Hazel.
" Bekle ve gör, Hazel.
I have hazel eyes
Elâ gözlerim var.
Kate like the hazel tree is straight and slender... and brown in hue as hazel nuts... and sweeter than the kernels.
Oysa Kate tındık dalı düz ve narindir, rengi dersen, tındık rengi, kendiyse tındıktan lezzetlidir.
Hazel, this gentleman wants a shave.
Hazel, bu bey tıraş olmak istiyor.
Hazel eyes.
Elâ gözlü.
Hello, Hazel.
Merhaba, Hazel.
Hazel, my lovely, out you come.
Hazel, güzelim, gel.
Miss Hazel Marshall, please report to the flight information counter.
Bayan Hazel Marshall, lütfen uçuş bilgi masasına geliniz.
I'll go and bring you a hazel comb.
Ben gidip bir tarak getireyim.
My mothers hazel comb.
Annemin ela tarağı..
The trees, this hazel-nut bush...
Ağaçlar, bu fındık ağacı,...
- Willie Hazel.
- Willie Hazel.
Hazel, this is where it comes from.
Hazel, işte buradan geliyor.
You must listen to me, Hazel.
Beni dinlemek zorundasın Hazel.
- Hazel?
- Hazel?
It is Hazel, isn't it?
Sen Hazel'sin değil mi?
- No, sir. Hazel.
- Hayır efendim, Hazel.
Hazel, we'll have to stop here.
Hazel, burada durmalıyız.
He's right, Hazel.
Haklı, Hazel.
I've never been in a wood before, Hazel.
Daha önce hiç ormana girmemiştim Hazel.
But I don't think I can swim, Hazel.
Ama yüzebileceğimi sanmıyorum Hazel.
Hazel, look.
Hazel, bak.
- Hazel does, I'm sure.
- Eminim Hazel biliyordur.
They need to rest, Hazel.
Dinlenmeleri gerek Hazel.
You're beginning to sound like a chief, Hazel.
Bir şef gibi konuşmaya başladın Hazel.
- Hazel-rah.
- Hazel-rah.
- Hazel-rah?
- Hazel-rah?
- Hazel.
- Ela.
You want me to go looking for Bud?
- Gidip Bud'ı bulmamı ister misin? - Bunu yapar mısın, Hazel?
Well, Hazel should know, shouldn't she?
- Hazel'in bilmesi gerekir, değil mi?