Orang translate Turkish
70 parallel translation
You are a hideous orang-utang.
Sen... çirkin bir orangutansın.
When he got here, the other male orang they had on hand had already done the job.
Buraya vardığında, ellerindeki diğer orangutan... çoktan işi halletmiş.
He must be the bravest orang utan in Britain.
Britanya'nın en cesur orangutanı olmalı.
He's as much like you as that duck is like an orang-utan.
Bir ördeğin orangutana benzediği kadar benziyor sana.
Scottish orang-utan wants a eunuch, does he?
İskoç'oranj-gutanı'hadım istiyormuş, öyle mi?
- Carrot-faced orang-utan!
- Havuç suratlı'oranj-gutan'!
Make a noise like an orang-utan.
Orangutanı taklit et.
Corporal Cartwright looks like an orang-utan.
Onbaşı Cartwright aynı orangutan gibi.
No, no, no, no, no. Anteater. Orang-utan.
Hayır, hayır, karınca yiyen, Orangutan!
What, do you have a pet orang-utan who's lonely?
Ne o, yalnız bir orangutanınız mı var?
It's about a murderous orang-utan in Paris.
Paris'te çatılarda dolaşarak insanları öldüren orangutan hakkında.
Now, the orang-utan is attached to this brain-wave monitor.
Bu orangutan, beyin dalgaları monitörüne bağlı durumda.
I got the Orang-utan Reintroduction Project.
Orang-utan Kurtarma Projesi var.
- This group rescues orang-utans that have been kept as pets, and integrates them back in the wild.
- Bu grup, ev hayvanı yapılan... orangutanları kurtarıp doğaya tekrar bırakıyor.
I was set to go off and try and save the orang-utan, do what I can.
Gitmeye hazırlanıyordum... orangutanları kurtarmak için elimden geleni yapmaya.
We would say no, but we weren't strong enough to keep tbe orang from lifting up tbe beer.
Hayır derdik, ama orangutanı... biradan uzak tutmaya gücümüz yetmezdi.
I don't want no freakin'orang-utan.
Orangutan kanı istemiyorum.
- Some kind of ape or orang-utan.
- Bir tür Orangutan.
He's at the zoo, had to deliver a baby orang-utan.
Dr. Wilson hayvanat bahçesinde. Bir orangutana doğum yaptırıyor.
By this time, there are as few humans left alive as there are orang-utans in your era, yet we know from studying our genes that we all are descended from this tiny band of survivors.
Bu zamana kadar, günümüzdeki orangutan sayısı kadar..... az sayıda insan kaldı. Ama genlerimizi incelediğimizde görüyoruz ki biz bu kalan az sayıdaki insanın torunlarıyız.
It's very striking when you sit as close to an orang-utan as this to see how similar they are to human beings.
Bir orangutana bu kadar yakın oturduğunuz zaman, onların insanlara ne kadar benzediğini görmek çok çarpıcı oluyor.
Orang-utan, as adults, are famed as loners.
Orangutanlar yetişkinler olarak yalnız yaşamakla ünlüdür.
There's a lot of food, and here a number of orang-utan assemble and show that at heart they're really quite sociable animals.
Burada bol yiyecek var ve çok sayıda orangutan bir araya gelip özünde ne kadar sosyal olduklarını gösteriyorlar.
A bellowing call announces the arrival of the most powerful orang in the whole forest.
Uzaktan gelen bir kükreme ormandaki en güçlü orangutanın gelişini haber veriyor.
In the same way that we can take up relationships sometimes after years of separation, so orang-utans can slot back quickly into their own social circle.
Biz nasıI yıllarca görmediğimiz yakınlarımızla kısa sürede kaynaşabiliyorsak, orangutanlar da hemen sosyal çevrelerine dönebilir.
There is one place where interactions happen between orang-utans more frequently than anywhere else, and that has produced some extraordinary examples of their intelligence.
Orangutanlar arasında çok sık etkileşimin yaşandığı bir yer var ve orası bize zekâları hakkında olağanüstü örnekler sundu.
This is a paradise for orang-utan.
Burası bir orangutan cenneti.
If there's an abundance of food, orang-utan can live in high densities and so form a community.
Eğer yiyecek bolluğu varsa, orangutanlar gruplar halinde yaşayıp topluluklar kurabilir.
Because he can impersonate an orang-utan?
Orangutan taklidi yapabildiği için mi?
Ed does the most amazing impression of the orang-utan.
Ed müthiş bir orangutan taklidi yapıyor.
Life forms that include the apes - gibbons, orang-utans, gorillas, chimps... and us.
Maymunları da içeren yaşam formları - gibonlar, orangutanlar, goriller, şempanzeler... ve biz.
- Yeah. These things you call girls, all I see is an elephant, a monkey and even an orang-utang!
Kız dediklerinin bir tanesi fil, bir tanesi affedersin maymun, bir tanesi de orangutan ya!
on a trip to the zoo in 1 838, Darwin was captivated by a young orang-utan called Jenny, the first ever to go on view in Britain.
1838'deki bir hayvanat bahçesi gezisinde Darwin, İngiltere ilk kez sergilenen, jenny isimli, genç bir orangutandan büyülenmişti.
And later he wrote, "Let man visit the orang-utan in domestication " and see its intelligence. "
Daha sonra "Bırak insanlar orangutanı, evcilleşirken ziyaret etsin ve zekasını görsün" diye yazdı.
" The orang-utan is too wonderful.
... " orangutan fazla harika.
"Compare the Fuegans and the orang-utans," said Darwin,
"Fuegan'larla orangutanları karşılaştırın ve... aradaki farkın çok büyük olduğunu söylemeye cüret edin"
Darwin represented the different species by different twigs on his tree, and he suggested that, for instance, mankind and orang-utans were related through a common ancestor.
Darwin, farklı türleri ağaç üzerinde farklı dallarla sembolize etti. Ve, örneğin, insanoğluyla orangutanın..... ortak bir atayla bağlantılı olduğunu önerdi.
From a tiny frog dedicating weeks to her few cherished tadpoles, to an orang-utan who spends eight years bringing up her baby, individual animals strive to reach this one ultimate goal, to pass on their genes and to ensure the survival of the next generation.
Bir kurbağanın, haftalarını birkaç değerli yavrusuna adamasından,... bir orangutanın bebeğini yetiştirmek için sekiz yıl harcamasına kadar,... bütün hayvanlar bir büyük hedefe ulaşabilmek için çabalıyorlar,... genlerini aktarmak ve gelecek neslin varlığını sürdürmesini sağlamak.
Once upon a time, there was a family of orang-utans living in the deepest jungles of Borneo.
Bir zamanlar Borneo ormanlarının en diplerinde yaşayan bir orangutan ailesi varmış.
Their eldest daughter was the most loving, the most caring, and the most trusting orang of all.
En büyük kızları en çok sevilen, en çok değer verilen ve en çok güvenilen orangutanmış.
She was the first orang-utan that anyone had ever seen in England.
İngiltere'nin gördüğü ilk orangutandı.
Walrus, Wild Boar, Giraffe, Whale, Polar Bear... Antelope, Cormorant, Orang-utan, Gazelle, Pelican... Hippopotamus, Porcupine, Swan, Fox... and... monkey.
Flamingo, şempanze, tarantula, leylek, penguen... deniz ayısı, yaban domuzu, zürafa, balina, kutup ayısı... antilop, karabatak, orangutan, ceylan, pelikan... su aygırı, kirpi, kuğu, tilki... ve... maymun.
Your body odour smells like a fucking orang-utan on heat.
Götü tutuşmuş bir orangutan gibi kokuyorsun.
There is indeed, in the shape and prominence of the jaw, a clear resemblance between this Hottentot and the orang-utan.
Hotanto'larla orangutanlar arasındaki benzerliğe neden olan, çenenin şekli ve çıkıntısı.
All my friends had photos taken with my dad thinking he was an orang-utan.
Bütün arkadaşlarım babamla fotoğraf çekildi ya orangutan diye. Yemin ediyorum billah ya!
In fact, Dad is gone to Sumatra to get an orang-utan for your birthday.
Aslında babam doğum gününde sana bir orangutan almak için Sumatra'ya gitti.
For my sixth birthday I got a pet orang-utan called Geronimo who lived on giant spiders.
Altıncı yaş günümde Geronimo adında, dev örümceklerle beslenen bir orangutan aldım. Özgeçmişimi sormuştunuz.
I saw this orang-utan sanctuary on telly.
Televizyonda su orangutan bakimevini görmüstüm.
He should be forced to carry an orang-utan.
Başına geleceklerden haberi vardır herhalde.
Their first orang-utan, Jenny, was introduced to an astonished audience.
Hayvanat bahçesinin ilk orangutanı Jenny hayranlık içindeki bir kalabalığa tanıtılıyordu.
Some orang-utan type thing, I'm not even lying, bruv.
Orangutan mıdır bu tür bir şey midir, Yalan söylemiyorum.