Privilege translate Turkish
2,603 parallel translation
That license I got you, the one that puts an extra grand in your pocket every month, that's a privilege, too, Carl.
Sana aldığım izin her ay cebine fazladan 1.000 dolar koyan. O da bir ayrıcalık, Carl.
People are hurting, unemployment is up, the dollar is weak, and the arts smack of elitism and self-absorption, indulgence and privilege.
İnsanlar acı çekiyor, işsizlik arttı, dolar düştü ve sanat seçkinliği, sadece kendinle ilgilenmeyi kendi şımartmayı ve ayrıcalıklı olmayı temsil ediyor.
And that won't violate attorney-client privilege.
Bu kesinlikle avukat-müvekkil gizliliğini ihlal etmeyecek.
Your Lordship, there is qualified privilege as an exception to our libel laws.
Sayın Lord Hazretleri, karalama kanunlarına istisnai olarak sınırlı dokunulmazlıklar var.
My service to the crown has always been a cherished privilege.
Krallığa olan hizmetim hep değer verdiğim bir ayrıcalık olmuştur.
And together, they all add up to a past practice and pattern of denying suspects their constitutional privilege to a fair trial.
Bunların hepsi birlikte, bunun bir alışkanlık haline geldiğini ve..... onların adil bir yargılama için anayasal haklarını kulanılmalarının.. ... engellendiği anlamına gelir.
For the last four months, it has been my honor and privilege to be a part of something so important and that I am truly proud of.
Son dört ay boyunca, bu kadar önemli bir şeyin parçası olmak benim için bir onur ve ayrıcalık oldu ve bundan gerçekten onur duyuyorum.
Perhaps Thomas will revive the privilege.
Belki de Thomas bu ayrıcalığı talep edebilir.
It is a great privilege to dance with the sun.
Güneşle dans edebilmek çok özel bir ayrıcalıktır.
And serving the goofballs in this town is an honor and a privilege.
Ve bu şehirdeki saf insanlara hizmet etmek benim için bir onur ve ayrıcalıktır.
Uncle Toms, gobble up this slop and say "Thank you, sir, for the privilege."
Tom Amcalar, bu yemi silip süpürüp sonra "Bu ayrıcalık için teşekkür ederim" dersiniz.
Spousal privilege.
Evlilik dokunulmazlığı.
Spousal privilege extends for several years before marriage.
Evlilik dokunulmazlığı, nikahtan önceki birkaç yılı da kapsıyor.
A real privilege. Yeah.
Gerçek bir ayrıcalık.
We need to be able to speak under cover of attorney-client privilege, which Diane provides, and we need it now!
Diane'nin sağlayacağı avukat-müvekkil koruması altında konuşmalıyız,... ve bunu hemen yapmalıyız.
It's a real privilege. "
Bunu giymek bir ayrıcalıktır. " derlerse?
He no longer has extraterritorial rights or non-apprehension privilege.
Artık dokunulmazlık veya ayrıcalıkları yok.
This is not a problem. It is a privilege. Embrace it.
Bu bir sorun değil ayrıcalıktır.
Well, that's your privilege, sir, but you'll still need to open your son's car.
Pekala, bu sizin hakkınız, efendim Ama hala oğlunuzun arabasını açmak zorundasınız.
Not when you take money for the privilege.
Bu ayrıcalık için para aldıkları zaman değil.
It was an honor and a privilege to be her live-in nurse.
Onun hemşiresi olmak büyük Bir onur ve ayrıcalıktır.
I grew up in a world of privilege and power, attending elite private schools and then Princeton University.
Öncelik ve güç dünyasında büyüdüm, seçkin özel okullarda okudum ve sonra Princeton Üniversitesi'nde.
You broke the attorney client privilege.
Avukat-müvekkil gizliliğini ihlal ettin.
Phone calls are a privilege here.
Telefonla konuşmak burada bir ayrıcalık.
Your Honor, this is an egregious violation of attorney-client privilege.
Sayın Yargıç, bu durum avukat-müvekkil gizliliğinin korkunç bir şekilde ihlal edilmesidir.
Where is attorney - client privilege?
Avukat-müvekkil gizliliği nerede kaldı?
Danny talked about meeting this tribal leader expecting attorney-client privilege.
Danny avukat-müvekkil gizliliğinden ötürü bu kabile lideriyle buluştuğundan bahsetti.
And unless I'm mistaken, they're committing a criminal act, using intimidation to coerce me into breaking attorney-client privilege.
Hatam varsa düzeltin, cezai işlem gerektiren bir suç işliyorlar, avukat-müvekkil gizliliğini bozmam konusunda baskı yaparak, bana gözdağı vermeye çalışıyorlar.
There is no privilege if the attorney becomes aware of any illegal activities that his client intends to commit in the future.
Şayet bir avukat, müvekkilinin gelecekte yapmaya eğilimli olduğu yasadışı suçlardan haberdar olursa ortada gizlilik filan da kalmaz.
Mrs. Florrick can't answer your questions about her client, Mr. Marwat, without breaking attorney-client privilege with North Guard.
Bayan Florrick müvekkili, Bay Marwat hakkındaki soruları North Guard'daki avukat-müvekkil gizliliği nedeniyle cevaplayamaz.
My guess is, they won't look kindly on your attempt to infringe on their attorney-client privilege.
Benim tahminim, onlar nazikçe avukat-müvekkil gizliliği ihlali konusundaki çabalarınızla ilgilenmeyecekler.
- It would be a privilege, sire.
- Bu bir ayrıcalıktır Majesteleri.
It's attorney-client privilege, all right?
Avukat-müvekkil gizliliği var, değil mi?
My conversation with Reggie is covered by privilege.
Reggie ile yaptığım görüşme avukat müvekkil gizliliği altındadır.
It's quite a privilege to feel whale breath on your face.
Balina nefesini yüzünüzde hissetmek ayrıcalıklı bir iştir.
You're a girl of privilege.
Eskiden zenginmişsin ve kibirli!
You're invoking privilege?
Bir ayrıcalık yapamaz mısın?
Get me a warrant. There's a pet-vet privilege.
Hayvan - veteriner gizliliği diye bir şey var.
It's a privilege to meet you.
- Sizinle tanışmak bir ayrıcalık.
For some, blood means a life of wealth and privilege.
Bazıları için kan bağı, varlıklı ve ayrıcalıklı bir hayat demektir.
Not a man from privilege.
Ayrıcalıklı bir adam gibi değil yani.
It was a privilege serving with you, my boy.
Seninle çalışmak bir ayrıcalıktı, evlat.
It's been my privilege.
Benim için bir zevkti.
It is my great privilege to recognize those few whose actions deserve special note.
Ancak çabaları özel övgüyü hak eden birkaç kişiyi onurlandırmak benim için büyük bir ayrıcalık.
It's a privilege to meet you, Eleanor.
Seninle tanışmak bir ayrıcalık Eleanor.
It is a privilege...
Şeref verdiniz.
It would be a privilege to have a German-Jewish émigré of such high standing cover the trial. - There's no doubt about that.
İtibarlı bir Alman-Yahudi göçmenin, duruşmayı izleyip fikirlerini aktarması her gazeteye nasip olmaz, orası kesin.
It was a privilege spending the afternoon with you.
Bu öğleni seninle geçirmek herşeye değerdi
I'm granting you the privilege.
Sana bu ayrıcalığı tanıyorum.
Mr. Miller, again, it was a privilege. - Yeah, yeah, yeah, yeah.
Bay Miller, sizinle tanışmak bir ayrıcalıktı.
Friends, it is my honour and privilege to present to you all, Minister :
Değerli dostlarım!