Rumble translate Turkish
463 parallel translation
I'd like to see you crawl out of a rumble seat.
Ben sizi asıl arka koltukta emeklerken görmek isterim!
- I thought there was a rumble seat.
- Arka koltukta olduğunu sanıyordum.
- There was no rumble seat!
- Arka koltuk falan yoktu!
- That kind of car don't have a rumble seat.
- Öyle arabaların arka koltuğu olmaz.
- All right, maybe there was a rumble seat on the car.
- Peki, belki de arka koltuğu vardı.
- There was a rumble seat on that car, all right.
- Arabanın arka koltuğu vardı.
I don't care if there was a rumble seat on the car or if there wasn't!
Arabada arka koltuğun olup olmadığı umurumda değil.
Will you shut up about that rumble seat?
Şu koltuk konusunu kapatacak mısın?
- And I'm tellin'ya, there was a rumble seat.
- Sana söylüyorum arka koltuk vardı.
Suppose we get a rumble?
Ya bir polis tuzağıysa?
And crammed his body into the rumble seat of that roadster.
Ve cesetini o arabanın arka koltuğuna tıktı.
As I see it you killed Phillip Musgrave in his own room, carried his body down through the secret passageway, out through the greenhouse into the garage where you crammed it into the rumble seat of that roadster but unfortunately for you,
Benim gördüğüm Phillip Musgrave'i kendi odasında öldürdün, cesedini, gizli geçitten aşağıya taşıdın, seradan çıkıp onu o arabanın arka koltuğuna tıktığın garaja girdin
But, Johnny, we can't leave a dead body in the rumble seat.
Ama Johnny, cesedi arabanın bagajında bırakamayız.
He's the man that gets to rumble first, believe me.
Ama inan her şeyi ilk fark eden de odur.
Did you ever hear it rumble for hunger?
Açlıktan guruldamadı mı?
Then we need a topnotch driver, in case of a rumble.
Sonra birinci sınıf bir sürücüye ihtiyacımız var, tantana çıkarsa diye.
You may not hear it with the other noises, but I'm beginning to rumble.
Diğer seslerden duymuyor olabilirsin, ama karnımdan gurultular gelmeye başladı.
Sorry you have to ride in the rumble, sir.
Sizi böyle taşımak zorunda kaldığım için üzgünüm.
You wanna start a rumble?
Kargaşa mı istiyorsun?
Make it rumble.
Gürüldesin.
- I understand it was quite a rumble.
- Fena değildi. - Sert kavgaymış.
We're a fertile land for corn, beans, squash, rumble-seat sex, and revivalism.
Balkabağı, fasulye, mısır, arabada seks ve uyanışçılık için bereketli bir toprağız.
Ah. That rumble was stronger.
Bu gürleme bayağı güçlüydü.
- A rumble! - Now cool, Action boy.
- Sakin ol, Aksiyon Çocuk.
Okay, cats, we rumble!
Peki, kediler, kopuyoruz.
We challenge you to a rumble.
Sizi çatışmaya çağırıyoruz.
- That ain't a rumble.
- Ona kavga denmez.
A rumble can be won by a fair fight if you've got the guts to risk that.
Adil bir dövüşle işi çözeriz, bunu yapmaya cesaretiniz varsa.
Okay, fellas where's the rumble gonna be?
Peki beyler. Çatışma nerede olacak?
Now, where you gonna rumble?
Çatışma nerede olacak?
All over. I got a date with Nardo after the rumble.
Çatışmadan sonra Nardo ile buluşacağım.
What rumble?
Ne çatışması?
- Are you going to that rumble tonight?
- Sen de çatışmaya gidiyor musun? - Hayır.
And tonight, after I stop the rumble that isn't a rumble, I'll come for you.
Bu gece, çatışmayı durdurduktan sonra, sana geleceğim.
But if they start a rumble We'll rumble'em right
Ama bize sataşırlarsa, aradıklarını bulacaklar
- There was no rumble.
- Çatışma yoktu.
At the rumble.
Çatışmada.
Suppose they ask us about the rumble.
- Dinleyin!
It was a rumble for real, zip guns, jackhammers, the works.
Çok fazla gürültü vardı, ev yapımı silahlar ve el matkapları vardı, her şey.
And wind up back in Yussef Kasim's rumble seat?
Sonra da Yussef Kasim'in arka koltuğunda mı uyanayım?
I won't want to be accused of taking part in a rumble.
Bir kavgada yer alma sebebiyle suçlanmak istemem.
"Freedom from vibration and rumble... " that makes driving a constant delight.
Titreme ve sarsmadaki serbestlik sayesinde... sürüşünüz mükemmelleşecek.
In a rumble seat the world is so cosy if the boy is kissable.
Arka koltukta oturmak rahat, delikanlı kendini öptürüyorsa.
Put him in the rumble seat.
Arka koltuğa at onu.
I got tired of the rumble of the train.
Trenle dolaşmaktan bıktım usandım.
Saints preserve us, it's a rumble.
Azizler bizi korusun. Ne şamata.
There might be a rumble in the art world.
Sanat dünyasında gürültüsü olmalı.
Let's rumble!
Saldırın kızlar!
It rumbles. I tell him, don't rumble, ulan.
Söylüyorum ; "Ne gurulduyorsun ulan, var da mı yemiyoruz?" diyorum ama...
With a girl along, that probably was more fun... than the rumble seat of a Stutz Bearcat.
Bunların içinde bir hatunla başbaşa kalmak... Stutz Bearcat'in arka koltuğuna hatun atmaktan daha zevkli olsa gerek.
The men who kill them claim they don't, but when the machinery begins to rumble and the conveyor belts start to roll, sounds that expedite death are heard by animal and man alike.
Onları öldüren adamlar, anlamaz diyor ama makinalar gürlemeye, taşıma bantları dönmeye başladığında.. ... ölümün sesi insana da, hayvana da aynı duyulur.