Uncertain translate Turkish
752 parallel translation
But pleasure is brief in this world, my sweet... and yours is most uncertain... because you don't know when I'll be back.
Ama bu dünyada sevinç kısa sürelidir, tatlım... ve seninki en buruk olanı... çünkü ne zaman geri döneceğimi bilmiyorsun.
In times like these, when everything is uncertain, every conservative person should have a substantial part of his fortune... within arm's reach.
Böyle bir zamanda, ne olacağı hiç belli değilken... her dikkatli kişi servetinin önemli bir kısmını... elinin altında tutmalı.
It's an uncertain world entirely.
Ne dönek şu dünya.
The one certain thing in an uncertain universe.
Şu belirsiz evrendeki tek kesin şey.
If she has a hangover, she'll ring again in a minute in no uncertain terms.
Eğer geceden kalmalığı varsa zile bir dakika sonra bir kez daha basacak.
My plans have been uncertain.
Kesin bir planım yok.
On the other hand, if you don't go in at all, you'll be a little uncertain, you won't be quite so sure of yourself.
Diğer yandan, o odaya hiç girmezsen içinde biraz kuşku kalacak, kendinden pek fazla emin olmayacaksın.
Men whose every day is one of life and labor uncertain but men of strong faith in themselves in their ships and in the God who is on land and sea.
Hayat ve iş güvenceleri olmayan... ama kendilerine ve gemilerine... ve yerdeki ve denizlerdeki Tanrı'ya... inançları tam olan adamlar.
We do not buy or sell or seek personal fortunes because there is no uncertain future here for which to accumulate it.
Alıp satmıyoruz ve kişisel servet peşinde değiliz... çünkü para biriktirmemizi gerektirecek belirsiz bir gelecek beklemiyor bizi.
Before them lay the uncertain years That promised joy and maybe tears.
Önlerinde kararsız yıllar dururmuş. Neşe belki de hüzün vaadinde bulunmuş.
They were uncertain, so they just walked and walked, and finally they died of hunger.
Karar verememişler, yürümüşler, yürümüşler, yürümüşler, sonunda açlıktan... ölmüşler.
Accident cases are always uncertain.
Kaza vakalarï her zaman belirsizdir.
I've been uncertain.
Emin değildim.
I can't put my finger on anything definite... but still, whenever I wasn't with you I was always a little uncertain... and nervous about my little Casanova.
Bazı şeyleri tam olarak hatırlamıyorum ama gene de, sen yanımda olmadığında küçük Kazanovam için her zaman biraz kuşkulu ve tedirgin oluyordum.
- Transmissions across the Atlantic are uncertain.
Okyanus ötesi iletim saglïksïz.
People are uncertain about their lives.
İnsanlar hayatlarından kuşkulu.
The world's so mixed up and uncertain, there's so many problems.
Dünya çok karışık ve belirsiz, birçok sorun var.
I've been told off in no uncertain terms, all over town.
Bütün şehirde sert bir şekilde eleştiriliyorum.
But her search is a bit vague and uncertain.
Lâkin arayışı çok belirsiz ve umutsuz.
- She's so uncertain.
- Ne yapacağı belirsiz.
Uncertain, coy, and hard to please When pain and anguish ring the brow, A ministering angel thou!
Belirsiz, sırlı ve zor olan acı ve ızdırap çevreni sardığında, fısıldayan bir meleksin!
But, since the affairs of men rest still uncertain, let's reason with the worst that may befall.
Ama insan işlerine güven olmaz. En kötüyü hesaba katarak düşünelim.
The state of the pound is so uncertain.
Poundun durumu çok belirsiz.
The real Leiningen. Uncertain... - I've never laughed at you.
Gerçek Leiningen... güvensiz, karmaşık, biraz gururlu, bazen de eğlenceli.
In my uncertain heart
# Belirsiz yüreğimde
It was, however, uncertain.
Ancak durum belirsizdi.
Did an act with a python of uncertain temper and extraordinary big jaws.
Huyu suyu belirsiz, koca ağızlı bir pitonla gösteri yapardı.
Well, I always figured I could go for a man as uncertain as him.
Bunun gibi kararsız bir adama hizmet edeceğimi hep aklımdan geçirirdim.
How can an actor play opposite a lovely leading lady if he's uncertain?
Bir aktör kendine güvenmiyorsa güzel bir bayanın karşısında oynayamaz.
I know very well, I was uncertain I was mad, it was terrible.
Gayet iyi bilirim. Ben de kuşku duydum. Ben de delirdim.
Mrs. Manion seems a little uncertain about what kind of panties she was wearing.
Bayan Manion nasıl bir don giydiğinden pek emin değil.
Aren't you a rather uncertain life?
Biraz kuşkulu bir hayat sürmüyor musunuz?
You're a little uncertain.
Biraz anlaşılmaz birisin.
You turned to the bed, undecided... uncertain where to go.
Yataktan medet umdun, kararsız... nereye gideceğini bilemeden.
Told me so in no uncertain terms.
Bana onu şüphesiz bir şekilde söyledi.
I don't know! I'm caught in the middle, and sometimes I'm uncertain.
Tam iki şeyin ortasındayım, ara sıra emin olamıyorum.
His hesitant and uncertain steps led him along the fateful path to his home, where all seemed normal, tranquil and peaceful.
O kararsız ve tereddütlü adımlar onu evindeki vahim duruma... götürdü. Ama herşey sakin ve huzur içindeydi.
Why is it that since that man entered our life I can't think, I'm uncertain...
O adam hayatımıza girdiğinden beridir kesinlikle emin olduğum bir şey var.
I told Mrs. Grubach in no uncertain terms that she was out of line. Oh my dear...
Sizi men ederim, dedim.
Adieu, world of uncertain fathers and of certain sons.
elveda, babası belli olamayan ve oğlu belli olan dünya.
And the silken sad uncertain rustling... of each purple curtain thrilled me... filled me with fantastic terrors never felt before.
Ve titretiyor, erguvani perdelerin ipeksi, kederli, belirsiz hışırtısı Öylesine dolduruyordu ki içimi hiç duyulmamış tuhaf korkularla
I thought you'd be uncertain, Barrett.
Bunu söyleyeceğini biliyordum, Barrett.
- Mr Thwackum, the word "religion" is as vague and uncertain as any in the English language.
- Bay Thwackum, "din" kelimesi İngilizce'deki diğer kelimelerde olduğu gibi muğlak bir anlama sahiptir.
I'm afraid my plans for remaining in London are still a little uncertain.
Korkarım Londra'da ne kadar kalacağım hala belli değil.
The situation is complex and uncertain.
Bu durum karışık ve belirsiz.
Truth be told- - I don't know. Right now I feel uncertain and confused.
Karışık bir dönem geçiriyorum.
The place is uncertain.
Yer belli değil.
I told you how uncertain my life is.
Hayatımın ne kadar belirsiz olduğunu söylemiştim.
When Mazarin died, my power was uncertain.
- Selefim öldüğünde iktidarım şüpheliydi.
no uncertain mark in politics. In other words, your future member of Parliament..
Başka bir deyişle, müstakbel Parlemento üyeniz..
And from Lithuania, that's uncertain.
Litvanya'dan sonrası belli olmaz.