You won't have to translate Turkish
3,365 parallel translation
I won't ask, and you don't have to tell.
Ben sormayacağım ve sende anlatmak zorunda değilsin.
Then we won't have to worry about the results, will we, when you go in?
Öyleyse netice için endişenlenmek zorunda kalmayacağız, değil mi, oraya gittiğinde?
Here's a lesson they should teach in school when a girl gets curvy and the boys all drool if math and science just ain't you style just give that teacher a wink and a smile for a passing grade you won't have to wait
İşte okulda öğrenilmesi gereken bir ders kızın kıvrımları biçimlendiğinde, erkeğin salyası akar. Eğer matematik ve fen tarzın değilse öğretmene göz kırp ve gülümse iyi not almak için beklemeyeceksin.
there's a lesson they should teach in school when a girl gets curvy and the boys all drool if math and science just ain't your style just give that teacher a wink for a passing grade you won't have to wait
İşte okulda öğrenilmesi gereken bir ders kızın kıvrımları biçimlendiğinde, erkeğin salyası akar. Eğer matematik ve fen tarzın değilse öğretmene göz kırp ve gülümse iyi not almak için beklemeyeceksin.
Well, take us straightaway to Devil Anse, you won't have to ride in the cage.
Bizi İblis Anse'e götürürsen o kafese girmene gerek kalmayacak.
You won't have to do anything.
Senin bir şey yapmana gerek yok.
You won't have much time to speak with the suspect. Excuse me.
- Şüpheliyle konuşmak için fazla vaktin yok.
Any place. Okay? We'll take the money, we'll leave, and you won't have to worry about any of this, ever again.
Parayı alır ve buradan gideriz, böylece olanlar hakkında bir daha hiç endişelenmezsin.
Who is all up in your business that he won't leave you alone for five minutes to have a mochachino with me?
Kim bu seni benimle kahve içerken beş dakika bile rahat bırakmayan eleman?
Next, a romantic movie where you won't have to talk at all.
Sonra konuşmak zorunda olmadığınız romantik bir film izleyeceksiniz.
You won't even have to pay me.
Bana para vermen bile gerekmeyecek.
Y-you won't have to do that.
- Gerek de kalmayacak.
But luckily, you won't have to.
Ama şansına, tek başına yapmak zorunda da değilsin.
I have to build a life for myself, otherwise I won't have a life to share with you or anyone else.
Ayaklarımın üstünde durabilmeliyim. Yoksa ne seninle, ne başkasıyla paylaşacak bir hayatım olmayacak.
He won't have to go to some shithole old folks home like where you work.
Senin çalıştığın gibi boktan bir yere gitmek zorunda kalmayacak.
It probably won't work, but if it does, you're gonna have to move fast, so stay on your toes.
Muhtemelen işe yaramayacak ama yararsa hemen harekete geçmelisin, o yüzden hazır bekle.
I won't have much to tell you.
Anlatacak çok şeyim olmaz.
Then I won't have to translate for you.
O halde sizin için tercüme etmeme gerek yok.
You need weight off your conscience, so when I won't help, you have to find somebody who's equally as damaged.
Vicdanını rahatlatmak istiyorsun ve sana yardım etmeyeceğimi söylediğimde, aynı derecede hasarlı olan başka birini buluyorsun.
I need the money and if you won't give it to me, I'll have to talk to Lady Agnes.
Bana para lazım ve bu parayı siz bana vermezseniz, Leydi Agnes'la konuşmak zorunda kalırım.
Then you won't have to pack when you come.
Böylece geleceğin zaman bavul hazırlamana gerek kalmaz.
And I already told you that you won't have to pay anything.
Ben de sana bir şey ödemek zorunda olmadığını söyledim.
Lemon, it's okay. You don't have to worry. She won't tell anyone.
Endişelenmene gerek yok, kimseye söylemez.
If you do your laundry once a week, you won't have to borrow my socks.
Eğer haftada bir kez çamaşırlarını yıkarsan, benim çoraplarımdan istemene gerek kalmaz.
You don't have to be the guy that won't let anybody in.
Herkesi kendinden uzaklaştıran o çocuk olmak zorunda değilsin.
You won't have to.
Beklemeye gerek yok.
Well, you won't have to wait too much longer.
Harika. Zaten beklemenin de bir anlamı yok.
I picked up your prescriptions, and I got you a little pillbox here that has all the days of the week on it so you won't even have to think about it.
Reçetendekileri aldım ve ilaç kutusuna yerleştirdim, üzerinde haftanın her günü var, bu yüzden dert etmene gerek yok.
- No, you won't. You need to have a thicker skin, Iowa.
Daha kalın bir postun olmalı, Iowa.
♪ For a passing grade you won't have to wait ♪
♪ Sınıfı geçmek için beklemene gerek yok ♪
You... you won't have to tell my probation officer you're prescribing me these, will you?
Sen bu ilaçları benim için yazdığını şartlı tahliye memuruma söylemek zorunda mısın?
Have some more, too, you won't have to worry later.
Biraz daha kat, sonra acıkmazsın.
Because thanks to you, I'm poised to get what's rightfully mine, and you won't have go through your impetuous plan to marry Emily.
Senin sayende hakkım olan şeyi alacağım ve senin acele bir şekilde Emily ile evlenme planına gerek kalmayacak.
That doesn't mean you won't have to pay a decent price.
- Çok para ödeyeceğiniz anlamına gelmiyor.
It won't be just a sodding painting you have to worry about, you'll be working out where you're going to sleep at night.
Hakkında endişeleneceğiniz sadece aptal bir tablo olmayacak, Siz geceleri uyumaya gittiğinizde düşüneceksiniz.
You won't when you have to do It yourself.
Kendi başına yapmaya çalışmayınca olmuyor.
The Americans won't have you back, and after checking, literally, with every embassy on earth, it seems there are only two countries willing to take you.
Amerikalılar seni istemez dünyadaki tüm elçiliklere sordurdum seni iki ülke kabul etmeye niyetli görünüyor.
You won't have to see him at all.
Onu hiç görmek zorunda kalmayacaksın.
Well, you play your cards right, maybe you won't have to look at Facebook for that.
Elini düzgün oynarsan öyle bir şey için Facebook'ta gezmene gerek kalmayabilir.
A day of sports events won't unite your employees, and you have to let your boss win!
Spor etkinlikleri insanları tanımaya yetmez çünkü patronun karısına ayrıcalık tanınır.
Well, I guess, you won't have to pay him now, will you?
Sanırım şimdi ona ödeme yapman gerekiyor.
Well, at least we won't have to watch video of you two on the news ignoring a robbery and a murder.
İyi, en azından haberlerde siz ikinizin bir soygunu ve cinayeti gözden kaçırırkenki videolarınızı izlemek zorunda kalmayacağız.
Hand over the stuff you have to Cheol Su that way you won't be implicated as much.
Kardeşinin felsefesine kendininmiş gibi tutunup Yakışıklı Moda'yla çalıştın. Böylece töhmet altında kalmayacaktın.
So you won't have to save them?
Onları kurtarma fırsatın olmasın diye mi?
You won't be able to fly long distance possibly, but the pureblood vampires will never have experienced... the beautiful Sun...
Uzak mesafelere asla uçamazsın ama tam kan vampirlerinin asla sahip olamayacağı imkanlara sahipsin. Güzel güneşi hissetmek gibi mesela!
So you didn't have to hide and pretend and you won't be paranoid and stressed.
Saklamak zorunda kalmayıp, paranoya ve stres yapmayasın diye.
You won't have to see Rick anymore.
Artık Rick'i görmene gerek kalmayacak.
Toby, please... I'm not gonna ask you to explain anything, because you won't... you just say that I have to trust you.
Toby, lütfen, hiçbirşeyi açıklamanı istemiyorum, çünkü böyle birşey yapmazsın.
And I won't have to spill about the shit you're involved with.
Ayrıca karıştığın şu bokun üzerime sıçramasını istemiyorum.
You go out to any other firm right now at this stage of your career, you won't have this opportunity.
Kariyerinizin bu basamağında hangi şirkete giderseniz gidin bu fırsatı bulamazsınız.
Your new lawyer won't hear what I have to say and be put in a position to commit fraud, like you did to me.
Yeni avukatın dediklerimi duymayacak böylece ben sahtekârlık suçu işlemeyeceğim bana daha önce yaptığınız gibi.
you won't be alone 42
you won't get away with it 31
you won't believe it 101
you won't regret it 135
you won't get it 34
you won't understand 27
you won't be disappointed 56
you won't see me again 20
you won't say anything 21
you won't die 48
you won't get away with it 31
you won't believe it 101
you won't regret it 135
you won't get it 34
you won't understand 27
you won't be disappointed 56
you won't see me again 20
you won't say anything 21
you won't die 48