English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Spanish → Turkish / Brilló

Brilló translate Turkish

113 parallel translation
Yo no perdí la cabeza. Supe conservar la distancia. Claro que la luna brilló toda la noche, y que el barco zarpó del muelle.
Tuttum başımı dimdik duygularımı da göstermedim evet, Ay parladı tüm gece ama sımsıkı kaldı yine nehir üstündeki tekne.
Ah, la luna brilló toda la noche, y el barco zarpó del muelle. Y no podía ser de otra forma. Sí, tuve que lanzarme sin pensar.
Ay önceki gibi parlıyordu ama nehirdeki tekne akıntıda yüzüyordu işte böyle olmalıydı teslim etmelisin kendini bilirsin, soğuk ve kalpsiz olamazsın ki.
En el baile de la semana pasada la familia Bennet brilló por su ausencia.
Geçen hafta düzenlenen baloda... Bennet ailesinin yokluğu dikkat çekti.
No estoy cuestionando su integridad, señor... pero tengo que volver a preguntarle : ¿ está seguro de que brilló?
Dürüstlüğünüzü sorgulamak niyetinde değilim, ama size tekrar sormalıyım, parladığından emin misiniz?
De pronto una espada brilló en la oscuridad!
Aniden karanlıkta bir kılıç ışıldadı.
- Chapman brilló con la cámara.
- Chapman'ın fotoğrafı harikaydı
Por la mañana al despertar sentí una felicidad... que brilló durante todo el día, como los rayos de sol.
Bu sabah tuhaf bir mutluluk hissiyle uyandım. Öyle ki bu his günün bütün saatlerine yayıldı.
Cuando brilló la luz, no lo aceptaste.
Işık yandığında kabul etmedin.
En la obra, brilló como una estrella.
Tiyatroda bir yıldız gibi parlıyordu.
Y el ángel del Señor los encontró y la gloria del Señor brilló rodeándolos y estaban tan asustados.
Ve, işte, Efendi'nin meleği üzerlerine geldi ve Efendi'nin ihtişamı üzerlerine parladı ve fena halde korkmuşlardı.
En él brilló... cuando todo alrededor había dejado de hacerlo ".
Ondaki başka herşey sönüp gitmiş, ama bu ışık parlamıştı. "
Nuestras cabezas se acurrucaron y la luz brilló a través,
" Kafalarımız birbirine sokulurken gün ışığı pırıl pırıl parlıyordu.
Phibes estuvo en la oscuridad por tres años hasta que la luna se alineó con los planetas eternos y brilló sobre la luna dorada de la cripta que pulsaba con vida propia.
Phibes karanlıkta 3 yıl yattı. Ta ki ay gezegenlerle aynı hizaya gelip mabet üzerindeki altın ay üzerinde parlayıp hayat darbelerini fantastik bir şekilde vuruncaya dek.
En este torrente El visionario brilló
Bu sel içinde önsezili kişinin parıltısı
Y al Ilegar la noche me fue regalada la piedad, se abrió la puerta del altar y brilló, brilló en la oscuridad la desnudez en su lento declinar.
Gece çöktüğünde, Bana mutluluk verirdi. Mihrabın kapıları açılır,
Y brilló el semblante divino Sobre nuestras nubladas colinas
# İngiltere'nin görünen otlaklarında # ve mutlak ilahiyat # parlıyordu üzerinden # bulutlu tepelerimizin
Pero antes, brilló por la confianza segura de su poder.
Fakat, bir zamanlar isik saçan güçlü bir özgüven doluydu.
Atravesando "x" kilómetros, pasando por la estrella "y"... el sol brilló millones de años antes de Nabuconodosor... antes de Adán y Eva, antes de los ictiosauros... y ahora brilla en las profundidades de una estación de metro.
X kilometre mesafeden gelip Y yıldızını geçen güneş ışığı Nebuchadnezzar'dan milyonlarca yıl öncesinden Adem ve Havva'nın da öncesinden, balık kertenkelelerin de öncesinden ışıyıp, metro istasyonunun içine kadar uzanıyordu.
Fue vestida de negro, sus ojos brilló como carbones y tenía una voz profunda y él me dijo,
Siyahlara bürünmüştü, gözleri kömür gibi parlıyordu derinden gelen bir sesi vardı ve bana şöyle dedi.
"Jack Noah brilló, y le dio una nueva dimensión a Ricardo II".
New York Times! "Jack Noah II. Richard'a yeni bir boyut getirdi."
Y algo brilló en su mano cuando él movió la cabeza hacia abajo, quiza un anillo en su dedo o algo?
Adamın pençelerinde başı sıkışmış gibi elinde bir şey parladı belki de parmağında bir yüzük veya başka bir şey olabilir mi?
Allí brilló como una estrella.
Orada sanki meteor etkisi yaptı.
" Así brilló y cayó la espada Excalibur.
" Işıldadı ve düştü, kızgın demirden Excalibur.
Al final de esa noche larga y tortuosa, cuando la cabeza me latía al mismo tiempo que las punzadas de la herida, brilló un amanecer glorioso y delicado.
Bu uzun, eziyetli gecenin sonunda yaram gibi başım da zonk zonk zonklarken, muhteşem bir şafak, usul usul söktü.
Repentinamente, la luna brilló a través de las nubes, iluminando la paz de las tumbas.
Aniden bulutların arasında ay gösterdi yüzünü huzurlu mezarları aydınlattı.
Y luego un día, la esperanza brilló para Nicky.
Sonra, şans bir gün Nicky'nin yüzüne güldü.
Brilló como una estrella.
Parlayan bir yıldız gibiydi.
Edad avanzada para la época. Hasta el último día brilló.
Çok yaşlı olmasına rağmen hayatının son gününe kadar dans etmeye parıldamaya ve flört etmeye devam etti.
Cómo brilló
Parlayışı
El sol brilló por Benny Brady para la Sra. Thompson.
Bayan Thompson'ın Benny Brady'ye aklı çıkmıştı.
"Y la luz brilló en la oscuridad... y la oscuridad no la comprendió".
"Ve karanlıkta bir ışık yandı... " ve karanlık ışığı görmezden geldi. "
Temía haberla perdido y recuerdo cómo brilló su cara al abrir el pequeño joyero en donde la puse.
Kaybettiğinden korkuyordu. Ve yüzünün aydınlandığını hatırlıyorum o mücevher kutusunu açıp, içinde kaşığı görünce.
Pero un repentino rayo de sol brilló sobre nuestra cama
Ama inatçı bir güneş ışığı ilk günümzün sabahında yatak odamıza vuruyordu.
"El día cuando... el sol brilló."
"Güneşli günlerin."
No brilló, brilla.
günlerin değil, günlerde.
No veo nada diferente salvo que la estancia brilló más cuando entraste a ella.
Senin odaya kattığın parlaklık dışında herhangi bir farklılık göremiyorum.
Fue ahí donde la Palabra brilló con más intensidad.
"Söz" ün en aydınlık olduğu yer orasıdır.
¡ Tenía la axila pálida donde el sol nunca brilló!
Oluşan güneş yanığını gösterdi kolunun altında güneşin hiç parlamadığı yerde!
el calor del momento brilló en tus ojos?
Gözlerinde parlayan, anın çoşkusu.
el calor del momento brilló en tus ojos?
Anın coşkusuydu. Gözlerinde parlayan.
La estrella de Rebecca Milford brilló con demasiada brevedad.
Rebecca Milford'un yıldızı çok kısa süre parladı.
Pero con qué fulgor brilló.
Ama göz kamaştırıcıydı.
¿ Recuerdas a Oma Desala? ¿ Todo aquel brilló?
Oma Desala, tüm o parlama meselesi.
Una luz brilló a mi espalda, pero no pude volverme, sólo podía quedarme ahí, esperando.
Ardımda bir ışık parladı fakat dönemedim. Kalakaldım oracıkta, bekledim.
Los mayores ladrones y mentirosos sobre los cuales brilló alguna vez el sol.
Dünyaya gelmiş en büyük hırsız ve yalancılar.
La estrella que en Belèn brilló Hoy por nosotros sigue brillando
Parladı yıldız Bethlehem'da, bugün bizim için parlıyor hâlâ.
Tomaste ese pequeñito don mio y lo puliste hasta que brilló.
Sen benim küçük hünerimi aldın ve parlayana kadar onu cilaladın.
Tiene que brilló antes de ir en el suelo.
Aşağı inmeden parlattır.
El cuchillo brilló y se desintegró cuando lo tocaron lo que significa que uno de los dos, es mi peor enemigo.
Hançer parladı ve sonra parçalandı onlar dokunduğu zaman bu demek ki Lionel veya Lex benim en büyük düşmanım.
- El conmutador brilló.
Jack Gould yazmış.
Brilló la sagrada figura sobre nuestras colinas nubladas aquí se construyó Jerusalén entre estos satánicos molinos. Scarlett...
Scarlett.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]