Translate.vc / Spanish → Turkish / Tocá
Tocá translate Turkish
12,519 parallel translation
Te toca.
Sıra sende.
Y no es solo porque te toca usar ese ridículo bigote.
Ve bunun tek sebebi, ri-dork-ulous facerug giymek zorunda olman değil.
Te quejas de los viernes de fuegos artificiales te quejas cuando mi hijo toca su asombrosa batería...
Cuma günü havai fişeklerden şikâyet edersin oğlum bateri çalmaya başladığı zaman söylenirsin yatak odamıza asmamız için perde getirirsin.
Solo toca la puerta y sal corriendo.
Sadece kapıya dokunup geri kaç.
Tu dedo no toca el gatillo hasta que estás listo a disparar.
Ateş etmeye hazır olana dek parmağın tetiğe değmeyecek.
Se necesitan solo entre siete y ocho células... de la capa más externa de la piel humana... cuando se toca un objeto o se roza por casualidad.
Objelere dokunulduğu zaman insan derisinin en dış katmanından geçen hücreler tarama için yeterli.
Es muy complicado, no sé lo que me toca.
Çok karışık bir konu, nerede duracağımı bilmiyorum.
- ¿ Me toca a mí ahora?
- Benim sıram mı?
- Neil, toca la campana.
- Neil, çanı çal.
Bien, te toca.
Pekala, senin sıran.
Sylvester te toca.
Sylvester sıra sende.
La idea de que la gente pueda verse afectada de forma significativa por el aprecio por otros es... besa, toca... Lo que sea que es es ciencia basura.
İnsanların, bir başkasının yakınlık göstermesiyle anlamlı bir şekilde etkileneceği düşüncesi bu öpücük olur, dokuma olur her neyse işte sözde bilimdir.
El gran río toca el cielo.
Büyük nehir gökyüzüne dokunuyor.
Crees que eres un rebelde pero solo eres otro hombrecito triste que se toca su pene demasiado.
Kendini asi sanıyorsun ama penisine çok fazla elleyen mutsuz, küçük bir çocuksun sadece.
Nunca sentir que otra persona te toca, o poder tocarlos a ellos.
Kimsenin dokunuşunu hissedememek... ya da kimseye dokunamamak.
Disfruta de la poesía, toca el laúd como un ángel, y tiene un don para el bordado.
Şiire bayılır, bir melek gibi ut çalar, ve oya nakış işlerinde çok yeteneklidir.
Nadie toca a Frank Gathers.
Frank Gathers'a kimse dokunmayacak.
Le seguí porque usted es genial y porque usted hace mejor todo lo que toca, y pensé que RP sería el camino más fácil para lanzar mi reality show "Linetti, Listos, Ya."
Harika birisi olduğunuz için geldim çünkü sizin elinizin değdiği her şey mükemmelleşiyor ve benim Halkla ilişkilerin "Linetti, Hazır, Başla" reailty şovuma giden en kolay yol olduğunu anladım.
Te toca.
Senin sıran.
Coge la parte que te toca, bájate en la próxima estación espacial y cómprate un billete a donde quieras ir.
Payını alıp bir sonraki istasyonda in. Ve kendine gitmek istediğin yere bir bilet al.
Les enseñaré a Roger y Dodger un vídeo que prueba que su nueva y sexy novia se toca en su habitación con frecuencia mientras ve Dora la exploradora.
Roger ve Dodger'a seksi kız arkadaşlarının Kaşif Dorayı izlerken sürekli odasında karıştırdığı haltların videosunu izletirim.
Charlie, te toca la sala de estar.
- Charlie, oturma odası sende.
Tienes que hacer lo que te toca.
Ne yapman gerekiyorsa yapıyorsun.
Lidia, toca esta para ver si está bien.
- Lidia, bak bakalım bu iyi mi?
Tiene que ir. Hoy toca lasaña.
Gitmek zorunda, bugün lazanya yapılacak.
Un Fossagrim, vive en una cascada, toca el violín.
Fossagrim. Çağlayanda yaşar ve keman çalarmış.
Es lindo cómo la cama toca las cuatro paredes.
Yatağın dört duvara da dayanması iyiymiş.
Escucha, sé que esto te toca de cerca pero hacérselo pagar...
Dinle, Biliyorum bu saldırı eve çok yakın, ama bedel ödetmek... Böyle anlaşmamıştık.
Te toca, sirope de caramelo.
- Senin sıran karamela.
- ¿ Por qué hacer un arma con algo que arruina todo lo que toca?
- Değişikasyon. - Peki ama neden temas ettiği her şeyi mahveden bir silah yapmak istesin ki?
Porque arruina todo lo que toca.
Çünkü temas ettiği her şeyi mahvediyor.
Te toca.
Hayır. Geç.
¿ Aún toca música?
Hâlâ müzik icra ediyor muydu?
... y ese es el piano que toca Don Florencio.
Olursa söylerim. - O da Bay Florencio'nun çaldığı piyano.
- ¡ Toca más rápido!
- Daha hızlı oynayın!
- ¡ Toca mejor!
- Daha iyi oyun
Toca, violinista.
Oyna, kemancı.
Sé cuál es el momento que me toca.
Benim için hangi zaman olduğunu biliyorum.
Normalmente se puede conseguir un poco de diversión en esta parte de Australia cuando te toca adelantar un largo convoy de gigantescos trenes de carretera.
Normalde Avustralya'nın bu kısmında bir kamyon konvoyunu geçerken biraz heyecan olurdu.
- ¿ Quién toca esta noche, Danny?
- Bugün kim sahne alıyor, Danny?
Después de todo lo que hemos pasado, eso me toca el corazón.
- O kadar yaşadıktan sonra kalbimi ısıttı bu.
Andas por ahí llevando un ladrillo que toca cintas.
Etrafta tuğla gibi kaset taşıyorsun.
Siempre les toca a los buenos.
Her zaman iyi olanları alırlar.
Ahora toca.
Çal şimdi.
La próxima vez, toca.
Bir dahaki sefere kapıyı çal.
Y te toca jugar.
Şimdi senin hamle zamanın.
Bien, te toca.
- Tamam, sıra sende.
La miro y puedo decirte con una certeza del 100 por ciento que es una madre de tres casada que fue criada en el Delta del Mississippi, ha trabajo y vivido aquí por cinco años y toca el cello.
Ona bakıp Mississipi'de büyümüş üç çocuk annesi olduğunu ve burada beş yıldır yaşadığını, çello çaldığını görebiliyorıum.
Bueno, si no es hacia abajo, luego le toca.
Aşağıda değilse, yukarıdadır.
¡ Familiarízate con la salida porque alguien está en racha! - Jay, te toca.
Çıkış kapılarını iyi belleyin çünkü biri yakıyor sanki!
Cam, te toca.
Cam, sıra sende.