Translate.vc / Spanish → Turkish / Tû
Tû translate Turkish
1,403,848 parallel translation
Tu eres el amigo seguro.
Tam da güvenilir bir dost.
Si, la tira de tu brassier está atravesada.
Evet, ama sütyeninin askısı engel oluyor.
Pensaba que tú y el eran novia y novio.
Siz ikiniz birliktesiniz sanıyordum.
Pero si no es tu novio, ¿ por qué lo besaste?
Evet ama sevgilin değilse niye onu öptün?
Bueno, Peter, resulta que tu instinto inicial era correcto.
Evet Peter, içgüdülerin haklı çıktı.
Nunca deberías haber dejado que tus hijos te contactaran. Tú lo dijiste.
Hiç bir çocuğunun senle bağlantı kurmasına izin vermemeliymişsin.
Se sentaban en el piso y decían : "Carga tu propia película, estúpida mujer".
Yere oturup "Kendi filmini kendin tak aptal kadın" diyorlardı.
Y luego, para el sexo en el banco, tú te pones de rodillas sobre el banco, y él se pone detrás, ¿ sí?
Sonra piyano taburesindeki sekste sen taburede dizlerinin üzerinde dururken o da arkanda duracak, tamam mı?
Cuando la música se hace más poderosa, será tu clímax.
Müzik şiddetlendikçe senden bir orgazm istiyoruz.
Es curioso cómo la industria cambió desde tu época hasta ahora, con Internet.
Sektörün sizin çekim yaptığınız dönemdeki hâlinden internet sonrası gördüğümüz hâle gelmesi ilginç değil mi?
También tú lo eres.
- Sen de öylesin.
Aunque, gracias a tu desayuno rico en fibra, estoy seguro de que perderé eso también.
Ayrıca yüksek lifli kahvaltın sayesinde eminim ki, bunlar da beni terk edecektir.
Tu relación puede soportar las largas distancias por un tiempo.
İlişkiniz bir süreliğine uzun mesafeyi idare edebilir.
Oye, tú no sabes lo que pasa a puerta cerrada.
Kapalı kapılar ardında neler olduğunu bilmiyorsun.
Sálvate tú.
Kendinizi kurtarın.
Entonces, ¿ estás emocionado de tener tu propio hogar otra vez?
Yeniden kendi evine çıkacağın için heyecanlı mısın?
Y ahora que me mudo, tu vieja habitación está vacía, así que puedes quedarte allí cuando quieras.
Ve ben de taşınıyorum, eski odan artık boş. Böylese istediğin zaman orada kalabirsin.
Tu novia ha tenido una magnífica oportunidad, la cual te da a ti la oportunidad para demostrarle tu amor y apoyo.
Kız arkadaşına harika bir fırsat verildi. Ki senin de ne kadar sevimli ve destekleyici bir erkek arkadaş olduğunu ona göstermek için bir fırsat verdi.
Tú y Amy...
Sen ve Amy...
Bueno, perdona, pero ¿ qué hiciste cuando trabajaste en ese medicamento para las alergias durante dos años y la AAM suspendió tu proyecto?
Affedersin ama iki yıl boyunca bir alerji ilacı üzerinde çalışıp FDA tarafından projen durdurulduruğunda ne yapmıştın?
No, pero tú sí, así que te he traído esto como regalo.
Hayır ama sen gidiyorsun. O yüzden bir hediye olarak sana bunu aldım.
Sé que no es tu cumpleaños, pero si estás interesada...
Doğum günü olmadığını biliyorum ama ilgileniyorsan...
Ahora, por supuesto, mis 9 : 00 de la mañana es tu mediodía, así que evitemos lo de "buenos días",
Tabii burada sabah dokuz, orada öğlen oluyor o yüzden tüm bu "Günaydın" ve "İyi öğlenler" faslını boşver...
Es tan raro, antes terminé una frase con una preposición y tú no estabas ahí para corregir mi gramática.
Çok tuhaf, bugün erken saatlerde bir cümleyi edat ile bitirdim. - Ve beni düzeltmek için orada değildin.
Háblame sobre tu experimento escalar sobre energía oscura.
Bana biraz sayısal kara enerji deneyinden bahsetsene.
No hasta que tú me hables sobre tu último artículo sobre la teoría de la gravedad cuántica de bucles.
Kuantum döngüsü teorisi hakkındaki yazından bahsetmeden olmaz.
Es extremadamente inteligente, como tú.
Tıpkı senin gibi oldukça zeki.
Al contrario que tú, es alta, rubia y era nadadora olímpica.
Senin aksine uzun, sarışın birisi ve eskiden Olimpik bir yüzücüydü.
Y cinco años después, mira tú, algo pasó.
Ve beş yıl sonra bam güm, bir şey oldu.
Leonard, tu mujer está ahí sentada.
Leonard, karın hemen yanında oturuyor.
Tienes dedos y boca, llámala tú.
- Parmakların ve ağzın var, sen arasana.
Tienes pies y piernas, hazlo tú.
Ayakların ve bacakların var, sen gitsene.
- Penny, agradezco tu preocupación, pero no creo que eso sea lo que está pasando.
- Penny, endişeni takdir ediyorum ama olanların, böyle bir şey olduğunu sanmıyorum.
Creo que tú y Leonard necesitáis ver a un consejero matrimonial.
Ve senin ve Leonard'ın bir evlilik danışmanına gitmeniz gerekiyor.
¡ Si yo tengo siete, tú tienes un cuatro!
Ben yediysem, sen dörtsün.
Me refiero a tu talla de zapatos.
Ayakkabı numaranı kastetmiştim.
No, pero tú pareces estar soltando bastantes mocos por ello.
Hayır, ama sen bayağı üzülmüş gibisin.
- Pero es tu...
- Ama o senin...
Una madre es alguien que se queda a tu lado, todos los días, y se sacrifica, como yo hice con ella.
Bir anne gece gündüz etrafta olur ve bedelini öder, benim ona yaptığım gibi.
- Bueno, tú no lo hiciste exactamente...
- Aslında tam olarak...
Y tú comprendes que nunca antes la habíamos visto.
Ve onu daha önce görmediğimizi anla.
Christy, si tú y yo nunca nos hubiéramos juntado de nuevo y yo muriera, ¿ estarías apenada?
Christy, sen ve ben bir araya gelmeseydik ve ben ölseydim, yasımı tutar mıydın?
Esa es tu razón.
Bu senin sebebin.
Tengo 2.438 dólares. ¿ Y tú?
Bende 2,438 dolar var. Sende?
Tú ni siquiera sabrías lo del dinero si no te hubiese traído yo aquí.
Ben seni buraya getirmeseydim parayı bilmeyecektin bile.
Tú solo has venido para ver si podías traficar con su tostadora.
Buraya tost makinesini satabileceksin diye geldin.
- ¿ Quién eres tú?
- Sen kimsin?
¿ Quién es tu madre exactamente?
Senin annen tam olarak kim?
Tú primero.
Önce sen.
Te puedes quedar con tu caridad.
Bağışın sende kalabilir.
Cal. ¿ Y tú?
Cal. Peki ya sen?