Ô translate Turkish
1,730,495 parallel translation
¿ Pero qué va con eso?
Ama o zaman ne şartlarda yaşıyor?
Entonces te vas al otro lado : "Imaginemos que está muerta".
O zaman diğer ihtimali, ölmesini düşünüyorsunuz.
Se involucró cuando descubrieron el cadáver de la hermana Cathy en Lansdowne. Tomó la llamada de los cazadores que lo reportaron y salió hacia allí.
Rahibe Cathy'nin cesedi Lansdowne'da bulunduğunda çalışıyormuş, avcılar durumu ona bildirmiş ve o da yola koyulmuş.
- Conocerlo significa mucho para mí.
- O yüzden sizinle tanışmak bir şeref.
Ella era muy importante para mí...
O benim için çok değerliydi, yani...
Pero solo quien lo hizo sabe qué pasó.
O arada olan her şeyi sadece suçu işleyen adam biliyor.
- Solo Bud Roemer, pero falleció.
- Sadece Bud Roemer, o da öldü.
La mayoría están retirados o muertos.
Çoğu ya emekli oldu ya öldü.
Estaba tomando su tercera o cuarta taza en la mañana del 3 de enero de 1970 cuando el teléfono sonó.
3 Ocak 1970 sabahı telefonu çaldığında üçüncü veya dördüncü fincanını bitirmek üzereydi.
" Cuando llegué al basurero, dije :'Hola, Cathy Cesnik'.
"O çöplüğe yaklaştığımda'Merhaba, Cathy Cesnik'dedim."
El auto de la monja, un Ford Maverick verde de 1969, estaba estacionado en un ángulo extraño, ilegalmente, cerca de su departamento en Carriage House tan solo unas horas después de haber ido al centro comercial.
Rahibenin arabası, 1969 model, yeşil bir Ford Maverick, o, alışveriş merkezine gittikten birkaç saat sonra Carriage House sitesi yakınlarına yasa dışı ve garip bir açıda bırakılmıştı.
En el caso de la hermana Cesnik, hasta hallar su cadáver a los dos meses, durante ese tiempo, investigamos a muchas personas, a cualquiera relacionado con ella.
Evet, Rahibe Cesnik dosyasında ceset iki ay sonra bulundu. O süre içinde birçok kişinin ifadesini aldık, onunla iletişimde olabilecek herkesin.
Era una mujer atractiva.
O çekici bir kadındı.
Puede que alguien del área la haya seguido o pedido detenerse donde encontraron su auto.
O bölgede yaşayan birisi onu takip etmiş, arabasını durdurmuş veya arabasının bulunduğu yerde onu yavaşlatmış olabilir.
Y mientras más se espera, más difícil es conseguir buenas pruebas.
Ve ne kadar çok beklerseniz delil toplamanız o kadar zorlaşır.
Este era un lugar muy apartado, lo que me lleva a pensar que fue alguien que conocía bien el área.
Burası çok ücra bir bölgeydi ve bu yüzden katilin o bölgeyi çok iyi bilen biri olduğuna inandım.
"¿ Qué han hecho durante los últimos 15 o 20 años?".
"Son 15, 20 yıldır ne yaptınız?" dedim.
Aquí está enterrada.
O burada gömülü.
Tal vez fuera un extraño el que movió su cadáver o un extraño el que limpió después, pero no creo que fuera un extraño el que mató a Cathy Cesnik.
Cesedini taşıyan veya cinayetten sonra delilleri yok eden kişi yabancı olabilir ama Cathy Cesnik'i bir yabancının öldürdüğüne inanmıyorum.
Cathy Cesnik fue asesinada porque ella iba a hablar sobre lo que sucedía en esa escuela, y creo que más de una persona tenía mucho miedo de que ella los delatara.
Cathy Cesnik, o okulda olanlar hakkında konuşacağı için öldürüldü ve bence birden fazla kişi onun tarafından ifşa edilmekten korktu.
Todos iban a la iglesia el domingo y si no había auto, porque papá era policía y tenía turno de trabajo, tenías que caminar a la iglesia.
Herkes pazar günleri kiliseye giderdi. Babamız polis olduğu için o gün çalışıyorsa ve araba yoksa kiliseye yürüyerek giderdik.
Era insólito no ir a misa el domingo o comer carne el viernes.
Pazarları kiliseyi kaçırmak, cumaları et yemek duyulmamış şeylerdi.
Si él creía y confiaba en la confesión, todos confiábamos.
O günah çıkarmaya inanıp güveniyorsa biz de güveniyorduk.
- Era responsable de estudios o...
- O şey eğitiminden sorumluydu...
- Educación cristiana o algo así.
- Hristiyan eğitimi falan...
Mi vida habría sido muy diferente si no hubiera ido a ese confesionario.
O gün günah çıkarmaya gitmeseydim hayatım çok daha farklı olurdu.
Siempre recuerdo que era Magnus y que dijo :
O rahibin Magnus olduğunu ve şunu dediğini hiç unutmadım :
Y siempre pensé : "Dios, eso debió ser tan terrible que él tiene que verme y preguntar mi nombre".
"Demiştim ki" Tanrım, günahım o kadar büyük olmalı ki suratıma bakıp adımı sormak zorunda kaldı. "
Ellos oraban en latín sobre mí como si yo les hubiera hecho cosas o como si ellos me hicieran cosas.
Ben onlara bir şeyler yaparken veya onlar bana bir şeyler yaparken tepemde dikilip Latince dualar okurlardı.
O uno oraba por mí en latín mientras que el otro decía algo como :
Veya biri Latince bir dua okurken diğeri de şey derdi :
Yo quería salir de esa oficina y aun así sentía que debía permanecer ahí para para ser una buena persona.
O odadan çıkmak istedim ama o odada kalmam gerektiğini hissettim. İyi biri olabilmek için.
El padre Maskell ejercía mucho poder e infundía temor en la gente porque no querías que te llamara a su oficina o tener problemas.
Rahip Maskell çok nüfuzlu ve korku uyandıran birisiydi çünkü ofisine çağrılmak veya başınızı belaya sokmak istemezdiniz.
Mientras los otros niños jugaban fútbol y béisbol a dos cuadras, en el parque, él daba misa en el jardín.
Diğer çocuklar, iki sokak ötedeki parkta futbol ve beyzbol oynarken o bahçesinde ayin yaparmış.
Nadie más me miró así hasta años después al entrevistar delincuentes violentos o hablar con personas que habían asesinado a alguien.
O tür bakışları yıllar sonra şiddet suçlularını sorgularken gördüm. Birisini öldürmüş sanıklarla konuşurken, gözlerine bakarken.
Al mirarlos a los ojos, así volví a ver esa mirada.
O bakışı tekrar o zaman gördüm.
Y no estaba segura de qué hacía él o qué era eso.
Onun ne yaptığını veya o şeyin ne olduğunu bilmiyordum.
Entonces le dijo a su clase que volvería en un minuto, cruzó el pasillo y le preguntó a la maestra :
O da kendi sınıfına biraz... Biraz beklemelerini söyledi, karşı sınıfa gitti, öğretmene "Jean'in dersi bu sınıfta mı?" dedi.
Y ella dijo : "Sí".
O da "Evet" dedi.
Yo tocaba la guitarra, así que siempre la tenía conmigo.
Gitar çalardım, o yüzden gitarım hep yanımdaydı.
EXMONJA Y de inmediato pensé que eso sería cuando creciera.
O an büyüyünce rahibe olmak istedim.
Esperé ese día desde que entré a primer grado.
Birinci sınıftan beri o günü bekliyordum.
Para mí, fue un verdadero honor que me aceptaran... EXMONJA... y que pudiera comenzar ese viaje.
Beni kabul etmiş olmaları büyük bir şerefti çünkü o yolculuğa başlayabilirdim.
Por lo que tuvimos que pasar lo llamo campamento espiritual.
Ben o eğitime ruhani talim programı diyorum.
Y era un gran problema hablar con alguien.
O yüzden biriyle konuşmak büyük bir olaydı.
"Quisiera ver a...". Decía sus nombres y luego decía : "Envíenlas a mi oficina de inmediato".
"Şu kişiyi görmek istiyorum..." O kişinin adını söylerdi ve "Derhal ofisime gelsin" derdi.
Sus sesiones supuestamente eran sesiones de orientación, porque era el consejero para la escuela.
Bu seanslar sözde rehberlik seanslarıydı çünkü o okulun rehberlik öğretmeniydi.
No sé si Bob era su nombre real o si solo era un seudónimo que Maskell le puso.
Gerçek adı Bob muydu, bilmiyorum. Belki Maskell'ın ona taktığı isimdi bu.
Ahí fue cuando escuché al oficial de policía decir : "No quiero".
O sırada polis "Yapmak istemiyorum" dedi.
En esa época, yo estaba encantada por sus halagos, su atención y el hecho de que me hacía sentir muy importante alguien que era muy importante en la escuela.
O zamanlar onun iltifatlarına ve ilgisine yenik düşmüştüm. Okuldaki çok önemli bir kişi bana çok önemli olduğumu hissettiriyordu.
Él era psicólogo.
O bir psikologdu.
Pero lo presentaba más como un reto. Yo le decía : "No puede". Y él me respondía : "Vamos a ver".
Ama bunu bana meydan okuyormuş gibi önerdi, ben "Yapamazsın" dedim, o da "Bir görelim" dedi.