Translate.vc / French → Turkish / Dù
Dù translate Turkish
840,185 parallel translation
Je venais de finir la deuxième saison du Chappelle's Show.
Chappelle's Show'un ikinci sezonu yeni bitmişti.
C'est l'âge du tourbillon.
Spekülasyon çağındayız.
C'est pour ceux qui n'ont pas fait de planning du tout.
Hiçbir şeyi planlı yapmayan insanlar için.
C'est peut-être tiré par les cheveux... mais ça a dû commencer à la Seconde Guerre mondiale.
Epey gerilere gideceğim ama... muhtemelen İkinci Dünya Savaşı'nda başladı.
Et ces hommes, lorsqu'ils étaient en Europe... pour être honnête et sans me montrer vulgaire, ils ont dû se faire sucer par des Blanches.
O adamların birçoğu da Avrupa'dayken... Gerçekçi konuşuyorum, kabalık etmek için değil. Muhtemelen beyaz kadınlara sakso çektirdiler.
On faisait des pipes pour des lacets ou du chocolat, et des choses très frivoles.
Ayakkabı bağcığı, çikolata ve birçok ufak şey için penislerin emildiği günler.
C'est dur de revenir en Amérique et de s'asseoir à l'arrière du bus après être allé dans le Sud de la France et s'être fait sucer pour un Crunch ou un truc du genre.
Fransa'nın güneyini görmüşlüğün, bir Crunch için sakso çektirmişliğin varken Amerika'ya dönüp otobüsün arkasına oturmak çok zor.
Pendant que ça se passait en Europe, ici, en Amérique, pour la première fois, les femmes sont entrées en masse dans le monde du travail. Par millions.
Avrupa'da bunlar yaşanırken Amerika'da ise ilk defa milyonlarca kadın topluca iş gücüne dâhil oldu.
Des choses du genre : "Non" et "Ta gueule" ou "J'ai pas envie".
"Hayır.", "Kapa çeneni." ve "Canım istemiyor." gibi şeyler.
On pouvait être un étudiant à Kent State, ou au Mississippi, contre la guerre du Vietnam, et on vous descendait aussi.
Kent Devlet Üniversitesi'nde ya da Mississippi'de Vietnam Savaşı'nı protesto eden öğrencileri de vurdular.
C'est le Stephen Curry du viol.
Tecavüzün Steph Curry'si resmen.
J'ai fait : "Ces gens essaient de détruire la carrière du Dr Cosby."
Dedim ki, "Bu insanlar belli ki Dr. Cosby'nin mirasını örselemek istiyor."
Il y avait des steaks, des côtelettes, du maïs beurré.
Biftekler, pirzolalar, tereyağlı mısırlar.
Quand Martin Luther King s'est tenu sur les marches du Lincoln Memorial et a dit qu'il avait un rêve, il parlait dans un micro que Bill Cosby avait acheté.
Duydum ki Martin Luther King, Lincoln Anıtı'nın basamaklarında "Bir hayalim var," dediğinde konuştuğu mikrofon ve hoparlörlerin parasını Bill Cosby ödemiş.
Pas mal du tout.
Epey güzel.
Oui, ça fait pas du bien.
Evet, pek hoşuma gitmedi.
J'ai rien à dire du tout. "
Söyleyecek hiçbir şeyim yok. "
Ils me font : "Du calme."
"Sakin ol dostum." falan diyorlar.
L'un des mecs blancs s'approche et dit : " J'ai pas aimé du tout.
Ama beyazlardan biri öne çıkıp " Bu hiç mi hiç hoşuma gitmedi.
Je ne me suis jamais retrouvé dans une position où je pouvais décider du sort de jeunes Blancs jusqu'ici.
Daha önce beyaz çocukların kaderini tayin edebileceğim bir konumda bulunmamıştım.
Je me souviens qu'au début du virus Ebola, deux docteurs américains sont tombés malades en Afrique.
Ebola'nın başlangıcını hatırlıyorum. İki Amerikalı doktor Afrika'da yakalanmıştı.
Ils n'ont mis que du Vicks sur son torse.
Göğsüne Vicks sürüp yolladılar.
Le mois dernier, à la une du New York Times, la rougeole faisait les gros titres.
Geçen ay The New York Times'ın manşetinde kızamık vardı.
J'ai vérifié la date du journal.
Gazetenin tarihine bakmam gerekti.
Je ne sais pas à qui elle a dit ça, mais le mec l'a regardée du genre : "Tu vas me payer ça, pétasse."
Kime dediğini bilmiyorum ama karşısındaki her kimse "Bunun intikamını alacağım kaltak," demiş olmalı.
" Pourquoi cette meuf me traite de nègre alors qu'elle vient de m'apprendre à faire frire du poulet?
"Bu kaltak bana nasıl'zenci'der? Hem de bana tavuk kızartmayı kendisi öğretmişken. Hiç adil değil," dedim.
Il n'a même pas parlé du fait qu'il avait le sida, c'est la première chose que j'aurais dite à ma copine.
AIDS olduğunu bile söylemedi adam ya, şahsen sevgilim olsa ilk söyleyeceğim şey bu olurdu.
Elle a sucé la queue du vieux.
O ihtiyara sakso çekmiş.
Si j'allais à Kentucky Fried Chicken et que, pour une raison ou une autre, tout le monde à la caisse portait une cagoule du Ku Klux Klan sur la tête, je ferais quoi, à votre avis?
Kentucky Fried Chicken'a gitsem ve herhangi bir sebepten ötürü tezgâhın arkasındaki herkesin başında Ku Klux Klan kukuletası olsa bu çağda ne yaparım sizce?
"Vous voulez du pain de maïs avec ça, le négro?"
"Yanında bisküvi de ister misin pis zenci?"
Je me dis : " Ça fait vraiment du bien.
Ben de diyorum ki, " Vay be, cidden süper.
Je m'en fous du reste.
Ne olacağı sikimde değil.
L'autre grand fait divers du sport était la vidéo de Ray Rice.
Diğer bir büyük spor haberi de Ray Rice'ın videosu.
D'un autre côté, elle n'aurait peut-être pas dû l'énerver.
Diğer yandan, kız da onun iki ayağını bir pabuca sokmamalıydı.
C'est comme si Martin Luther King jetait du pot-au-feu sur les Blancs. Ça servirait à rien.
Martin Luther King etrafta gezip beyazlara ton balıklı güveç atsa işe yarar mıydı?
C'est du jus de chatte. "
Amcık suyu. "
J'ai dû écrire au moins 40 blagues avec "jus de chatte" en chute. Et elles ont plus ou moins marché à tous les coups.
"amcık suyu" ile biten 40'tan fazla şaka yazmışımdır ve hepsi de her seferinde az ya da çok, güldürüyor.
Je ne sais pas pourquoi, mais Lil Wayne joue en guest le rôle du détective de l'enquête.
Artık her nedense vakanın başındaki dedektif, konuk oyuncu olan Lil Wayne. Tamam mı?
"Quelqu'un d'autre est entré sur les lieux du crime?"
"Bu suç mahalline başka giren oldu mu?"
C'est du jus de chatte.
Bu amcık suyu.
Avec du vin, du fromage, des conversations de frimeurs.
Şaraplar, peynirler, sosyetik muhabbetler.
J'aurais pas dû m'en mêler, mais ça m'intriguait.
Hiç karışmamam gerekirdi ama merak ettim.
"J'ai l'impression d'être blanc avec ce pull. Alors accordez-moi du respect et un prêt." Ça ne va pas marcher.
"Merhaba, süveterimle kendimi beyaz gibi hissediyorum ve bana saygı duyup kredi vereceksiniz," desem işe yaramaz.
Et qu'elle vient de tomber du banc.
Oturduğu yerden düştü.
J'aurais pas dû lui demander ça.
Keşke sormasaydım.
J'ai dit : "Le problème dans ce que tu dis, c'est que tu pars du principe que je l'aime, mais..."
Dedim ki, " Bak adamım, bu söylediğinde şöyle bir sıkıntı var, karımı sevdiğimi varsayıyorsun.
Il est venu et m'a fixé du regard.
Gelip bana bakmaya başladı.
Je passe aussi du temps avec ma femme, mais on est mariés depuis si longtemps qu'on ne se parle pas...
Karımla vakit geçirmediğimizden değil ama o kadar uzun süredir evliyiz ki konuşmuyoruz pek, yani...
J'ai dû tout expliquer à ma femme.
Hepsini karıma anlatmam gerekti.
Kate commence à devenir rouge, mais Sarah me tape du poing.
Sonra Kate kıpkırmızı oluyor ama Sarah çakmak için elini uzatıp
Je savais qu'elle était super vénère à cause de la cassette et qu'elle allait se servir du sandwich pour me punir.
Ama aslında kasetten ötürü kızdığını, şimdi de sandviçi ısırdım diye beni cezalandırdığını biliyordum.