Translate.vc / French → Turkish / F
F translate Turkish
105,529 parallel translation
C'est le moment ou jamais.
Hadi. İşte sana fırsat. Yap hadi.
Les gens qui sont conviés vont manger un rôti aux cacahuètes dans une demi-heure, alors...
Biz ve davetli misafirler, fıstık ezmesi ve et yemeği yiyeceğiz. Yaklaşık yarım saat sonra. Yani hadi bakalım.
Super, mais je suis allergique aux arachides.
Harika. Ama benim fıstığa falan alerjim vardır yani şey...
Mais il faut y aller par petites touches bien appuyées.
Parmağınızla veya fırçayla da yapabilirsiniz ama ben buraya bastırarak biraz beyaz boya eklemek istiyorum.
Avec le pinceau, on y va très doucement.
Şimdi karıştırıcı fırçayı alacağız ve yumuşakça...
Tu as eu des opportunités de le tuer.
Onu öldürmek için sınırsız fırsatın vardı.
La chance de survivre à la fin du monde.
Dünyanın sonundan sağ çıkma fırsatı.
Si on ne répare pas ce vaisseau, aucun de nous n'aura cette chance.
O gemiyi tamir etmezsek hiçbirimiz o fırsatı elde edemeyeceğiz.
On n'a pas besoin de ça pour une tempête ou pour nous protéger d'une attaque des Natifs.
Bir kış fırtınası veya Dünyalı saldırısı durumunda işimize yaramaz.
Le must des pare-feux avec un système anti-intrusion, un déchiffrement SSL, une gestion des applications et un filtre.
Birinci sınıf güvenlik duvarı koruması, yerleşik ihlal önleme sistemi, SSL deşifrasyonu ve denetlemesi, uygulama kontrolü ve içerik filtrelemesi.
On dirait que je vais louper cette occase unique...
Yani, sanırım hayatımın fırsatını kaçırmak zorundayım.
Y aura-t-il une autre occasion de récupérer le Darkhold?
Darkhold'u ele geçirmek için başka bir fırsat olacak mı?
Le côté positif... C'est que le Directeur a eu l'air d'un vrai héros, en lançant ce podium.
İşin güzel yanı, Direktör o kürsüyü fırlatırken tam bir kahraman gibiydi.
Sans ça, Mace est aussi fort qu'un sac en papier dans une tempête.
- Çanta olmadan Mace ancak fırtınanın ortasında kağıt bir çanta kadar güçlü olur.
Vous auriez dû me laisser dans les bois quand vous en aviez l'occasion.
Fırsatınız varken beni ormanda bırakmalıydınız. Yardımcı olmuyorsun.
Y aura-t-il une autre opportunité de posséder le Darkhold?
Darkhold'u elde etmek için başka bir fırsat olacak mı?
- nous avons une opportunité.
Bir fırsatımız var. Ne fırsatı?
- Quelle opportunité? On ne m'a pas informé d'une quelconque opportunité.
Bana herhangi bir fırsattan bahsedilmedi.
Et c'est notre chance de prendre les devants.
Bu hazırlıklı bir şekilde ondan önde olmamız için bir fırsat.
Ton pére et moi étions camarades à Saint Mungo à Eastwood.
Baban ve ben Eastwood'daki St. Mungo okulunda sınıf arkadaşıydık.
Tu es fait d'un tas de uns et de zéros, pas de chair et de sang.
Yanlış adama söylüyorsun. Sadece bir ve sıfırlardan ibaretsin. Et ve kemikten değil.
Si une âme ne provient pas de votre chair et votre sang ou de mes uns et mes zeros, alors elle doit provenir d'autre part, d'un lieu sans lien avec nos enveloppes physiques.
Ruh senin et ve kemiğinden ve benim bir ve sıfırlarımdan gelmiyorsa başka bir yerden geliyor olmalı ; bedenlerimize bağlı olmayan bir yerden.
Même si elle serait partie depuis 20 minutes.
O olsaydı 20 dakika önce öfkeyle fırlayıp gideceği hâlde.
Elle a vu une chance, quand bien même infime et risquée, et elle l'a saisie.
Bir şans gördü ve ne kadar zayıf ve riskli olursa olsun kabul etti.
Une tempête arrive.
Fırtına geliyor.
D'après votre meilleure estimation, vous pensez qu'il pourrait être armé de missiles?
Füze fırlatma sistemi var mıdır sence?
Et bien vous, Docteur, vous présentez une mauvaise maîtrise de vous-même, et si un jour veniez à regretter la construction du Cadre, vous pourriez changer mes paramètres et me le faire démanteler.
Siz Doktor, zayıf bir irade sergileyip günün birinde Framework'u inşa ettiğinize pişman olursanız parametrelerimi değiştirip beni parçalara ayırabilirsiniz.
Et puis, un État faible a accepté une réfugiée du Bahreïn, une fille, sympathique.
Sonra, Bahrain'den mülteci kabul eden zayıf bir devletimiz vardı. Bir kız, sempatik biri.
Des un et zéro binaires ne meurent pas, ni ne sentent le froid.
İki terimli bir ve sıfırlar ölemedikleri gibi, soğuğu da hissedemezler.
Je vendais leurs mensonges tous les jours, regardais des enfants être emmenés hors de ma salle de classe parce qu'ils étaient différents, parce qu'ils posaient des questions.
Her gün onların yalanlarını anlattım. Farklı oldukları ve sorular sordukları için sınıfımdan çocukları götürmelerine seyirci kaldım.
- Ils nous ont fait paraître faible.
- Bizi zayıf gösterdiler.
Tu n'as tué personne, mais supprimé des 0 et des 1.
Sen kimseyi öldürmedin. Biraz bir ve sıfırı yok ettin sadece.
Elle est faible.
Çok zayıf düştü.
J'en ai entendu parier mais je n'ai pas pu encore le lire.
Yani, duydum ama okumaya fırsat bulamadım.
Pourquoi devrait-il raconter que je suis là à m'occuper de maman... pendant que lui s'en donne à cœur-joie à Londres, Rome, Paris?
0 Londralarda, Romalarda, Parislerde, fınk atarken benim buralarda kalıp anneme baktığımı neden anlatacak?
Deniz fait toujours comme æ en écrivant ses films.
Deniz fılmlerini yazarken hep böyle yapar.
Grand comme moi, la quarantaine, Cheveux châtains, mince.
Benim boylanrrıda, 40'lı yaşlarda, kumral, zayıf.
Si elle me l'avait demandé, j'aurais pu les vendre à plus cher.
Beni görevlendiıseydi ben onlan çok daha fazla fıyata satabilirdim.
Volonté zéro.
Irade sıfır.
- C'est sa faiblesse.
- Zayıf noktası bu. - Evet, tabii.
Suffit de trouver son point faible.
Aziz'in zayıf noktasını bulmamız gerek.
Vous avez pu voir votre amie?
Arkadaşını ziyaret etme fırsatı bulabildin mi?
Apparemment, ils ont gelé les comptes marqués F au lieu de M.
Üzerinde E değil de K işaretli olan bütün hesapları dondurmuşlar gibi görünüyor.
Vous vous occupez de nous parce qu'on est faibles, inférieures.
Bize iyi bakmak istiyorsunuz çünkü bizler zayıfız değil mi? Çünkü bizler sizden daha yetersiziz.
C'est le jour des pâtes au fromage.
Bugün fırında makarna var. Şanslısın.
J'ai accepté de prendre l'affaire des mineurs pour être admis au barreau.
Baroya kabul edilme fırsatı karşılığında madencilerin davasını almayı kabul ettim.
J'ai beaucoup réfléchi, et...
Son zamanlarda çok kez düşünme fırsatım oldu...
J'ai aussi perdu la chance d'être père.
Baba olma fırsatını da kaybettim.
On ne rééquilibre pas les finances de notre 3e site six mois après restructuration si on ne cherche pas à vendre.
Satmayı düşünmüyor olsan daha altı ay önce yeniden yapılandırdığın en büyük üçüncü biriminin bilanço cetvelini sıfırlamazdın.
- J'ai l'opportunité de racheter une autre boîte, et je ne veux pas - rater le coche.
Başka bir şirketi satın alma fırsatı buldum ve bu fırsatı elimden kaçırmak istemiyorum.
On revient dans 15 minutes et il y a intérêt à avoir plus de zéros.
15 dakika sonra döneceğiz ve bir kaç sıfır daha görsek iyi olur.