Translate.vc / French → Turkish / Orangés
Orangés translate Turkish
625 parallel translation
Rouge, or... comme des oranges.
Kırmızı, altın rengi, portakallar gibi?
Papa dit qu'il en sait plus sur les oranges que ceux qui les cultivent.
Babam, portakal hakkında, onu yetiştiren çoğu kişiden daha fazla bilgisi olduğunu söylüyor.
Comment peux-tu penser gagner de l'argent en cultivant des oranges... quand tu ne peux même pas gérer une épicerie de quartier.
Daha köşedeki bir bakkal dükkanını bile idare edemezken, portakal yetiştirerek para kazanacağın fikrine nereden kapılıyorsun?
- J'en sais long sur les oranges. - Pourquoi es-tu si nerveux?
- Portakal yetiştirmekle ilgili bir sürü şey biliyorum.
- On ne peut pas y cultiver des oranges.
- Ne? - Orada portakal yetiştiremezsin.
Je ne savais pas que les oranges étaient mauvaises pour le cœur.
- Portakalın kalbi kötü etkilediğini bilmiyordum.
- On ne peut pas y cultiver des oranges.
- Nedenmiş o? - Orada portakal yetiştiremezsiniz.
- Quoi? Je suis maintenant dans le commerce des oranges.
Artık portakal işindeyim.
"Oranges Oiseau Bleu Bissonette ( Prononcé Bisson-é )"
BİSSONETTE'lerin Bis-ın-ey diye söyleniyor Mavi Kuş Portakalları
Elle a fait un cake aux oranges fraîche avec de la crème au-dessus.
Üzeri bol malzeme kaplı portakallı kek yaptı.
Les oranges, c'est bon pour les pieds.
Portakallar bugün çok güzel. Ayaklara da iyi geliyor.
Non, pour 8 pence d'oranges.
Hayır, 8 penilik portakal.
- Tu as pris les oranges?
- Portakalları aldın mı?
Attends que je sois là-bas. Je cueillerai des oranges ou du raisin à volonté...
Kaliforniya'ya gidince, her canım istediğinde uzanıp bir portakal koparacağım.
Pas question que j'écoute, j'ai dit ce que j'allais faire et je me fiche de savoir qu'il y a là-bas des oranges et des raisins à vous en étouffer!
Dinlemiyorum. Ne yapacağımı söyledim ve orada ne kadar çok portakal ve üzüm olduğu beni hiç ilgilendirmiyor.
Il sortira sous un déluge d'oranges pourries.
Arenaya çıktığı zaman üstüne... çürümüş portakal ve kedi leşi yağacağını düşünüyorum.
Les oranges de Californie ont meilleur goût, mais celles de Floride sentent aussi bon.
Lezzet istiyorsan Kaliforniya portakalını denemelisin. Ama kokuya gelirsek evet, Florida portakalının kokusu daha iyi.
Tu vends des oranges?
- Hayır, oynuyorum. - Oynuyor musun?
J'ai travaillé à la cueillette des oranges aujourd'hui. Ils m'ont donné 350 lires!
Bugün Cannizzaro'da çalıştım biraz. 350 liraya portakal topladım!
Vos oranges!
Portakallar.
J'ai apporté des oranges.
Size portakal getirdim.
Merci. J'aime les oranges.
- Aferin, güzel portakallar.
- Ce n'est pas grand-chose. Un tour de main à prendre. Comme de jongler avec trois oranges.
Sadece bir beceri, üç portakalı havada tutmak gibi.
Pas des oranges, des millions.
Ama portakal değil, milyonlar.
Deux cageots d'oranges avec les félicitations du capitaine.
Bir kaç kasa portakal verin. Kaptandan sevgilerle.
Vous lui avez donné des oranges?
Adama portakal mı verdin?
On recevait des oranges d'Afrique du Nord, des œufs de Suède, des steaks d'Argentine.
Portakallar Kuzey Afrika'dan geliyordu, yumurtalar İsveç'ten... etler Arjantin'den.
- Il me demande des œufs! Des oranges!
Yumurta ve portakal istiyor bir de!
Je vais chercher des oranges.
Biraz portakal getiriyorum.
Des oranges si grosses que cinq en valent une douzaine.
Kocaman portakalların beşi, bir düzine ediyor.
Des oranges!
Portakal! Portakal mı?
Des oranges du pays!
Amelia duydun mu bizim oranın portakalları!
Je voudrais un kilo d'oranges, s'il vous plaît.
Bir kilo portakal, lütfen.
Le parfum des oranges, des citrons.
Portakal, limon kokusu.
- De la confiture d'oranges.
- Portakallı marmelat.
Elle aimait beaucoup les oranges.
Gerçekten portakalı severdi.
La confiture d'oranges aussi?
Marmeladı da mı?
Je n'ai pas trouvé de confiture d'oranges.
portakallı marmeladı bulamadım,
La confiture d'oranges me rappelle tant de choses.
Portakallı marmelat bana çok şey hatırlatıyor....
Asperges d'Argenteuil, oranges de Valence, melons de Cavaillon, choux d'Aubervilliers.
ArgenteuiI'den kuşkonmaz, VaIencia'dan portakal,... CavaiIIon'dan kavun, AuberviIIiers'den lahana geliyor.
J'ai vu de plus beaux nombrils sur des oranges.
Ben bunlardan daha iyilerini gördüm.
Je vends des oranges, de l'ananas blanc du pays, des prunes de Californie, des pommes, des poires juteuses, des pêches à emporter.
Portakallar, beyaz ananaslar. Kaliforniya erikleri Ucuz, güzel, sulu armutlar.
Du pain... des oranges... et du sucre.
Ekmek, portakal ve şeker!
Si vous avez besoin de raisin d'oranges, de magazines, de fleurs, contactez l'Amicale.
Üzüm, portakal, gazete, çiçek gibi ihtiyaçlarınızda, hiç çekinmeden, arayın.
Va me chercher quelques oranges.
Git, bana biraz portakal al.
Les câbles oranges sont en sens inverse du câble vert... l'autre câble vert.
Turuncu kablolar, yeşilden geçiyor. Bir yeşil kablo daha.
- "T'as donné des oranges à ce type?"
- "Adama portakal mı verdin?"
- Six oranges.
- Altı tane portakal.
Je veux dire, ce n'est pas comme de piquer des oranges... ou de dévaliser une librairie ou de piller un coffre-fort.
Demek istediğim, bu portakal çalmak gibi bir şey değil, ya da kitapçıyı tekmelemek değil.
Le dimanche, tu lui apportes des oranges et dans cinq ans... vous vous retrouvez à la sortie.
Her pazar ona portakal götürürsün. Ve beş yıl sonra çıkışta kavuşursunuz.
On a étudié les oranges, les pommes, les pamplemousses...
Portakal, elma, greyfurt...