Translate.vc / French → Turkish / Piqué
Piqué translate Turkish
6,116 parallel translation
Tu vas aller là bas, faire comme si t'étais au téléphone, tu fonds en piqué, et lui fais signer le papier et tu repars.
Telefondaymışsın gibi birden gel, kağıdı imzalat ve birden git.
J'aime un bon fond en piqué.
Birden geleceğim.
Oh, ouais, un bon fond en piqué peut te sortir des problèmes.
Birden yaparak her tür beladan kurtulursun.
Je lui ai dis dans un fond en piqué, il n'a pas réagi.
Birden söyledim fark bile etmedi.
Ma mère a été piqué par une méduse.
Annemi denizanası sokmuştu.
On nous a piqué nos chiottes.
Gitmiş.
On a piqué l'idée au salon des armoires.
Fikir tamamen bize ait değil. Etajer Kongresi'nden çalmıştık.
- Et c'est là que j'ai fait... le point, un petit truc que j'ai piqué à Babe Ruth.
Ve o noktaya doğru Babe Ruth'tan * aldığım o hareketi yaptım.
Sans le savoir, je lui ai piqué ce truc.
Farkında olmadan ona özenmiştim.
Piqué dans votre sac, quand vous me fusilliez du regard.
Eve gelirken çantandan aldım. İki adım ötemden dik dik bakarken bile alabildim.
Mais elle a piqué ma curiosité.
Ama dikkatimi çekmeyi başardı.
- Les Federale l'ont piqué de l'autre côté.
Federaller onu sınırda yakalamış. Pisliği yakaladık Rich.
Tu te souviens que tu m'as piqué Gloria? Qui ça?
- Gloria'yı, benden çaldığını hatırlıyor musun?
J'ai piqué du nez, maman.
Biraz kestiriyorum, anne.
Un type nous a piqué notre nom?
- Biri adımızı mı çaldı? Gidip konuşayım.
Il lui est tombé dessus comme un bombardier en piqué.
O şeyin üstüne bombardıman uçağı gibi indi.
Oh, je sais bien que ce n'est pas un pique-nique, monsieur le sauveur.
Görevde olduğumuzun gayet farkındayım, Bay Günü Kurtaran.
Elle me pique. Carol me pique.
Çay bitkisi yağı şampuanı.
Je vais préparer un panier à pique-nique, nous serons là-bas au bord du lac sous le clair de lune.
Bir piknik sepeti hazırlayacağım. Ayışığı altında gölün üzerinde olacağız.
Je peux nous voir jouant avec les filles dans ce jardin, mangeant un pique-nique, et jouant à la balançoire.
Kendimizi kızlarla bu bahcede oynarken, piknik yaparken, salıncağa binerken hayal edebiliyorum.
Trouver un endroit tranquille sur les docks, faire un pique nique.
Rıhtımda tenha bir yer bul, piknik yapalım...
- Peut-être un pique-nique?
- Ya da piknik yapsak...
Le voulons-nous, Clara? Ou, parfois nous faisons un pique-nique le dimanche.
Ya da bazen Pazar günleri piknik yaparız.
J'adore les pique-niques.
Gelin benim bahçede otururuz.
Et je t'ai soutenu et j'ai joué les seconds rôles, et j'ai souri à chaque dîner à chaque rassemblement et pique-nique, et regarde où je t'ai amené!
Ve sana destek oldum ve ikinci sırada oldum, ve her akşam yemeğinde, toplantıda, balık kızartırken sana gülümsedim, ve bak seni nereye getirdim!
Ça pique.
Kokuyor.
Je sais que ça pique un peu là, mais fais-moi confiance.
Biliyorum, şimdi canını acıtıyor, ama inan bana,
Juste la tête d'Henry Wilcox au bout d'une pique.
Sadece Henry Wilcox'un kellesini.
Toutefois, elle est surprise quand le scorpion la pique.
Nedense, akrep onu soktuğunda çok şaşırır.
Pique où tu veux sur mon superbe corps.
Seksi vücudumda herhangi bir yere yapabilirsin.
JP, mon pote, m'avoir suivi ici pourrait être la dernière scène d'une comédie romantique mais ça pourrait être aussi la première scène d'un film d'horreur qui finirait avec ma tête au bout d'une pique et toi te branlant.
Beni buraya kadar takip etmen, romantik filminin son sahnesi gibi ama aynı şekilde, kafamı kazığa sokup mastürbasyon yaptığın bir korku filminin ilk sahnesi de olabilir.
Je ne... mettrais jamais ta tête au bout d'une pique.
Kafanı asla kazığa sokmazdım. JP, senden küçük bir iyilik isteyebilir miyim?
Merci pour le panier pique-nique.
Sepet için teşekkür ederim.
Vas-y, pique-toi.
Batır iğneyi.
Quoi qu'il en soit, ça pique fort, cette merde.
Öyle ya da böyle, "o şey" adamın anasını ağlatıyor.
Ça pique à mort, vieux. On dirait que t'as un frelon là-dedans, et il vient de découvrir que sa guêpe est allée s'amuser avec un autre frelon.
Hem de nasıl dostum, sanki eşek arısı sokmuş gibi ya da hatununu anlarsın ya, başka biriyle iş üstündeyken yakalamak gibi
Ce serait juste un pique-nique?
Piknik sepeti mi?
- Ça pique.
- Çok acıdır.
Petits pains jetés sur les dames âgées. Tapage nocturne lors de pique-niques...
İhtiyar hanımlara çörekler atacaklar ve tüm gece süren gürültülü piknikler olacak.
Vraiment, quel privilège! Travailler gratos pour leur pique-nique.
Büyük ayrıcalıkmış gibide ücretsiz çalıştığın pikniklerine seni davet ediyorlar.
- Comment tu sais pour le pique-nique?
Piknik olduğunu nereden biliyorsun sen?
Je voulais juste dire que le pique-nique serait une bonne occasion de créer des liens avec nos collègues, et même de se faire des amis.
Ben sadece şu piknik olayının birisiyle temas kurmak ve diğer insanlarla düzenli ilişkiler sağlamak için iyi bir yer olacağını düşünüyordum.
Alors, on se revoit tous au pique-nique.
Hepinizle piknikte görüşürüz.
Il va y avoir un pique-nique. Ils m'ont demandé si je pouvais le préparer.
- Piknik dediğiniz şeyden yapacaklardı, ve yardım eder misin diye sordular.
Ouais, pour organiser le pique-nique.
- Evet. Piknik için hazırlanırken demiştin.
Kimmel vise un flush. À pique.
Kimmel, floş peşinde.
Nous, Moroï, on ne s'enflamme pas comme des Strigoï, mais la lumière du jour nous pique quand même.
Biz Moroiler belki Strigoiler gibi alev almıyor olabiliriz... -... ama yine de gün ışığı rahatsız ediyor.
Et ils font toujours de petits paniers à pique-nique qui contiennent parfois une surprise.
Her zaman bu küçük piknik sepetlerini yapıyorlar arada sırada işe yarıyorlar ama- -
Y a comme du pollen qui me pique les yeux.
Pekala, Annie. Sanırım gözüme polen falan kaçtı.
Tu viens toujours au pique-nique?
Şirket pikniğine hala geliyorsun, değil mi?
Ne te pique pas.
İğneye bulaşma.