Translate.vc / French → Turkish / Que
Que translate Turkish
2,828,862 parallel translation
Dans le premier article du Sun, le matin après la disparition de la nonne, le frère Pete McKeon a dit au journaliste qu'ayant appris que la nonne avait de gros ennuis, il avait conduit de Beltsville,
Rahibe kaybolduktan sonraki gün TheMorning Sun'da çıkan ilk makalede, Peder Pete McKeon muhabire, rahibenin başının belada olduğunu öğrendikten sonra Beltsville'den yola çıktığını söylemiş.
Je sais que Russell vous a téléphoné quand Cathy a disparu et que vous y êtes allé, ce soir-là, avec Gerry.
Cathy kaybolduğunda Russell'ın sizi aradığını biliyorum. O gece oraya Gerry'yle beraber gitmişsiniz.
Le père Koob a insisté qu'ils n'étaient que de bons amis, qui avaient l'un pour l'autre une affection purement platonique.
Rahip Koob ısrarla sadece çok iyi dost olduklarını ve aralarında duygusal bir bağ olduğunu iddia etmiş.
'Mais pourquoi sœur Russell vous a-t-elle appelé plutôt que d'appeler la police après la disparition de Cathy?
'Ama Cathy o gece kaybolduktan sonra Rahibe Russell polisi aramak yerine neden sizi aradı?
Là, il a trouvé une lettre que Cesnik avait écrite au prêtre le 3 novembre, seulement quelques jours avant sa disparition. "
Orada, Cesnik'in 3 Kasım'da, kaybolmadan birkaç gün önce rahibe yazdığı bir mektubu bulmuş. "
Je dois te dire que je te veux en moi.
Bilmelisin ki içimde olmanı istiyorum.
Si elle m'avait dit quoi que ce soit à propos de prêtres abusant sexuellement des filles à Keough, si elle m'avait dit une telle chose, quand elle a disparu, j'aurais incité la police à enquêter dans cette direction.
Eğer bana Keough'daki kızlara cinsel tacizde bulunan rahipler hakkında bir şey deseydi, eğer bana bundan bahsetseydi kaybolduğunda, dedektifleri, bunu araştırmaları için yönlendirirdim.
Je croyais que vous vouliez trouver l'assassin. Mais non.
Katili bulmaya çalıştığını sanıyordum ama öyle değil.
Vous êtes si curieux de notre relation que vous ne comprenez pas que ça n'a rien à voir avec ça.
Sadece onunla aramızdaki ilişkiyi merak ediyorsun, ilişkimizi anlamıyorsun, bunun cinayetle hiçbir alakası yok.
Je considère que vous êtes un inspecteur totalement distrait. Vous devriez faire votre boulot. "
O yüzden bence tamamen aklı karışmış bir dedektifsin ve işini yapmaya geri dönmelisin. "
Il s'est levé et a fait quelque chose que je ne lui pardonnerai jamais.
Sonra kalkıp asla affedemeyeceğim bir şey yaptı.
On dirait un rêve... ou quelque chose que je ne comprends pas.
Sanki bunu rüyasında görmüş. Anlamadığım bir şey.
Aucun enquêteur n'a rapporté que Koob ait fait cette allégation, qu'il ait été maltraité... ou menacé de la sorte.
Diğer dedektiflerden Koob'un kötü muamele ya da tehdit suçlamasında bulunduğuna dair bir şey duymadım.
L'idée que j'y étais pour quelque chose ne m'a jamais paru logique.
Ve bunda bir parmağım olduğunu düşünmesi... Bu hikayeyi hep mantıksız bulmuşumdur.
Si on a un prêtre et que quelqu'un enquête sur lui sans que ça aille nulle part et que rien ne se passe, ça fait des remous.
Şüpheli bir rahip varsa ve onu araştırıyorsan, bir yere varamıyorsan, hakkında bir işlem yapılamıyorsa sorun çıkarıyor olursun.
On n'a pas pu trouver s'il savait quelque chose, s'il savait que ça se passerait ou s'il était impliqué.
Bunu bildiğini, olacağından haberi olduğunu veya bu işe bulaştığını kanıtlayacak bir delil geçmedi elimize.
On n'a pas pu pointer Koob du doigt, en disant que c'était le coupable.
Koob'u suçlayıp "O yaptı" diyemedik.
Je crois que Russell en savait plus que ce qu'elle exprimait.
Russell ifade ettiğinden, anlattığından çok daha fazlasını biliyordu bence.
Mais cela soulève d'autres questions, car c'est peu de temps après que Cathy a été tuée.
Ama başka sorular olduğunu da biliyorum çünkü çok kısa bir süre sonra Cathy öldürüldü.
La question que j'ai posée à Gemma quand elle m'en a parlé était :
Gemma bana bunu anlattığında sorduğum soru şuydu :
Sœur Phillips sait bien plus de choses que ce qu'elle a dit à la police.
Rahibe Phillips polise anlattığından çok daha fazla şey biliyor.
Je crois que c'est une impasse.
Yani bir çıkmaza girdik.
Diane, tant que vous êtes là.
Diane, hazır buradayken...
Il a été consulté pour la défense, mais quand il a donné son avis à l'avocat de la défense, celui-ci a décidé que ce ne serait pas avantageux pour lui.
- O... - Savunmaya bilgi verdi. Ama savunma avukatına görüşlerini söylediğinde adam bunun davası için iyi olmayacağına karar verdi.
C'est ce que Confucius disait.
Konfüçyüs böyle demiş.
Cette affaire a été portée à mon attention quand j'étais à Baltimore, travaillant en tant que pathologiste pour le médecin légiste, en 1970.
Bu davayı, Baltimore şehrinde, adli tabibin ofisinde patolog olarak çalışırken bana getirdiler. 1970 yılıydı.
"On aimerait que le Dr Spitz vienne sur les lieux avec nous."
"Doktor Spitz'in bizimle beraber olay yerine gelmesini istiyoruz."
C'est la photo que je vous montre ici.
İşte size gösterdiğim fotoğraf da bu.
Et qu'est-ce que ça montre?
Peki, ne görülüyor?
Ça rend cela encore plus triste que ça ne l'était déjà.
Bu yüzden durum daha da üzücü hâle geldi.
Maintenant que je suis une adulte, je ne peux même pas lui en vouloir.
Artık bir yetişkinim ve ona karşı öfkelenemiyorum.
Les deux savaient que je descendais ce couloir vers l'enfer et...
İkisi de o koridorda cehenneme doğru ilerlediğimi biliyordu ve...
Il savait ce qu'il ferait. Il ne l'a pas fait parce que je le lui ai demandé.
Ne yapacağını biliyordu ve ondan bunu yapmamasını istediğim için yapmadı.
Je suis contente qu'il soit mort, parce que... Je ne sais pas si je pourrais me contrôler, à présent.
Öldüğü için çok mutluyum çünkü şu an yaşasa kendimi kontrol edebileceğimi sanmıyorum.
C'est celui que j'ai porté, toutes ces années.
Yıllar boyu taşıdım bu copu.
Mais ça fait deux ans, à présent. On nous a dit que des documents dont on sait l'existence n'existent pas.
Ama iki yıl geçti ve var olduğundan emin olduğumuz belgelerin var olmadığı söyleniyor bize.
Il n'y a aucun autre moyen de chercher les archives que vous désirez.
İstediğiniz kayıtları araştırabileceğimiz başka bir yer yok.
Oui, je ne comprends pas comment ça se pourrait, à moins que les rapports aient été supprimés.
Evet, bunun nasıl olduğunu anlayamıyorum. Kayıtlar kasten ortadan kaldırılmadıysa tabii.
BUREAU DU PROCUREUR ( 1983-2004 ) Gardez à l'esprit que ça se passait dans les années 1990.
EYALET SAVCILIĞI ( 1983-2004 ) 1990'ların ortalarından bahsettiğimizi unutmayın.
On a entendu dire que les documents de la fouille au cimetière étaient gardés dans la salle des pièces à conviction, au sous-sol, qui a été inondée. Ils ont été détruits et jetés.
Mezarlık kazısından çıkan dosyaların bodrum katındaki bir delil odasında tutulduğunu ve bir fırtına sonrası sel basmasıyla harap olup imha edildiklerini öğrendik.
On dirait que tous les documents papier qu'on a tenté d'obtenir de la ville... ont disparu. Ils ne sont plus là.
Polis arşivinden almaya çalıştığımız tüm kağıt belgeler sanki ortadan kaybolmuşlar.
Ça me met très mal à l'aise que le bureau du procureur n'ait porté aucune accusation criminelle contre le père Maskell.
Baltimore eyalet savcısının da Rahip Maskell'a dava açmamış olması beni çok rahatsız ediyor.
On a trouvé qu'outre Maskell, aucun prêtre de Baltimore n'a jamais été jugé coupable d'abus sexuels, bien que la liste de l'archidiocèse en 2002 contienne plus de 50 noms.
Bırakın Maskell'ı, Baltimore'da cinsel tacizden suçlu bulunan hiçbir rahip bulamadık. Başpiskoposluğun 2002'de yayınladığı 50 isimlik listeye rağmen.
On pourrait penser, comme c'était une affaire très médiatisée, que les archives seraient conservées. Celles de l'enquête, celles des plaintes.
Çok önemli, sansasyonel bir dava olduğu için insan yapılan şikayetlerin, soruşturmanın kayıtları tutulur diyor.
Selon moi, quel que soit le coupable, il a dû vivre avec sa culpabilité pendant longtemps, en se cachant, dans l'ombre, sur le qui-vive.
Bence bunu yapan kişi suçlu ve çok uzun bir süre bu sır ile yaşamak zorunda kaldı, saklandı gizlendi, kaçındı.
Je suis le premier à vous dire que Cathy serait la première à lui pardonner.
Size diyebilirim ki bu kişiyi ilk Cathy affederdi.
Elle inspirerait... Elle m'a inspiré le pardon, qui que ce soit.
Aslında her kim yaptıysa onu affetmeme neden oldu.
Je pensais que tout ce qui avait été important pour lui dans son existence était assez absurde.
Hayatı boyunca önemli bulduğu şeylerin çoğunun saçmalık olduğunu düşünürdüm.
Il y a un passage dans les Saintes Écritures disant que ce qui était dans les ténèbres sera porté à la lumière.
Kutsal kitapta bir bölüm vardır. Karanlıktaki her şeyin ortaya çıkmasıyla ilgili.
S'il y avait la moindre possibilité qu'il ait été mêlé à quelque chose de criminel, je voudrais que ça vienne à la lumière.
Eğer bir suç işlediğine dair en ufak bir olasılık olduğunu bile düşünseydim bunun ortaya çıkmasını isterdim.
La vérité est plus importante que toute... histoire qu'on peut se raconter pour garder notre vie... sereine en surface.
Gerçekler, hayatlarımızı yüzeyde sorunsuz tutmak için kendimizi inandırdığımız uydurma hikayelerden çok daha önemli.