Translate.vc / French → Turkish / Ve
Ve translate Turkish
1,464,641 parallel translation
On sait que deux femmes, Jean et Kathy Hobeck, ont dit à Cathy qu'elles avaient été les victimes d'agressions sexuelles de Joseph Maskell.
Cathy'ye, Joseph Maskell'ın onları taciz ettiğini söyleyen iki kadın tanıyoruz : Jean ve Kathy Hobeck.
On sait aujourd'hui qu'une troisième jeune fille était, en fait, dans l'appartement de sœur Cathy, la nuit précédant la disparition de Cathy.
Ayrıca şimdi üçüncü bir kadın olduğunu biliyoruz. Ve o, Cathy kaybolmadan önceki gece Rahibe Cathy'nin dairesindeymiş.
Elle était venue avec son petit ami rendre visite aux deux sœurs,
Erkek arkadaşıyla iki rahibeyi, Cathy ve Russell'ı, ziyaret etmişler.
Joseph Maskell et père Neil Magnus sont entrés dans l'appartement sans frapper.
Ve Joseph Maskell ile Rahip Neil Magnus kapıyı çalmadan dairenin içine dalmışlar.
Je lui ai demandé quelles expressions ils avaient sur le visage. Elle a dit que Maskell était furieux et que Magnus avait l'air idiot.
Ona özellikle suratlarındaki ifadeyi sordum ve Maskell'ın çok öfkeli olduğunu, Magnus'ın da şaşkın gözüktüğünü söyledi.
Sœur Cathy l'a fait sortir de l'appartement avec son copain.
Rahibe Cathy onu ve erkek arkadaşını dairesinden göndermiş.
Le lendemain, quand elle s'est rendue au lycée, il l'a convoquée dans son bureau et lui a dit :
Ertesi gün okula gittiğinde Maskell onu ofisine çağırmış ve demiş ki
J'ai été appelée dans son bureau après les cours et il était affolé.
Okul sonrası ofisine çağrıldım ve çılgına dönmüştü.
Je regardais mes mains, il s'est approché très près et il a dit :
Ve ellerime bakarken bana iyice yaklaştı ve dedi ki...
Les sévices sexuels étaient pires que jamais.
Ve artık tacizleri eskisinden daha da beter olmuştu.
Comme le bruit de la porte qui se ferme. Tout s'arrêtait.
Kapının kapanma sesini duyardım ve her şey biterdi.
Je suis sortie, j'ai essuyé mes pieds, comme on m'avait dit, et j'ai enterré ce souvenir.
Ve bana emredildiği gibi orayı hızla terk ettim ve anılarımı gömdüm.
J'ai attendu 27 ans avant qu'il me revienne.
Ve bunlar yüzeye çıkmadı, ta ki 27 yıl sonrasına kadar.
J'adorais mes professeurs et mes amies.
Öğretmenlerimi ve arkadaşlarımı çok severdim.
Rien n'a été rendu public avant 1994... quand une élève de Keough a dénoncé le père Maskell pour sévices sexuels et implication dans un meurtre.
1994'e kadar basında herhangi bir bilgi çıkmamıştı. Ta ki eski bir Keough öğrencisi Rahip Maskell'ı cinsel taciz ve cinayetle suçlayana kadar.
Maman, retournes-y et entre avec papa.
Anne, dışarı çık ve babamla tekrar gir.
Les années 1990 ont été assez idylliques, car je savais... FILLE DE JEAN... que mes parents m'aimaient et qu'ils étaient fiers de moi.
1990'larda çok huzurlu bir hayatımız vardı çünkü anne babamın beni çok sevdiğini ve benimle gurur duyduğunu bilirdim.
Je ne manquais de rien, j'avais presque tout ce que je voulais.
İhtiyacım olan her şeye ve istediğim şeylerin çoğuna sahiptim.
Pour nous, la force venait de Dieu... FILS DE JEAN... et de leur relation à travers Dieu et l'Église.
Gücün Tanrı'dan, Tanrı ve kilise yoluyla kurulan ilişkilerden geldiğine inanırdık.
J'avais environ 38 ans et je terminais une formation en direction spirituelle.
38 yaşındaydım ve dini rehberlik programını bitirmek üzereydim.
Mike et moi voulions acheter une nouvelle maison et il s'avérait que l'agente immobilière était une ancienne de Keough.
Mike'la yeni bir ev almayı düşünüyorduk ve emlakçımız Keough'daki bir sınıf arkadaşım çıktı.
On était dans la salle à manger et elle m'a demandé si j'allais à la réunion des anciennes.
Yemek odamdaydık ve mezunlar gecesine gelmemi istiyordu.
Et c'est comme si je voulais à tout prix éviter le sujet.
Ve mümkün olduğunca bu konudan kaçındığımı hissettim.
Je ne comprenais pas pourquoi.
Ve bunun sebebini anlamadım.
J'étais mal à l'aise. Je n'aimais pas Keough. Je n'allais jamais aux réunions et elle m'en a fait prendre conscience.
Rahatsız olduğumu ve Keough'yu sevmediğimi biliyordum, mezunlar gecelerine gitmediğimi biliyordum ve onun sayesinde bunu sorguladım.
Pendant quelques jours, j'ai senti que ça n'allait pas.
Ve birkaç gün boyunca bu işte bir terslik olduğunu hissettim.
Vivre ça avec la prière.
Ve buna dini bir şekilde yaklaşacaktım.
Et les souvenirs sont remontés.
Ve bununla beraber anılarım geri geldi.
Finalement, je me suis rappelée d'un souvenir que j'avais toujours eu en moi mais partiellement.
Ve hepsinin sonunda her zaman bir kısmını hatırlayıp bir türlü tamamını hatırlayamadığım bir anım vardı.
Il m'avait demandé mon nom et s'il pouvait me voir.
Bana adımı sordu ve bana bakmak istedi.
Et pendant qu'il posait ces questions, il se masturbait.
Ve bana bu soruları sorarken mastürbasyon yapıyordu.
J'étais soulagée.
Ve biraz rahatlamıştım.
Pour enfin pouvoir passer à autre chose.
Ve kafamda bu defteri kapatabilecektim.
J'ai pris l'album et quand je l'ai ouvert, j'ai vu le visage de Magnus.
Yıllığımı çıkardım. Ve açtığımda Magnus'ın suratını gördüm.
Comme si une gamine de 14 ans venait me raconter ce qu'il lui était arrivé.
Sanki 14 yaşındaki bir kız gelip yanıma oturmuştu ve bana başına gelenleri anlatıyordu.
J'étais horrifiée.
Ve şoke olmuştum.
J'avais des enfants et je leur avais toujours dit de nous prévenir s'il leur arrivait quelque chose.
Çocuklarım vardı ve onlara şunu öğretmiştim : "Bir şey olursa birisine haber verin."
Et moi, adulte, je me sentais coupable, parce que je regardais cette jeune fille, et je pensais, comme beaucoup de gens qui ont entendu cette histoire :
Ve yetişkin bir kadın olarak kendimi kınıyordum çünkü o genç kıza bakarken eminim bu hikayeyi dinleyen birçok kişinin sorduğu soruyu soruyordum kendime.
Il était très accessible, il était jeune et il avait les pieds sur terre.
Çok cana yakın ve gençti, ayakları yere basan bir rahipti.
Alors... À ma manière, et parce que j'avais confiance en lui comme prêtre et qu'il nous connaissait, j'ai voulu lui parler de tout ça.
O yüzden sanırım kendimce, bir papaz, bir rahip ve bir tanıdığımız olarak ona güvendim.
À notre première rencontre, Rick Woy est venu avec une chemise cartonnée.
Ve onunla yaptığım ilk toplantıda, Rick Woy'un elinde bir dosya vardı.
Il était de belle prestance et il a dit que Maskell était très intelligent et que si le dossier n'était pas bétonné, il leur glisserait entre les doigts.
Çok cana yakındı ve bana Maskell'ın çok zeki olduğunu, her şeyi tam olarak hazırlamazsak elimizden kaçabileceğini söyledi.
Certains parents se seraient plaints à la nouvelle principale.
O yıl okula yeni bir müdür gelmiş ve aileler ona şikayetler göndermiş.
- C'est très lumineux.
- Ve şey... Çok aydınlık.
Et la suite, nous allons la vivre ensemble. "
Ve her ne yapacaksak bunu birlikte yapacağız. "
Et le père Maskell, je ne savais pas qui c'était.
Ve Rahip Maskell'ın ne mal olduğunu biliyordum.
Et quand on ressent cette peur, on sait que c'est vrai.
Ve bu dehşeti hissettiğinizde bunun gerçek olduğunu anlıyorsunuz.
Je voulais faire ce qu'il fallait et je sentais que je pouvais le faire.
KATOLİK MERKEZİ BALTIMORE BAşPİSKOPOSLUĞU Ben de doğru olanı yapmaya çalıştım ve bunun üstesinden gelebileceğimi hissettim.
Je me suis dit que je ferais une déposition.
Bunun üstesinden gelecektim ve onlara ifademi verecektim.
J'ai pris ces sept souvenirs avec moi, pensant qu'ils seraient intéressés par les détails de ce qui s'était passé.
Ve yanımda yedi anımı götürdüm, ifademin bundan ibaret olacağını, olanları bilmek istediklerini sanmıştım.
Je ne voulais en parler à personne, encore moins à un prêtre en face de moi, un avocat et un autre avocat.
Bu konuyu kimseyle konuşmak istemiyordum, hele karşımda oturan rahip ve iki avukatla hiç.