Translate.vc / Portuguese → Turkish / Bronze
Bronze translate Turkish
841 parallel translation
A máquina de café Belle Epoque, de placa de bronze e cobre, vinda especialmente da Itália.
Belle Epoque pirinç ve bakırdan espresso makinesi. Özel olarak İtalya'dan getirttik.
Um trabalhinho no Paväo de Bronze.
Bronze Peacock'da ufak bir iş.
Alguém matou o Alvin McClure no Paväo de Bronze.
Birisi, Bronze Peacock'da Alvin McClure'ü vurmuş.
Parece que alguém em Detroit falou com o Flaherty e disse-lhe para investigar... um bailarino do Paväo de Bronze para descobrir quem alvejou McClure.
Detroit'den birisi Flaherty'ye, McClure'ü vuranı öğrenmesi için Bronze Peacock'daki bir dansçıyla konuşmasını söylemiş.
Foi o gangue do Rico que assaltou o Paväo de Bronze.
Bronze Peacock'u soyanlar Rico ve adamlarıydı.
Como ocorreu? Acho que te darão a medalha ao valor. Poderíamos conseguir-te uma medalha d'argento seguro que te dão a de bronze.
Affet beni bebeğim konuşmak için fazla zamanım yok taşıyacağım pek çok yaralı var.
Seja de lata ou bronze
İster teneke ister bronz
E, sem isso, é como se fosses feita de bronze.
Onsuz, isterse her tarafın altından olsun.
Não lhe pareço feita de bronze?
Bronz kaplama gibi görünmüyor muyum?
Vou pôr ali uma placa de bronze.
Bronzla kaplatacağım.
Não és uma estátua de bronze, querida.
Sen bronzla kaplı heykel değilsin, tatlım.
Parece um Apolo de bronze.
Bronzdan bir Apollo'ya benzemektedir.
Não tenho estrela de bronze que me impeça!
O teneke yıIdızın beni durduramaz.
Uma vasilha feita de bronze e alabastro.
Bir tekne dolusu Onyx ve Alabaster mücevherleri.
Mas para um ídolo de bronze, nada!
Ama içi boş, broz put, bir hiç!
A um ídolo de bronze, nada!
İçi boş bronz bir idol, bir hiç!
E sem isso, vai dar ao mesmo até se o tiveres um feito de bronze.
O olmadan bronzdan da yapılsan aynı şey.
- Não te pareço de bronze?
Öyleyse beni bronzdan yapılmış olarak görmüyor musun?
Em todo o lado é ouro velho, bronze e cobre.
Her yerde eski altın, bronz ve bakır var.
Jovem fundidor de bronze, matara um alemão no decurso de uma briga.
Genç bir demirci çocuk... tartışma sırasında bir Alman'ı öldürmüştü.
O Sr. Brooks gastou 3.000 antes de morrer. Paguei 600 dólares pelo caixão com pegas de bronze.
Ve, bu 4.200 doların üç binini ölmeden önce Bay Brooks harcadı.
- Andava a trabalhar para o bronze.
- Tenimi bronzlaştırıyordum.
Então, traga-me aquelas duas urnas de bronze, da torre. E todo o querosene que conseguir encontrar, e pólvora preta. E também todas as garrafas vazias de champanhe que conseguir encontrar.
Bana kuleden büyük kapları gazyağını, barut ve boş şampanya şişelerini getirin.
Ao meio-dia chegarás à Ilha de Bronze.
Öğleye doğru Bronz Adası'na varacaksınız.
- Você e essa mania do bronze!
- Sen ve o bronz tenin!
Casaco de marinheiro, botões de bronze, chapéu tricórnio.
Kruvaze ceket, pirinç düğmeler, denizci şapkası.
Não, estes têm a cor do bronze, com um grão de arroz.
Hayır bronz renkli... pirinç tanesi gibi.
Inspiração num pintura ou em bronze... ou verdadeiramente... especialmente em mármore.
Boyada, bronzda... ama en çok mermerde vücut bulan ilhamdır.
Sabe aquilo que fizeram... com aquele bronze que fez da minha pessoa, em Bolonha?
Benim için yaptığın, Bolonya'daki bronz heykele ne yaptıklarını biliyor musun?
Apanha esse bronze.
Yerdeki bozuklukları topla.
Uma medalha de prata, uma de bronze e duas de honra ao mérito... chegaste a ser sargento e voltaste a sair soldado.
Bir Gümüş Yıldız, bir Bronz Yıldız, birkaç cesaret madalyası çavuş olmuşsun. Sonra da orduya girdiğin gibi ayrılmışsın.
- O Posey vigia, imóvel como o bronze.
- Posey 5. ve 7. noktaları korur.
Elas lhe deram a Estrela de Bronze na Coréia.
Kore savaşında ona madalya verdiler.
Ou talvez sua Estrela de Bronze.
Ya da savaş madalyanı.
Foi feita com o bronze de 1.200 canhões capturados em Austerlitz.
Austerlitz'de ele geçirilen 1200 topun bronzundan yapılmış.
O Titâ de Bronze...
Özgür ve bağımsız.
Eu vou pintar de bronze.
Senin odanı bronz tonuna boyatacağım.
Deve lá haver uma estátua de bronze tua em tamanho natural.
Bir yerlere senin bronz anıtını dikmişlerdir.
Bronze.
Bronz.
No balcão, está a estátua de um guerreiro, um artefacto de bronze na parede, e uma escultura parecida com o ramo de uma árvore petrificada.
Asma katta bir savaşçı heykeli, duvarda bir bronz ve taşlaşmış ağaç dalını andıran bir heykel bulundu.
Era de cabedal verde, tinha riscas vermelhas, e uma fileira de botões de bronze até aqui.
Üniformanın yeşil-kırmızı deri çizgileri vardı tam önünde çapraz inen büyük pirinç düğmeler vardı.
Sim? - É de bronze e explodiu.
Tam olarak ölçüsünü bilmiyorum ama şu büyüklükte.
darei uma olhadela, naquele seu motor de bronze, sim? - O quê?
Senin şu buhar kaçırıp patlayan lokomotifine bakabilir miyim?
É de bronze.
Pirinç.
Esta maldita coisa é feita de bronze.
Pirinç döküm.
Um unicórnio de bronze... foi catapultado através de uma rua de Londres... e empalou um famoso cirurgião.
Pirinç bir tek boynuz Londra caddesinin bir ucundan fırlatılıyor ve seçkin bir cerraha saplanıyor.
A loba do Campidoglio. Toda de bronze.
Bronz kurt kadın Roma'da.
Bem, se tu não bateres essas penas do teu pato de bronze...
Pirinçten ördeğin kuyruk tüylerini yolman gerekecek.
É cor de bronze com tejadilho preto.
Üstü siyah, bronz renkte bir araba.
Isto não é bronze, Danny.
Bu pirinç değil, Danny.
Estou preparado para oferecer o seu embalsamamento, pelos métodos mais científicos, uma urna de bronze com garantia de um século, independentemente do clima ou de condições geológicas.
Teklifiniz nedir? Ben size mumyalanmayı teklif ediyorum. Çoğu tarafından, bilimsel metotlar