Canvas translate English
1,113 parallel translation
Yardım edin, tutun şunun ucundan.
OK, help me with the canvas.
Alüminyum iskeletli kanvas sandalyeyi seçtiniz.
I see you chose the canvas chair With the aluminum frame.
O çemberi paketledikten sonra, herkesi hayvan çadırında istiyorum.
As soon as you get that canvas packed, I want every hand in the menagerie tent.
Yağmur yüzünden çadırların brandasını çatıda kullanmak zorunda kaldık.
We had to use the canvas for the tents on the roof, because of the rain.
Bir sürü branda bulmuş, arabayı kaplamış.
He found all this canvas and he's covered his wagon.
Bir tablonun değeri, tuvali ve boyasının parası kadardır.
A painting's worth the price of the canvas and paint.
Görevim, tuvalimin üzerindeki güzelliğinizi ölümsüzleştirmek...
My duty is to immortalise your beauty on my canvas...
Ön tarafında markası yazan iki adet deri kanvas çantayla.
In two canvas leather bags with the name stenciled on the front.
Bir uzmanın tek işaretiyle... belki de şu tuval... yüzbinlerce dolar edecekti.
One nod from an expert... and that piece of canvas would be worth... maybe a couple of hundred thousand dollars.
Ve bir sanatçının kendine özgü bir vizyonu yoksa... tuvale ne aktarabilir ki?
And when an artist has no personal vision... what can he communicate onto the canvas?
Bu koleksiyondaki... tek bir resim bile... Picasso tarafından yapılmamıştı.
Not one single canvas... in that whole collection... had been painted by Picasso.
Doğru, odada ne bir resim sehpası ne de bitmemiş ya da boş bir tuval vardı.
It's true, there was no easel in the room, nor unfinished or blank canvas.
Bütün kardeşlerini topla. Ne kadar odun, bez, boya ve çivi bulabilirseniz toparlayın... ve gece yarısı Rock Ridge'in beş kilometre doğusunda beni bekleyin.
I want you to get all the brothers together round up all the lumber, canvas, paint and nails you can lay your hands on and meet me tonight 3 miles due east of Rock Ridge at midnight.
En az iki haftada bir, parti şirketinden bir ordu, yüzlerce metrelik bir çadır tentesi ve bir sürü renkli ışıkla Gatsby'nin bahçesine gelirdi.
At least once a fortnight, a corps of caterers came with several hundred feet of canvas and enough coloured lights to make a Christmas tree of Gatsby's gardens.
1884 yılında, Edvard Munch kız kardeşinin bir portresini elleri ve yüzü renkli olarak tuvale işlemeye başladı.
In 1884, Edvard Munch begins work on a canvas of his younger sister a portrait that illuminates her face and her hands,
Model olarak halası ve Betsy adında genç bir kızı kullanarak Edvard Munch 119,5 cm'ye 118,5 cm ebatlarında bir tuval üzerinde çalışmaya başlar.
Using his aunt and a young girl called Betsy as models Edvard Munch begins work on a canvas measuring 119, 5 cm by 118, 5 cm,
Tüm önemsiz detayların vurgusunu azaltmak için görüntülerini bulanıklaştırarak Bayan Heiberg'i aklından çıkarmak uğruna verdiği mücadeleyi tuvalinin hassas yüzeyinde ; bir şekilde titreşimi ve hislerindeki gerilimi ortaya çıkararak, benzer bir his uyandırması için Munch kız kardeşinin başı üzerinde tekrar tekrar çalışır.
Seeking now to de-emphasise all unimportant details by blurring their images struggling to eliminate Mrs Heiberg from his mind striving somehow to impart the quiver and intensity of his feelings on to the raw surface of his canvas seeking to awaken a similar mood in the viewer
Saçını, gözlerini ve ağzını yağlı boyayı ; sadece bıçağını, fırçasının arkasını, kaleminin ucunu kullanarak tuvalinden kazıyıp baştan alır.
Munch works and reworks the head of his sister detailing hair, eyes and mouth only to scrape the oil from the canvas and begin again, Using his knife, the back of his brush, the point of a pencil
Neredeyse son aşamadayken, Munch tuvale tekrar saldırıyor. Boyaya derin çizikler atıyor ve kabaca bir el darbesi hareketiyle itinayla yapılmış olan pencereyi, perdeleri ve saksıyı yok ediyor. Bunlar tuvalin sağ tarafında.
At almost the last stage, Munch attacks the canvas again scoring deep into the oil and, in one gesture of broad sweeping strokes eliminates the carefully executed window, curtains and flowerpot on the right-hand side of the canvas,
Bu eserlerle Munch'un tuvali arasındaki fark genç kadınların modern sunumunda açıkça görülüyor.
The difference between these works and Munch's canvas is most clearly seen in the contemporary presentation of young women :
Fakat Edvard Munch'un tuvali, yüzeyindeki derin çiziklerle tüm dış gerçekliğin ötesine geçmiş ve batı dünyası sanat tarihinde duygunun ilk dışa vurumcu tablosu hâline gelmiş olsa da Kristiania halkı ve tutucu basını tarafından şiddetle eleştirilmiştir.
But Edvard Munch's canvas, with its deeply scored surface, which has transcended all exterior reality to become the first expressionist painting of "feeling" in the history of Western art, is strongly attacked both by the Kristiania public and by its conservative press,
Sergiye hükmeden büyük bir tuvaldi.
Dominating the exhibition is a huge canvas,
Çalışması bittiğinde yağlı boyanın tuval üzerinde ince bir şekilde iz bırakması ve tuval yüzeyini vurgulamak için uygulama yapıyor.
He applies the oil thinly to permit the canvas texture to remain a visible component of the finished work to emphasise its flat surface,
Bu tablo Edvard Munch'un çalışmasında önemli bir gelişmeye işaret eder.
This canvas marks a major development in the work of Edvard Munch,
Bu tablo ve onun Umutsuzluk diye bilinen eseri sanatçının belirgin olmayan, anlamsız profilini yansıtır. Fırça darbeleri ve renk çalışmaları arasında büyük bir kopukluk olması Norveç Basını tarafından, Korku veren fütüristik sanat saçmalığı denilerek ağır eleştiriler alır.
But this canvas and his work known as Despair with the artist's featureless and blank profile its large disconnected strokes of heavy colour running over each other are heavily attacked by the Norwegian press as
Izdırap ve ailesinden soyutlanmayı ele alan ve bir takım olayları içeren, kız kardeşinin ölümünü betimleyen bir tuvale başlar.
He begins a new canvas depicting the death of his sister one of a series to deal with the grief and isolation of his family... of himself,
Munch, güçsüz bir adamın boynuna doğru eğilmiş bir kadını yansıtan yeni bir tuvale başlar.
Munch begins work on a canvas showing a woman bent over the neck of a weakened man,
Revirde Ölüm adlı tuvalinde genç kız kardeşi Inger'ın detaylı ve sabit bakan suratının aksine Munch kendisini profile dönük bir halde, yüzünü ise boş bir maskeymiş gibi betimler.
In his canvas Death in the Sickroom contrasted to the detailed, staring face of his younger sister Inger Munch depicts himself turned away, in profile, his face a blank mask,
August Strindberg, Munch'un tuvali Öpücük'ü şöyle tanımlıyor :
August Strindberg describes Munch's canvas The Kiss as
Edvard Munch ilk gravürüne başlar. Önceki yıl tuvalinde yakaladığı tema...
Edvard Munch begins his first engraving the theme which he captured the prior year on his canvas
Çalıştığı temalara dikkatlice bakıldığında, yalıtılmış yüzler yağlı tuvalindeki endişeydi.
Working on the theme of the staring, isolated faces in his oil on canvas Anxiety
Şu ünlü herif, Casper De Mange, yılanı bez bir çantaya... koymuştu galiba... sonra da karısının ayağını içine sokmuş... yılan onu ısırana dek orada tutmuştu.
Well, what this famous guy, Casper De Mange did is, he put the snake... into a canvas bag, I believe... and then he stuck his wife's foot into it... and he held it there until she got bit.
Ağız içini gözden geçirdim, bantı şuradaki, sizinle gelen diğer dedektife verdim.
I gave the tape to your detective... the man over there with the canvas bag.
Bereketli kıvrımların ressamlar ve heykeltıraşlarca ölümsüzleştirildi.
Her generous forms have often been immortalized on canvas, marble.
Adam herhalde bir tane bile insan suratı bulamayınca tentelerin resmini yapmıştır.
That man must have painted ten square miles of canvas, not one human face.
Brandalar parça parçaydı.
Its canvas shredded on the yard.
- Kelimeler oyuncunun tuvalidir.
- Words are the canvas of an actor.
Yağlı boya tablo, eskimeye yüz tuttukça bazen şeffaf bir hal alır.
Old paint on canvas, as it ages, sometimes becomes transparent.
Brandayı buraya getirin.
Bring the canvas here. Get it up there.
Çadır bezi yanıyor!
Fire on the canvas!
Çok yakında ringi öpeceksiniz.
You're gonna be kissing canvas real soon.
Yelken bezi kadar sağlam.
Strong as canvas.
Ben onları tuvale serpiştirip, sanat diye sergilemiyorum ama.
But I don't splatter them across a canvas and then display them as art.
Tuvale tutturulmuş canavarın fotoğrafı.
It's the photograph of the monster that was tacked to the canvas itself.
Bunu ardından bir çarşaf ya da bez gibi bir şeyi başımın bu hizasına kadar gerdiler ve mezarın içerisine toprak atmaya başladılar canlı canlı gömülüyormuşum hissine kapılmıştım.
And they'd taken, you know, a kind of sheet or canvas... and they'd stretched about this much above my head... and then they shoveled dirt into the grave... so that I really had the feeling of being buried alive.
Dikkatinizi şuraya çekmek isterim, tuvalin karanlık bir köşesini doldurduğu, orta planın biraz aşağısında, Kırmızılı bir adam ve siyahlı kaptanın arasına.
Notice, sir, where it fills a dark corner of the canvas, a bit low in the middleground, between a red man and the captain in black.
Ve aralarında binanın üstünden götürmeli. Bu ağ gibi şeyi...
And between them is this canvas thing that they take it over the top of the building.
Çatıyı kaplayacak o ağ nerede?
Where the hell is the canvas to cover up the roof?
Eğer onlara söylediğim şeyi yapmış olsalardı. Üstüne ağ koyulsaydı.
If they had done what I told them to, put the canvas over the top.
Ben nasıl yapılacağını söyledim. Üzerine ağ konmalıydı. ve sen ne yaptın?
You put the canvas right over the top and what do you do?
Bu tablo ;
On this canvas, to be known variously as Melancholy